Magazin

Rıza Kocaoğlu: "Bu benim sevgilim olsun" dedim; bir kere buluştuktan sonra da ayrılmadık

"Bir süre sonra sıkılıp boğulma ihtimalim yüksek her şeyden; evlilik için yeni bir formül bulmak lazım"

22 Şubat 2016 13:12

12 Şubat'ta vizyona giren 'Dünyanın En Güzel Kokusu' filminde, en yakın arkadaşına aşık genç bir adamı canlandıran Rıza Kocaoğlu, aşk hayatıyla ilgili açıklamalarda bulundu. Kocaoğlu, "Meltem’le oturuyoruz bir kafede, duvarlarda afişler var bir sürü. Bir döndüm, çok güzel bir kız, kalktım gittim baktım; 'Bu kim?' dedim. 'Bu benim sevgilim olsun'. 'Meltem bu kız benim sevgilim olacak' dedim. Meltem 'Manyak mısın oğlum?' falan diyor. Dünyalar güzeli bir kız… Sonra sevgilim oldu. Öyle de olabiliyor. Bir kere buluştuktan sonra da ayrılmadık." dedi.

Baba olmanın da bir biyolojik saati olduğunu söyleyen Kocaoğlu, "Çok kıyak bir baba olurum. Süper baba olurum. Bir kere çok ilgili olurum. Bir de biraz da hasbelkader, meslekten sebep, psikoloji öğrenir olduk" diye konuştu.

Radikal'den Bahar Çuhadar'a konuşan Rıza Kocaoğlu'nun açıklamalarından bazı bölümler şöyle: 

İlk ne zaman âşık oldun, hatırlıyor musun? 

Çocukken âşık olmuştum. Birkaç ev yanımızda oturan birine… Bisikletle devamlı kapılarının önünden dolanıyordum. Ama onun benimle hiç alakası yoktu. Acı çekmeye o zaman başladım (gülüyor).

Ve sonunda vazgeçtin? 

Yıllar içinde… Bir arkadaşım da öyle ona âşıktı galiba, çocuktuk, o da küçüktü çok. Yıllar içinde geçti, bitti, gitti unuttum. Ama ilk o...

Âşıkken normal zamanlardaki Rıza’dan farklı olarak neye dönüşürsün? 

Adrenalin artıyor galiba. Normalde yapamayacağım bir sürü şeyi yapıyorum. Tiyatro oyununda oynarken de oluyor o. Mesela öncesinde provasını yaparken çıkmayan bir hareket çıkıveriyor, o anda bir güç geliyor sana yani. Âşıkken de aynı güç ve enerji geliyor. Sanki hani, hiçbir şeye cesaret edemezken bir ilaç almışsın ve başka bir boyuta geçmişsin gibi bir enerji.

Ve bu hâl, hayatının normal akışına da yansıyor mu? 
Her yere… O bütün yaratıcılığına da yansıyor. Hormonal bir şey, mutluluğuna da yansıyor. Her şeye, bütün ilişkilerine… İşinden yüzünün parlaklığına kadar...

Bir arkadaşın anlar mı dışarıdan bakınca o sıralar âşık olduğunu? 

Tabii canım, herkes anlar. Sokaktaki insan da anlar.

O kadar saçıyorum, diyorsun.

Aynen. Koşturuyorum ben, bayâ koşturuyorum. Bu bir süre sonra düşüyor tabii, o da dramatik sonuçlar yaratıyor. Düştüğün noktada onu dönüştürebilme sanatı herhalde sonrası da. Ona başka bir şey, sevgi, başka bir form vermek gerekiyor. Bazen veriyorsun, uzun ömürlü bir şeyler oluyor. Bazen veremiyorsun daha kısa ve acıklı oluyor...


Peki sen kendin nasıl anlıyorsun âşık olduğunu?

Tek kişilik bir şey değil tabii ki. Karşındakinden aldığın elektrikle ilgili, ne bileyim çarpılmış gibi, duvara çarpılmış gibi oluyorsun. İsim vermeyeyim ama bir sevgilim için şöyle olmuştu: Bir arkadaşımla, Meltem’le oturuyoruz bir kafede oturuyorum. Duvarlarda afişler var bir sürü. Bir döndüm, çok güzel bir kız, kalktım gittim baktım; “Bu kim?” dedim. “Bu benim sevgilim olsun”. “Meltem bu kız benim sevgilim olacak” dedim. Meltem “Manyak mısın oğlum?” falan diyor. Dünyalar güzeli bir kız… Sonra sevgilim oldu. Öyle de olabiliyor.

Peşine düşmedin yani? Tesadüfen hayat mı bir araya getirdi? 

Biraz düştüm (gülüyor). Bir tanıştım, sohbet ettim. Sohbet edince, çarpıştık. Bir kere buluştuktan sonra da ayrılmadık. 
 

"Acı çektikce daha az ısrarcı oluyoruz"


Israrcı bir âşık mısındır? Benzer şekilde tanıyıp âşık olduğun bir kadına karşı ısrarcı olduğunu oluyor mu?

 

Büyüdükçe, acı çektikçe, bütün yöntemleri deneyip hepsinin sonuçlarını gördükçe, artık daha az ısrarcı oluyorsun. Israr etmeyecek yaşa geliyorsun, ısrar etmenin bir şeye faydası olmadığını öğreniyorsun yıllar içinde. O yüzden artık ısrarcı biri değilim ama daha küçük yaşlarda evet, ısrarcı bir yapım da vardı. Bir yerde olmadı mı, iş uzadı mı bir daha zor oluyor. O yüzden böyle ilk çarpışmaları yineliyorum. Benim aşklarım aslında çatışmadan çıkıyor. Yani film gibi bir durum; çatışma, zorluk hep bana daha çekici geldi. Hepsinde ayrı bir zor durum vardı. O çatışmadan besleniyor. “A film gibi bir durum var burada” deyip peşine düşmek gibi bir şey oluyor. Belki ben bir aura yaratıyorum da karşımdakini inandırıyorum. Bu bazen yanlış oluyor, bazen dünyanın en doğru şeyi oluyor.

Tamamen aşk üzerine bir filmde, ‘esas oğlanı’ oynamak nasıl bir şeymiş? 

İyi bir şey, çünkü o çok yakın, hepimizin en iyi bildiği his. Ve Uğur da (Yağcıoğlu, filmin yönetmeni) benim nasıl aşk yaşayabileceğimi biliyor, görüyor. Biraz benziyor aslında, doğal olarak kendinden de katıyorsun. Daha sert, daha tutkulu, daha başka bir aşk hikâyesinde de oynamak isterim. Çünkü o çok geniş bir yelpaze, çok derin bir duygu.

Çoklu aşka, yani ‘poliamori’ye, aynı anda birden fazla insana âşık olmaya inanıyor musun? 

Yok, hiç başıma gelmedi. Zaten bekarken böyle şeyler oluyor insanın hayatında.

Birkaç kişiyle aynı anda bir şey yaşamak değil, birden fazla insana aynı anda âşık olmayı soruyorum. 

Yok, hiç öyle bir şey hissetmedim. Çünkü ben aşkı bir temizlenme, bir arınma hali olarak görüyorum. Kendi hayatımda bir şeylerden bıkıp kirlendiğimi hissettiğimde aşka sığınıyorum. Ve orayı da çoğaltıp konsantrasyon bozmak değil aksine konsantre olup sadece orada kalmak, temizlenmek, tertemiz orada kalmak olarak bakıyorum aşka. Öbürü kirlidir, değildir; ben bilmiyorum ama hiç başıma gelmedi öyle bir şey.


"İnsan büyüdükçe kıskançlık küçülüyor"


Kıskanır mısın âşık olduğun insanı?

İnsan büyüdükçe kıskançlık da küçülüyor. Filmde diyor ya “Sen büyüdükçe egon küçülüyor.” Kıskançlık da küçülüyor gerçekten.

Eskiden kıskanır mıydın?

Tabii, özgüvenle ilgili bir şey kıskançlık bence. Ve senin özgüveninden kaynaklı değilse zaten o insandan uzaklaşmalısın, ikilemelisin. Eğer gerçekten ona güvenmiyorsan oradan hiçbir şey çıkmaz. Özgüvenle alakalı olduğu için; büyüdükçe daha az kıskanıyorsun, daha sakin bir tutumun oluyor.

Şu anda âşık mısın? 

Oraya girmeyelim.

Peki… ‘Şöhret’ arttıkça âşık olmak, ilişki yaşamak ‘ünsüz’ olduğun dönemlere kıyasla nasıl bir hal aldı? Aşkı yaşarken kameralarla burun buruna olmaktan bahsediyorum.  

Bir süre sonra alışıyorsun. Barışmaya başlıyorsun. Ben çok barışık değilim o durumla, anlayamıyordum çünkü, kontrol edemediğim bir şey olduğu için. Büyüdükçe ona da alışıyorsun ama dediğin doğru; yani sevgilinle sokaklarda yaşayabileceğin özgürlük alanı tabii ki daha kısıtlı. İster istemez bir otokontrol geliştiriyor. “Acaba kamera var mıdır?” durumu oluyor bazı yerlerde. 


Erkeklerin biyolojik baba olma saati var


Kadınlar hakkında söylenen büyük ve tuhaf bir klişedir; “Biyolojik saati geldi, çocuk istiyor” derler… Filmdeki karakterin Hakan baba olmak istiyor. Erkekler için de işleyen bir biyolojik baba olma saati var mı?

Var.

Nasıl bir şey o? 

Kendimden biliyorum. Büyüdükçe, büyüdükçe, çocuk gördüğünde bir başka oluyorsun. İlgin, alakan, vakit geçirmen daha uzun sürüyor. Mesela bundan 3–5 sene önce hiç öyle bir durumum yokken şimdi, içeriden içerden, “Allah Allah, bir çocuk yapmasak mı?” diye bir his gelmeye başlıyor. Var, tam da biyolojik...


"Çok kıyak bir baba olurum"
 

“Ben nasıl bir baba olurum acaba?” diye düşünüyor musun? Kareler canlanıyor mu gözünün önünde? 
Çok kıyak bir baba olurum. Süper baba olurum. Bir kere çok ilgili olurum. Bir de biraz da hasbelkader, meslekten sebep, psikoloji öğrenir olduk. Ve bize yapılan hataları- kişisel bir şeyden bahsetmiyorum, hepimize yapılan hataları- bir daha görüyorsun. Ben o hataları daha az yaparım gibi geliyor. Ama tabii ki herkesin bir karakteri var; benim de. Ve o karakterin defektlerinin de çocuğa yansıyacağını biliyorum ama o kontrole şimdiden başlamak bile bir artı gibi geliyor. Bir de ne bileyim, şefkatliyimdir, kıyak baba olurum. Renkli baba olurum.

“40 yaşıma gelmeden baba olayım artık” türü vaziyetler var o zaman… 

Bir inceden geliyor ama... Eğer olamıyorsan da kendi 40’ını geciktiriyorsun. Dur yaşlanmayayım, spor yapayım falan diye gidiyor. 


"Başka bir evlilik formülü mümkündür herhalde"

 

 

 


Evlilik fikri nasıl geliyor kulağına? Evlilik sürdürülebilir bir ilişki biçimi mi sence? 

Çok zor geliyor ama… Senle büyük ihtimal konuşmuşuzdur yıllar önce ve evliliğin hiç aklımda olmadığını söylemişimdir belki. Ama şimdi bayâ akla yatkın geliyor. Ama yine de sıkıntılı, yerinde duramayan biriyim. Bir süre sonra sıkılıp boğulma ihtimalim yüksek her şeyden. Karım da olabilir bu ve kaçacak yer yok. O yüzden bilmiyorum, yeni bir form bulmak lazım.

Açık ilişki deneyen çiftler var; evliyken başka insanlarla birlikte olan, karşılıklı ve açık olarak bunu deneyen. Böyle bir ‘forma’ nasıl bakarsın?

Böyle bir şeye bakmam bile. Aşktan bahsediyoruz, o zaman olur mu?

Aşkını yaşıyorsun ama evlilikte bir süre sonra aşk diye bir şey kalmayabiliyor. 

Yeniden âşık olurum. O beni yeniden hayata bağlar.

Aynı insana mı? 

Hayır, başka birine âşık olurum.

Evliliği bitirip başka bir şey yaşarsın... 

Evet, öbürü çok ahlaklı gelmiyor. Yani evlilik bütün kurumlar gibi biraz çürümüş bir kurum. Ama sonuçta bu da insanoğlunun bin yıldır bulduğu bir form, demek ki bir şey var burada.

Aslında evlilik içine girmemizin istendiği bir kalıp. Evlilikle, aile formuyla birlikte daha çok tüketiyorsun, daha temkinli yaşıyor, sisteme iyice entegre oluyorsun… 

Evet, sistem daha kolay akıyor her anlamda. “Ben artık hiçbir şey yapmayacağım şu hayatta” diyemezsin… “Sokaklarda yaşayacağım” diyemezsin, sisteme entegre oluyorsun. Ama başka bir boyutta, başka bir entelektüel derinlikte; ilişki, evlilik formülü de mümkündür herhalde…