Medya

Sabah yazarı: İktidar herhangi bir eleştiriyi kabul ederse zeminin ayağı altından kayacağını sanıyor

"Hükümet mutlaka Erdoğan'ın politik dikkatine mi ihtiyaç duyuyor?"

23 Kasım 2016 13:50

Sabah yazarı Hasan Bülent Kahraman, AKP hükümetinin cinsel istismar tasarısını geri çekme konusunda Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın "politik dikkatine ihtiyaç duyduğu" ve "eleştiriyi kabul etmekte zorlandığı" görüşünü savundu. Kahraman "Hangi konu olursa olsun iktidar, tabanı, kitlesi, koyu, katı, ödünsüz bir savunma içinde. Müthiş bir içe kapanma gösteriyor. Herhangi bir eleştiriyi kabul ederse bütün zeminin ayakları altından kayacağını, her şeyin boşa çıkacağını, tüm cepheleri yitireceğini sanıyor" dedi. 

Hasan Bülent Kahraman'ın Sabah gazetesinin bugünkü (23 Kasım 2016) nsühasında yayımlanan 'Muhafazakârlığı bürokratikleştirmek' başlıklı yazısı şöyle:

Basına yansıyan haberlerden öğrendik ki, Cumhurbaşkanı Erdoğan devreye girdi ve 'tecavüz yasası' konusunda hükümetin eleştirileri dikkate alması gerektiğini söyledi. Bunun üstüne tasarı Komisyon'a geri çekildi.

Bu sevinmek ve üzülmek gereken bir durum.

***

Erdoğan'ın devreye girip müdahale etmesi yasanın makul bir çizgide değişeceğine bir işaret. Sevindirici.

Ama bu gelişmenin Cumhurbaşkanının bizzat devreye girmesiyle sağlanması üzücü.

Hükümet, toplum bütün kanatlarıyla ayağa kalkmışken bu girişimi kendi başına yapamıyor mu, mutlaka Erdoğan'ın politik dikkatine mi ihtiyaç duyuyor?

Aslına bakılırsa bugüne değin benzeri işlerde de hep böyle olduğunu düşünmek, görmek, söylemek gerek. Erdoğan'ın tepkisi, kararı, hamlesi belirleyici oluyor.

Bunda şaşacak bir şey yok. Neticede Erdoğan hareketin lideri, kendisine bağlanmış bir parti ve taban var. Kitlesi onun gözünün içine, ağzından çıkacak sözcüklere bakıyor.

O yönde karar alıyor.

Başbakan Yıldırım bu doğrultuda çok iyi bir oyun kurucu. İyi bir arabuluculuk yaptığı ortada. Daha diyaloğa açık bir pozisyon yaratıyor.

***

Buradaki kritik sözcük, 'diyalog'.

Yeniden bu kavramın önemi üstünde durmayacağım.

Hâlâ öğrenemediysek öğrenemedik.

Ayrıca ben bu tür konularda daha 'determinist' bir noktada bulunuyorum.

Yani, olan olabilecek olandır diyorum.

Olsaydı şöyle olurdu muhakemesine siyasette de hayatta da yer olmadığı kanısındayım. Bu kesin bir gerçektir. Dolayısıyla eğer bir diyalog sorunu yaşanıyorsa bu 'öyle olmasıgerektiğine inanıldığı' içindir. Analizcilere düşen de bu durumu yorumlamaktır. Çünkü siyasal analiz sonradan (a posteriori) yapılır.

Eğer siyasette diyalog yoksa bu, belki kötü, belki sorunlu ama bir veridir!

***

Buradan hareketle başka bir noktaya geleceğim: hangi konu olursa olsun iktidar, tabanı, kitlesi, koyu, katı, ödünsüz bir savunma içinde. Müthiş bir içe kapanma gösteriyor. Herhangi bir eleştiriyi kabul ederse bütün zeminin ayakları altından kayacağını, her şeyin boşa çıkacağını, tüm cepheleri yitireceğini sanıyor.

Böylesi bir yanlış tutum onu savunmaması gereken, düpedüz yanlış konumları,kavramaları da savunmak zorunda bırakıyor.

O tavır, her ne ise, 'muhafazakârlığın' bir zarureti olarak görünüyor, muhafazakârlığın adeta varlıksal, ayrılmaz, tayin edici unsuru şeklinde ele alınıyor.

Buna neden olarak muhafazakârlığın 'özgül' bir 'ideoloji' oluşu gösteriliyor. Yanlış!

Başka ideolojiler de en az o kadar özgüldür.

Böyle bir değerlendirme muhafazakârlığa taşıyamayacağı bir bilinç durumu inşa etmektir.

Ayrıca, diğer ideolojilerle mukayese edildiğinde muhafazakârlık onlara nazaran çok daha dışa dönük bir ideolojidir. Çok daha popüler ve popülist bir tabanı vardır.

Diğer ideolojilerin içerdiği 'yabancılık' dolayısıyla 'özgüllük' boyutu daha yüksektir.

Türkiye'de muhafazakârlığın bugüne kadar süren başarısı onun daha fazla hayata ait, onunla iç içe, üretken, 'canlı' bir ideoloji olmasındandır.

Şimdi bahsettiğim yaklaşımla muhafazakârlığı içine kapamak ve ona 'bürokratik' bir tutumla yanlış pozisyonları bir 'tehdit algısı' içinde savundurmak, onu bürokratik bir ideolojiye dönüştürmek çok anlamsız bir tavırdır.

Hele Türkiye'nin hep bürokratik ideolojilerden çektiği düşünülürse...