25 Ocak 2010 02:00
Sanatta evrenseli ülkesine, ülkesini dünyaya taşımak için yarım asırdır insan üstü bir çabayla uğraş veren İKSV Yönetim Kurulu Başkanı Şakir Eczacıbaşı, cumartesi akşamı vefat etti.
81 yaşında kaybettiğimiz fotoğraf sanatçısı, yazar ve kültür adamı Eczacıbaşı, bir süredir lösemi teşhisiyle tedavi görüyordu. Eczacıbaşı yarın törenle son yolculuğuna uğurlanacak...
“Şakir Bey vefat etmiş”. Dün sabah sanatın ve basının içinde olanlar birbirilerini arayıp bu haberi verdiler üzüntü ve telaşla. Kimse “Hangi Şakir Bey?” demedi. Çünkü yalnızca Yönetim Kurulu Başkanı olduğu İKSV’de çalışanların değil; kültür sanat dünyasındaki pek çok insanın karşısında ceketini iliklediği ‘sanatın başkanı’ydı. Zaten Şakir Eczacıbaşı’nın 80. yaş günü, Aralık 2008’de yapılan sürpriz partide, Marilyn Monroe’nun Kennedy için söylediği “Happy Birthday Mr. President” şarkısıyla kutlanmıştı.
Deniz Palas’ı göremedi
Uzun süredir hastaydı Eczacıbaşı, haftalardır kan kanseri tedavisi gördüğü Amerikan Hastanesi’nde yatıyordu. Umut yoktu, biliniyordu. Ama herkesin dileği, yıllardır İKSV’nin kendi binasının sahibi olmasını düşleyen Şakir Bey’in vakfın yeni taşındığı Deniz Palas’ı görebilmesiydi. Bunca uğraştığı, didindiği binanın içine girememişti çünkü henüz. Odası hazırdı; kitapları, masası, notları... Onu bekliyordu, gelecek ve oturacaktı. Olmadı.
Bugün İstanbul’un adı dünyanın çağdaş sanat merkezleri arasında geçiyorsa, genç kuşak dünyada olup bitenleri bizzat kendi ülkesinde seyredebiliyorsa, Türk sanatı eksenini Batı’ya doğru konumlandırmışsa bunda en büyük paylardan biri Şakir Eczacıbaşı’na ait hiç kuşkusuz. Ve Eczacıbaşı artık fiziken burada olmayacak. Ama her konserde, her sergide, her oyunda herkes ‘Şakir Bey’in kruvaze ceketi, renkli çizgili kravatı ve bastonuyla, elini beline koymuş kenardan olup bitene baktığını bilecek. Şakir Bey’in çok sevdiği ve sözlerinden “Gülen Düşünceler” adında bir seçki kitabı hazırladığı Bernard Shaw’ın dediği gibi:
“Onun gibilerini ancak kendi ölümüyle yitirir insan, o öldüğünde değil.”
“Sanayici olmayacağım, ben sanatla uğraşmak istiyorum”. 1929 doğumlu Şakir Eczacıbaşı bu cümleyi sarf ettiğinde henüz 20’li yaşlarındaydı. Eczacılık devi Süleyman Ferit Eczacıbaşı’nın altıncı oğluydu oysa; işi hazırdı, başarı zaten ayaklarının altındaydı.
Babası Robert Kolej’den sonra onu Londra’ya eczacılık okumaya göndermişti, okulu bitirip geldi ama ilk işi 1953 yılında Tunç Yalman’la birlikte Vatan gazetesinde Sanat Yaprağı’nı çıkarmak oldu. Sanayici olmayı düşünmüyordu bile, henüz çocukken kapılmıştı sanatın efsununa.
İzmir’de evlerinin bahçesinde açtığı; mahallenin kasabının, manavının, bakkalının gezdiği resim sergileri kanıtıydı bunun. Sonra Robert Kolej yıllarında, ömür boyu dostu kalacak okul arkadaşları Haldun Dormen, Tunç Yalman ile gelecek projelerini konuşurken belliydi dünyaya nasıl bir iz bırakacağı.
‘Sinematek’i kurdu
Londra’dan dönüşünden birkaç yıl sonra - ola ki zorunluluktan - aile şirketi Eczacıbaşı’nda çalışmaya başladı. 1956’da şirket bünyesinde “Tıpta Yenilikler” adında bir dergi çıkardı. Adı bu olsa da dergi kültür sanat dünyasının da yakından takip ettiği bir yayındı. Daha sonra Sabahattin Eyüboğlu ve Pierre Biro ile birlikte Eczacıbaşı Kültür Filmleri dizisini hazırladı. Bu filmlerden “Renk Duvarları”, 1964 yılında Avrupa Konseyi Kültür Filmleri Ödülü’nü kazandı. 1965’te ise hâlâ hasretle anılan Türk Sinematek Derneği’nin kuruluşuna Onat Kutlar ile birlikte öncülük etti, on yıl boyunca da bu derneği yönetti.
Ara Güler’i eleştirince...
1960 yılında hayatında önemli bir pencere açıldı. “Tıpta Yenilikler” dergisi için Ara Güler’den bazı fotoğraflar çekmesini istedi. Güler’in getirdiği fotoğrafları eleştirdiğinde ise şu cevabı aldı: “Bu kadar çok biliyorsan, git kendin çek!”
Eczacıbaşı ertesi gün bir Leica fotoğraf makinesi satın alıp peşine düştüğü fotoğrafçılığı, ömrü boyunca bırakmadı. Onlarca sergi açtı; seçme fotoğraflarını içeren kitapları yayımlandı. 1968’de bugün hâlâ devam eden, Türk fotoğrafçılarının yapıtlarının yer aldığı “Eczacıbaşı Renkli Fotoğraf Yıllıkları”nı çıkarmaya başladı.
1996’da Eczacıbaşı Holding Yönetim Kurulu Başkanlığı görevinden ayrıldı ve 1973 yılında Nejat Eczacıbaşı önderliğinde kurulan İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın yönetim kurulu başkanı oldu. Onun döneminde vakıf kurumsallaştı, uluslararası ölçekte beş festivalle dünya festivalleri arasında saygın bir isim edindi.
İki kez evlendi. İlk eşi, Türkiye’nin ilk kadın “Hamlet”i Nur Sabuncu’ydu. İkinci evliliğini ise son anında da yanında olan, yarım asırlık eşi Sebla Eczacıbaşı ile yaptı.
Eczacıbaşı’nın çabaları Fransa’nın Sanat ve Edebiyat Şövalyesi Nişanı ile TC Devlet Üstün Hizmet Madalyası’yla ödüllendirildi. Eczacıbaşı’yı, gerçek bir sanat adamını, karlı bir İstanbul gününde Bernard Shaw’ın sözleriyle uğurluyoruz:
“Ölüm görkemli bir olay, başarıyla sona erdirilen bir savaş, yeni bir başlangıç, bir zafer...”
Tören yarın
Eczacıbaşı’nın cenazesi yarın Teşvikiye Camii’nde kılınacak öğle namazını takriben Zincirlikuyu Mezarlığı’nda toprağa verilecek. Taziyeler, 25-29 Ocak tarihleri boyunca her gün saat 15.00-19.00 arasında İstanbul Kültür Sanat Vakfı Leyla Gencer Toplantı Salonu’nda kabul edilecek.
İKSV’nin 16 Ocak’ta taşındığı Şişhane’deki yeni mekânı Deniz Palas’a, dün sabah ilk olarak İKSV Genel Müdürü Görgün Taner ve tüm vakıf çalışanları geldi. 09.00 itibariyle Eczacıbaşı ailesi de Deniz Palas’taydı: Şakir Eczacıbaşı’nın eşi Sebla Eczacıbaşı, kızı Güliz Erginsoy, Eczacıbaşı Holding Yönetim Kurulu Başkanı Bülent Ezacıbaşı, Başkan Yardımcısı Faruk Eczacıbaşı... Yakın dostları da aileyi yalnız bırakmadı.
Eczacıbaşı’nın vefatı nedeniyle saat 12.00’de düzenlenen basın toplantısında konuşan Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Eczacıbaşı’nın, 1950’li yıllarda henüz delikanlılık çağında Sabahattin Eyüboğlu gibi Türkiye’nin tanınmış birçok sanatçısıyla omuz omuza sanat işlerine katkı yapmaya çalıştığını anlattı. Eczacıbaşı için Deniz Palas’ın önemini vurgulayan Günay, şöyle konuştu:
“Çok arzu ederdim, burada bir etkinlikte çıkıp konuşabilseydi. Ama, burada olduğunu düşünüyorum. Sanıyorum ki, onun ruhunu en fazla huzura taşıyacak olan işlerden birisi budur. Bize düşen, bundan sonra İstanbul’daki tiyatro festivallerini, sinema festivallerini, İstanbul Bienali’ni Şakir Bey’in arzu ettiği yoğunlukta ve yüksek düzeyde, her defasında bir öncekini aşan bir biçimde sürdürmeye çalışmaktır.
Bunları yaptığımız zaman hem bu emsalsiz şehre, hem ülkemizin kültür ve sanat yaşamına hem sevgili ve rahmetli Eczacıbaşı’na karşı borcumuzu sanıyorum ki yerine, bir ölçüde getirebilmiş oluruz.”
Bülent Eczacıbaşı da, Eczacıbaşı ailesi ve Eczacıbaşı Topluluğu mensupları olarak üzüntülerinin çok büyük olduğunu belirterek, Eczacıbaşı’nın, topluluğun bugünlere gelmesinde en fazla katkısı olan kişilerden biri olduğunu kaydederek, şöyle dedi:
“Kurucumuz merhum Nejat Eczacıbaşı’nın çok yakın çalışma arkadaşı olmuştu. Nejat Bey, kuruluşun temellerini attığı günlerden itibaren Şakir Bey’le birlikte çalışmıştı. Ben de, kendisiyle uzun süre birlikte çalışmak onuruna ve şansına eriştim. Çok büyük katkıları oldu hem yönetim biliminin Türkiye’deki uygulamalarına hem de ülkemizin kültür ve sanat dünyasına.”
İKSV Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Ahmet Kocabıyık ise Eczacıbaşı’nın bir sanat adamı olduğunu, kendisini İKSV’ye ve sanata adadığını vurgulayarak, “Buraya herkesten önce gelir, gece herkesten sonra çıkardı. 15 yıl böyle geçti. Yerini doldurmamız çok zor” dedi. Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan “Beyoğlu, büyük bir dayanağını kaybetti diye düşünüyorum” derken, İKSV Genel Müdürü Görgün Taner, Eczacıbaşı’nın kendisini işadamı değil, kültür adamı olarak tanımladığına ve bu alana adadığına dikkat çekti.
Ne dediler?
Gül: Sanat dünyamız için büyük kayıp
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül: İşadamı kimliğiyle ekonomimize önemli katkılar sağlayan Şakir Eczacıbaşı, sanatçı kimliği ve öncülük ettiği faaliyetlerle, kültür ve sanat hayatının zenginleşmesinin yanı sıra ülkemizin tanıtımına da değerli hizmetlerde bulunmuştur. Şakir Eczacıbaşı’nın vefatı, kültür ve sanat dünyamız için büyük bir kayıp olmuştur. Milletimiz Şakir Eczacıbaşı’nı her zaman saygı ve sevgiyle hatırlayacaktır.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan: Eczacıbaşı’nın, sanat ve sanatçı için gösterdiği hamiyetperver tavır, inanıyorum ki bütün işadamlarımız için unutulmaz ve teşvik edici güzel bir örnek olacaktır.
CHP Genel Başkanı Deniz Baykal: Hiç kuşkusuz İKSV’nin başkanlığını yürüten işadamı, fotoğraf sanatçısı, yazar, kültür adamı Şakir Eczacıbaşı ülkemizin iş dünyası için olduğu kadar, kültür ve sanat dünyası için de yeri doldurulamayacak sayılı, saygın ve seçkin isimlerden biridir.
Meral Tamer
Son nefesine kadar sanat!
Ah Şakir Bey! Bir insan bu kadar mı çok yönlü olur? Heyecanını son nefesine kadar bu kadar mı kaybetmez?
Şakir Eczacıbaşı’nı ben, Sinematek’e hayat veren, iş bilir bir sanatsever olarak tanımıştım. Eczacıbaşı Holding Yönetim Kurulu Başkanı rahmetli Nejat Eczacıbaşı’nın yanında holdingin Başkan Vekili sıfatıyla, işadamı olarak karşıma ilk çıktığında da hayli yadırgamıştım.
Kısa sürede idrak ettim ki o hem entelektüel, hem yetkin bir fotoğraf sanatçısı, hem sinema sevdalısı, hem holding yöneticisi, hem içki sofralarının vazgeçilmez hoşsohbet kişisi, hem bohem, hem çelebi, dört dörtlük bir sanat kültür adamı... Ve gerektiğinde de basardı küfürü. Küfür, bir adamın ağzına bu kadar mı yakışır!
Vefatından bir gece önce (cuma akşamı) İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı Genel Müdür Yardımcısı Ömür Bozkurt ve Klasik Müzik Direktörü Yeşim Gürer Oymak’la birlikte saatlerce Şakir Bey’i andık.
5-6 yıl önce otomobille önünden geçerken Deniz Palas’ı görüp de nasıl vurulduğunu, İKSV’ye kalıcı bir mekân kazandırmak için nasıl tutturduğunu, Sabancı’dan Kocabıyık’a 16 işadamını teker teker arayıp 100 biner dolar isteyerek inşaatı nasıl tamamladığını...
Ömür ve Yeşim’le sohbet ettiğimiz mekân, Şakir Bey’in gelir getirsin diye Deniz Palas’ın en üst katında, Borsa’nın işlettiği muhteşem manzaralı lokantaydı. Şakir Bey, Borsa’nın sahibi Rasim Özkanca ile günlerce oturup menüyü belirlemiş, yemekleri tatmış. Hatta kendi evinde yapılan ve çok sevdiği bamya çorbasını menüye koydurtmuş, tarifini vermiş. Ama o lokanta açıldıktan sonra bir kere bile yemek yiyemedi...
Biz vefatından bir gece önce, Şakir Bey’in hazırladığı menünün birbirinden lezzetli yemeklerini tadıp onun için kadeh kaldırırken zannediyorduk ki, o gözlerini yeniden açacak, belki yine birkaç saatliğine hastaneden çıkabilecek, gelip çalışma masasında bir kere olsun oturabilecek. Olmadı...
Sevgili Şakir Bey; klasik müzikten sinemaya, bienaldan tiyatroya hayatımıza yıllar boyu kattığımız güzellikler için size şükranlarımı sunuyorum. İKSV’nin bundan sonraki etkinliklerinin bitiminde, gelecek cevabı çok iyi bildiğiniz halde “Nasıl buldun?” diye soran meraklı ve muzaffer bakışlarınızı çok arayacağım.
O enfes fotoğraflarınızdan birini çerçeveletip bana yollayarak, evimde her an sizi anma imkânını bana verdiğiniz için tekrar teşekkür ediyorum.
Osman Ulagay
Hayatımızı zenginleştirdi
Dün sabah Şakir Eczacıbaşı’nın ölüm haberini aldığımda bir zaman yolculuğuna çıkmış buldum kendimi. 1966 yılında Tuzla’daki Piyade Okulu’nda öğrenci iken, her çarşamba evci izni alarak Türk Sinematek Derneği’nin Kervan Sineması’ndaki gösterilerine nefes nefese yetiştiğimi hatırladım. Öylesine önemliydi benim için Sinematek ve Şakir Bey, bu derneğin kurulmasında, sevgili Onat Kutlar’la birlikte, başrolü oynayanlardan biriydi.
Hemen ardından her yıl hayatımı zenginleştiren klasik müzik festivali ve İstanbul Kültür Vakfı’nın(İKSV) gerçekleştirdiği diğer sanat etkinlikleri geldi aklıma. Ağabeyi Nejat Bey’in kurduğu İKSV, Şakir Bey’in yönetiminde nice festivale, bienale ve farklı sanat etkinliklerine imza atmıştı. Kendisi de bir sanatçı olan Şakir Bey’in sanata, sanatçıya, sanatı yaşatan ortama verdiği önem sanırım işadamlığının da önüne geçmişti. Şakir Bey’in son rüyası İKSV’yi kendi binasına kavuşturmaktı. Deniz apartmanını kendisi bulmuş, binanın onarımından yerleşimine, girişteki tasarım mağazasının düzenlen-mesine kadar her ayrıntıyla bizzat ilgilenmişti Şakir Bey. Cuma akşamı İKSV’nin yeni binasının en üst katındaki ‘X’ Restoran’da, çalışma arkadaşları Ömür Bozkurt ve Yeşim Oymak’ya yemek yerken, masamızda olmadığı halde en fazla sözü geçen kişi de doğal olarak Şakir Bey’di. O akşam, onunla tekrar karşılaşıp hayatımı zenginleştirdiği için ona teşekkür edebileceğimi düşünmüştüm ama şimdi yapabildiğim tek şey anısı önünde saygıyla eğilmek.
© Tüm hakları saklıdır.