16 Ocak 2014 19:11
KCK Yürütme Konseyi Üyesi Sabri Ok, Kürtlerin üçüncü bir taraf olarak görülmezlerse Cenevre 2'yi reddetmeleri gerektiğini söyledi. "Kürtler Cenevre’ye ancak kimliksiz gelebilir diyorlar. Bu Kürtlere karşı bir haksızlık ve hakarettir" diyen Ok, “Kürtlerin içinde olmadığı bir Suriye çözüm modeli gerçekleşemez. Kürtlerin evet demediği bir Kürdistan statüsü ise asla olamaz. Rojava zaten kendi statüsünü belirlemiştir” şeklinde konuştu.
Sabri Ok, Cenevre-Lozan benzetmesine ilişkin "Cenevre 2 öncesi ne Kürtler Lozan döneminin Kürtleridir; ne de uluslararası güçler o dönemin inisiyatif ve avantajına sahip bir konumdadır” ifadesini kullandı.
ANF’den Cihan Özgür’e konuşan Sabri Ok, Rojava’da hayata geçirilen Toplumsal Sözleşme’nin en demokratik anayasa olduğunu savunarak ‘’Rojava’daki toplumsal sözleşme son derece demokratik hem Kürt halkına hem Ortadoğu halklarına hatta eğer uluslararası hegemonik güçler üzerinde ağırlık oluşturmaz ve bu sistem kendini rahat inşa ederse dünya halklarına sunulmuş en uygun, en gelişmiş anayasa, toplumsal sözleşmedir demek yanlış olmaz’’ dedi.
“Rojava’da çok tarihi görkemli bir devrim gerçekleşti” diyen Ok, Kürt halkının kimseye düşmanlık etmeden, kendi özgürlüğünü, savunmasını ve sistemini inşa etme sürecine girdiğini kaydetti. Ok konuşmasının devamında, “fakat Suriye’deki savaş ve bunalım, uluslararası hegemonik güçlerin müdahil olmaları sonucunda içeride mezhepsel ve etnik düzeyde yaşanan savaş, kuralsız bir şekilde halen devam ediyor” düşüncesini paylaştı.
Rojava’nın büyük ölçüde özgürleştiğini ve halkın kendi sistemini inşa etmesinin bir zorunluluk olduğunu dile getiren Sabri Ok, sözlerini şu şekilde sürdürdü: “Hem bir zorunluluktu hem de en doğal hakkıydı. Zorunluluktu çünkü hayat boşluk tanımaz. Sonuçta bir halk özgürlüğüne kavuşmuşsa kendisini idare etmek durumundadır. Günlük, ekonomik, sosyal, siyasi, kültürel, güvenlik gibi sorunları giderecek, halkın taleplerini karşılayacak bir yönetim, idari sistem gerekliydi. Bundan kaynaklı olarak TEV-DEM öncülüğünde birçok şahsiyet, aşiret, etnik ve inanç topluluğu kendi sistemini kurma sürecine girdi.”
''Rojava’nın Abdullah Öcalan’ın düşünceleri doğrultusunda demokratik modernite sisteminin ilk idari sistemini kurduğunu ve bu sistemin sadece Kürdistan açısından değil, bütün Ortadoğu hatta küresel çapta bir model olma potansiyelinin olduğunu'' söyleyen Ok, Rojava’da ilanı yapılan yeni yönetim modeline ilişkin şunları söyledi:
“Kanton Fransızca bir kelimedir, federasyona bağlı devletçikler ya da devletler demektir. Biz bunu devlet değil daha çok devletsiz olarak bir halkın, bir topluluğun yaşadığı topraklar üzerinde kendi öz yönetimiyle demokratik özerklik biçiminde kendisini yönetmesi olarak algılıyoruz. Doğrusu da budur. Kanton derken halkın üzerinde yaşadığı bölge, eyalet ya da topraklarda başta kadınlar, gençlik, diğer sosyal kesimler, inançlar, kültürler bütün toplumsal kesimlerin kendi öz yönetimiyle kendisini yönetmesini anlıyoruz. Bunun örnekleri başta İsviçre olmak üzere, Belçika ve İtalya’da da vardır. Hatta imparatorluklar döneminde de topluluklar çoğu zaman bölgeler ve eyaletler düzeyinde kendi kendilerini yönetmişlerdir. Örneğin Osmanlı imparatorluğunun Kürtleri, başka halkları asimile etme gücü yoktur. Her tarafı merkezi bir idari sistemle yönetme gücü yoktur. Zorunluluktan kaynaklı da olsa Osmanlı da bile eyaletler vardır. Örneğin Kürdistan eyaleti vardır, Lazistan denilmektedir, Sancaklar, beylikler sistemi vardır. Günümüzde Avrupa’da olan Kanton sistemi biraz daha demokratiktir. Tabii o da kapitalist modernite sistemi içerisinde uygulanıyor.”
Rojava’da yaşayan Arap, Ermeni, Asuri- Süryani, Êzidî, diğer halklar ve inanç topluluklarının bu yönetim modelinde önemli rol oynadığına işaret eden Sabri Ok, Kürtlerin mücadelelerini demokratik Suriye perspektifiyle geliştirdiğinin altını çizdi. “Bütün bu halkların zaten sözleşmede de görüldüğü gibi idari sistemde, yönetimde yer almaları güvence altına alınmıştır. Rojava halklarının demokratik haklarını özgürce kullanmaları, kendilerini örgütlemeleri; ortak iradeyle ortak bir yönetimle ortak bir idari sisteme ulaşmaları ve bu temelde demokratik özerkliği hep beraber yaşamalarını çok önemsiyoruz” diye konuştu.
Tüm bunların “Demokratik Suriye perspektifi” düşünüldüğünde daha da anlam kazandığını söyleyen Ok, “zaten Rojava devriminin bir anlamı da, demokratik Suriye modelinin yaratılması üzerindeki olumlu pozitif etkisidir” dedi.
Sabri Ok, demokratik özerkliğin anayasası olarak nitelendirilen Toplumsal Sözleşme’yle ilgili de şunları söyledi:
“Rojava’da geliştirilen sistemin diğerlerinden temelden farklı olan yönü demokratik modernite perspektifli ilk idari sistem olma özelliği taşımasıdır. Abdullah Öcalan’ın paradigması temelinde ilk olması açısından çok önemlidir. Ortadoğu için çok değerli bir örnektir. Bunun için de Kürdistan’ın diğer parçaları ve bölgemizde önemli etkileri olacaktır. Dünyada en ilerici veya demokratik anayasa derken Bolivya örnek verilmektedir. Bolivya’da yerinden yönetimlerin daha çok öne çıktığı, merkeziyetçi yanın tali planda tutulduğu bir anayasa perspektifi vardır. Dünyanın tüm anayasalarını inceledik dersek doğru olmaz. Ama şunu çok iyi biliyoruz ki uluslararası hegemonik güçlerin bugünkü sistem üzerindeki ideolojik, politik, felsefi etkisi belirleyicidir. Bu sistemler sonuçta kapitalist modernitenin versiyonlarıdır, ulus devlet zihniyetlidir.
Farklı ülkelerde biraz daha farklı biçimlerde olabilir ama özü aynı olan anayasalardır. İdeolojisi liberalizmdir; ekonomisi toplumu kemiren sermayeyi her şeyin üzerinde tutan, moral ve manevi değerleri hiçleştiren bir anlayıştır. Yasalar da hukuk da buna göredir. Rojava bu anlamda bir örnektir. En demokratik anayasadır. Bir toplumsal sözleşmedir. Dikkat edilirse kadın hakları, kadının her alanda kendini en ileri düzeyde temsil etmesi, çocuk hakları, ekoloji, birey-toplum ve doğa arasındaki optimal özgürlükçü denge, sağlık, komşu halklarla ilişkiler, yasama, yargı… Bütün bunların gerçekten toplumun öz iradesine tekabül eden, halkın en demokratik, en özgürlükçü haklarını karşılayan, en demokratik bir sözleşmedir. Böyle bir toplumsal sözleşmede etnik, dinsel, cinsel milliyetçilikler yoktur. Bütün halkları, kültürleri, bireyleri hem kendi içerisinde barışık, demokratik, özgür; hem de doğa ve çevre ile barışık, kendisini yönetebilecek bir sözleşmedir. Ekonomik hedefi de böyledir. Ekonomiyi tekelleştiren, her şeyin üzerinde tutan değil, toplumun kullanım ihtiyaçlarına göre yaklaşan bir mantık gözetmektedir. Bu anlamda gerçekten Rojava’daki toplumsal sözleşme son derece demokratik hem Kürt halkına hem Ortadoğu halklarına hatta eğer uluslararası hegemonik güçler üzerinde ağırlık oluşturmaz ve bu sistem kendini rahat inşa ederse dünya halklarına sunulmuş en uygun, en gelişmiş anayasa, toplumsal sözleşmedir demek yanlış olmaz.
KCK Yürütme Konseyi Üyesi Sabri Ok, bu ayın sonunda düzenlenecek Cenevre 2 toplantısı ve toplantıda Kürt iradesinin tanınıp tanınmayacağına ilişkin de değerlendirmelerde bulundu.
Lozan benzetmesine ilişkin Ok, “Lozan’da bir halkın iradesi yok sayıldı. Kürt halkının iradesi dışında geleceği belirlenmek istendi. Kürdistan parçalandı, paylaşıldı.
Cenevre 2 öncesi ne Kürtler Lozan döneminin Kürtleridir; ne de uluslararası güçler o dönemin inisiyatif ve avantajına sahip bir konumdadır. Kürtler Cenevre’de Lozan’la kıyaslanmayacak şekilde hazırlıklıdırlar. Kürtler Cenevre 2’yi önemsiyorlar. Çünkü Cenevre 2’de, Suriye’nin mevcut sorunlarının nasıl çözülebileceği tartışılıp karara bağlanmak istenecektir. Doğal olarak eğer burada göreceli de olsa demokratik bir Suriye modelinin nasıl oluşabileceği şeklinde bir çalışma yürütülecektir sanıyoruz. Eğer öyle ise demokratik bir Suriye Kürtlerin özgür iradesinin temsili olmadan gerçekleşemez. Çünkü hem birbirlerine ve hem de Kürtlere karşı en vahşi katliamı dayatan ve o vahşetin taraflarını destekleyenlerin demokratik bir Suriye kararına ulaşması mümkün değildir” diye konuştu.
Amerika ve özellikle İngiltere’nin PYD ve TEV-DEM’in Cenevre-2’ye katılmasını istemediğini söyleyen Ok, “Yani Kürtler Cenevre’ye ancak kimliksiz gelebilir diyorlar. Bu Kürtlere karşı bir haksızlık ve hakarettir” dedi. Sabri Ok, Kürtlerin Suriye’de en etkili güçlerden birisi olduğuna ve şiddeti meşru savunma dışında uygulamayan tek güç olduğuna dikkat çekerek “Kürtler Rojava’da hiçbir savaş ya da insanlık suçu işlememiştir. Bu özelliğiyle Kürtler, hem örgütlü bir toplum olarak ve hem de tüm saldırılara karşı direnme gücü olduğunu kanıtlayan savunma güçleriyle Suriye’de yaşam güvenliği olan bir alan yaratmış bulunmaktadır. Bu özellikleriyle Kürtler, Suriye’de oluşturdukları gündemin ağırlığı itibariyle en önemli bir taraftır” dedi. “Fakat görülüyor ki Kürtler Cenevre’ye pek de alınmak istenmiyor” diyen KCK Yürütme Konseyi üyesi Ok, devamla şunları kaydetti: “Kürtler Suriye muhalefeti içerisinde gelebilir diyorlar. Yani Kürtler Cenevre’ye ancak kimliksiz gelebilir diyorlar. Bu Kürtlere karşı bir haksızlık ve hakarettir. Bu aslında var olan inkarcılığın arkasındaki güçlerin kim olduğunun da açık bir kanıtı olmaktadır. Nasıl bütün Suriye muhalifleri kendi adı ve kimliğiyle gidiyorsa Kürtler de öyle gitmeliler. Üstelik Cenevre 2’de bir Kürt gündemi olmasın istiyorlar. Bu da sorunları ötelemek ve saptırmaktır. Bu anlamda Kürtlerin Cenevre’ye kendi kimlikleri, kendi şahsiyet ve perspektifleriyle katılımı doğru ve olması gerekendir.”
Suriye’nin demokratikleşmesinin Kürtlerin iradesi dışında mümkün olmadığının mevcut gelişmelerle bile görüldüğünü ifade eden Sabri Ok, “Kürtlerin içinde olmadığı bir Suriye çözüm modeli gerçekleşemez. Kürtlerin evet demediği bir Kürdistan statüsü ise asla olamaz.
Kürtlerin iradesinin olmadığı bir Suriye geleceği mümkün olmayacaktır. Kürtlerin içinde olmadığı ve ‘evet’ demediği bir Kürt, Kürdistan geleceği asla mümkün olamaz. Bu ne adaletlidir ne de tutulur bir tarafı vardır. Kürtler bunu tabii ki reddeder. Hiç kimse Kürtler adına söz söyleme, Kürtlerin kaderini belirleme hakkına sahip değildir. Kürtlerin kırk yıllık hatta yüz yıllık isyanı bundandır. Bırakın kiminle nasıl yaşayacaklarsa kendileri karar versinler. Kürt halkı bu kararı verecek akla, güce, iradeye sahiptir” diye konuştu.
Amerika ve özellikle İngiltere’nin PYD ve TEV-DEM’ in ve PYD eş başkanı Salih Müslim ile Suriye muhalefetinden Ulusal Koordinasyon Kurulu (Heyet Tensiq) liderlerinden Heysem Menna’nın konferansa katılmasını istememesini de değerlendiren Ok, “Salih Müslim’in gitmesini istemiyorlar. Yine Heysem Menna’nın konferansta olmasını istemiyorlar. Bu sıkıntılı, sorunlu ve çok haksız bir durumdur. Eğer böyle olursa doğru olan ENKS ve TEVDEM de dâhil Kürtlerin Cenevre’yi reddetmeleridir. Mademki kendi kimlikleriyle üçüncü bir taraf olarak kabul edilmiyorlar. O zaman kendileri de Cenevre’yi reddederler ve katılmazlar” dedi.
Cenevre’yi fazla kader tayin edici olarak görmemek gerektiğini söyleyen Ok, “Rojava, zaten statüsünü belirlemiştir” ifadesini kullandı.
“Kürtler ne rejim yanlısıdırlar ne de muhalefet yanlısıdırlar” diyen Sabri Ok, bu nedenle de Kürtlerin Cenevre’ye üçüncü bir güç olarak katılmasının doğru olacağını bir kez daha vurguladı. Bu olmazsa Kürtlerin konferansı reddetmelerinin de doğru tutum olacağını söyledi. Sabri Ok şöyle konuştu:
“Yeri geldiğinde her ikisiyle de çatışıyorlar. Çatışmanın sebebi ise her iki tarafın da Kürtlere saldırmasıdır. Son dönemlerde yaşananlardan da görüldüğü gibi Kürtlere zaman zaman saldıranlar, rejimden daha çok kendisine muhalif süsü veren çetelerdir. Buna karşı Kürtler kendilerini savunuyor ve mücadele içerisinde oluyor. Şimdi böyle olunca Kürtlerin TEV-DEM ya da PYD’nin, ENKS’nin Cenevre’ye ortak bir üçüncü taraf olarak katılması en doğru olandır. Ama olmazsa konferansı reddedip katılmamaları, protesto etmeleri daha doğrudur. Cenevre’ye Kürtler katılmazsa dünyanın sonu değildir. Çünkü Kürtlerin içinde olmadığı bir Suriye çözüm modeli gerçekleşemez. Kürtlerin evet demediği bir Kürdistan statüsü ise asla olamaz. Zaten tartışılan da Kürdistan değildir. Kürdistan yani Rojava zaten kendi statüsünü belirlemiştir. Önemli olan da bu statünün demokratik bir Suriye’nin oluşmasındaki etkisinin nasıl daha iyi ifadelendirileceği ve örgütlendirileceğidir. Onun için Cenevre’yi öyle çok da fazla kader tayin edici olarak görmeyelim. Lozan’da Kürtler yoktu. Çünkü o zaman Kürtler hazırlıksızdı. Haksızlığa karşı, kendi haklarını savunma mücadelesini geliştirebilecek bir örgütlülüğe sahip değillerdi. Bu gün Kürtler sadece dört parçada değil dünyanın her tarafında örgütlüdür. Kendi haklarını savunmak için çok güçlü mücadele yürütebilirler.”
© Tüm hakları saklıdır.