Sabah yazarı Hilâl Kaplan, Fethullah Gülen cemaatinin, 2010’dan sonra kendisini tanıtırken ‘cemaat’ olarak değil, ‘camia’ olarak tanıtmasına değinerek, “FETÖ bir irticaî tehdit değildir” ifadesini kullandı.
“Sanki nerdeyse bildiğim tüm cemaat ve tarikatlar darbeye karşı durmamış, bugüne kadar FETÖ'nün baskılarına maruz kalmamış gibi FETÖ'yü sanki bir 'laiklik azlığı' problemi gibi kodlayıp, tüm cemaat ve tarikatları düşmanlaştıranlar peydâ oldu” diyen Kaplan, Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez’in cemaat ve tarikat temsilcileriyle yapacağı görüşmeyi önemsediğini belirtti.
Hilâl Kaplan’ın bugün (27 Eylül 2016) yayımlanan “Tarikatlar devlet ve FETÖ” başlıklı yazısı şöyle:
Herhangi bir FETÖ'cü ile konuşmuş olan gayet iyi bilir ki, 'cemaat'lerini tanıtırken kullandıkları ilk cümleler aşağı yukarı, "Biz tarikat değiliz. Hocaefendi de mürşit değil. Devir, tarikat zamanı değil" olurdu.
Hatta hatırlarsınız, FETÖ'nün devlet yapılanmasının gittikçe daha tartışılmaya başlandığı 2010'ların başından itibaren kendilerine 'cemaat' denmesine bile ısrarla karşı çıkmışlardı. Anılmak istedikleri kelime, daha seküler çağrışımları olan 'camia' idi. Onlara 'hizmet camiası' denmesini istiyorlardı.
Yurtdışındaki FETÖ yapılanmaları da, ki özellikle Avrupa'daki Türkler bunu yakinen bilir, bulundukları devletin kendilerini 'İslâmi yapılar' kapsamında kategorize etmesine itiraz ederler.
Kendilerini, elebaşlarının talimatları doğrultusunda, Müslüman yapılardan titizlikle ayırırlar. Zira dertleri İslâm itikadından oldukça uzak olan, üç büyük dinin bir karışımı olduğuna inandıkları 'çatı din'in 'Kâinat imamı'nın gücünü ve dolayısıyla kendi etkilerini artırmaktan başkası değildir.
Bu gerçeği benim hafızama kazıyan yaklaşım, gazeteci kılıklı bir FETÖ'cünün, 17-25 Aralık sürecinde, Ak Parti'ye destek veren tüm tarikat ve cemaatleri tasfiye edeceklerini ilan etmesi olmuştu. Zaten İhlas Holding'den Deniz Feneri'ne, Selam- Tevhid davasından İHH operasyonlarına kadar yürüttükleri çizgiye baktığınızda da, Müslüman temsili olan tüm kurum ve yapılara nasıl da düşmanca saldırdıklarını görmeniz de mümkün.
Ancak 15 Temmuz'dan sonra garip bir şey oldu. Sanki nerdeyse bildiğim tüm cemaat ve tarikatlar darbeye karşı durmamış, bugüne kadar FETÖ'nün baskılarına maruz kalmamış gibi FETÖ'yü sanki bir 'laiklik azlığı' problemi gibi kodlayıp, tüm cemaat ve tarikatları düşmanlaştıranlar peydâ oldu. Hâlbuki FETÖ, bir 'irticaî tehdit' değildir. Bilakis, dine dair her şeyi 'irtica' kapsamında düşmanlaştıran anlayışın yayılmasına katkı sunduğu bir örgütlenmedir.
"Gülen'in Kemalistlere uzattığı el" yazımda belirttiğim gibi, "FETÖ'cüler, takiyyedeki ustalıkları sebebiyle 1970'lerden itibaren, Kemalistlerin gözünün içine baka baka devlette örgütlenebilmişlerdir. Bu yüzden oğlunun/ kızının devlette bir istikbali olmasını isteyen dindar anne- babalar da çocuklarını bu yapıya teslim ederek insan kaynağı sağlamıştır. 'Dindar düşmanı devlet' algısı, FETÖ'nün devlete sızma taktiklerini 'anlaşılabilir' kılıp yaygınlaştırmıştır.
Yine bu yüzden, FETÖ, tüm dinle bağdaşmayan açıklamalarına rağmen, bir kısım dindarlar nezdinde mazur görülmüş, 'maslahat gereği herhalde' denilerek hüsnü zanla karşılanmıştır. Kaldı ki, verilere göre darbe planlayıcılarının üst kademesindekilerin hepsi 1980'lerden başlayarak orduya sızmıştır, dolayısıyla ortada Kemalistlerin övüneceği türden sistemli bir dışlama başarısı da yoktur."
15 Temmuz direnişi, devletin dini cemaat ve tarikatları yasaklayıp baskılayan yapısının değil, onlarla şeffaf ve bazı alanlarda denetime tâbi, her toplumsal yapıyla olduğu gibi doğal bir ilişki kuran devlet anlayışının gereğini ortaya koymuştur. Neticede cemaat ve tarikatlar, bu toprakların asırlardır süren tarihinin ayrılmaz bir parçasıdır. Bu minvalde, Diyânet İşleri Başkanı Mehmet Görmez'in muhtelif cemaat ve tarikat temsilcileriyle bir araya geleceği istişare toplantısını çok önemsiyorum ve şimdiden hayırlara vesile olmasını diliyorum.