T24 - Reha Muhtar, ikizlerinin annesi Deniz Uğur ile ilişkilerini nasıl bitirdiğini Vatan Gazetesi'nde dünkü köşesinde 'Sonsuza kadar ayrıldığım kadın' başlığıyla yazmıştı. Hasta yatağındaki babasının başında bekleyen Muhtar, bugün de köşesinde çocuklarına mektup yazdı.
Muhtar'ın Vatan gazetesinde bugün (27 Kasım 2010) yayımlanan yazısı şöyle:
Çocuklarıma mektup
Sevgili yavrularım...
Bugün dedenizin yanındaydım...
Hastanede her bir tarafına hortumlar bağlamışlar uyuyordu...
Dokunduğumda hemen uyandı...
Sanki oğlunu bekliyordu...
Baba olmak öyle bir şey işte...
Bir ara doktorlar, hemşireler bir sürü insan başında bekliyordu...
Baktım serum takılı kollarından birini bana doğru uzatmaya çalışıyor...
Elimi tutmak istiyordu...
Ona elimi verdim, gülümsedi bana...
***
Bir süre dedenizle babanızın elleri kenetli kaldı...
İlerde göreceksiniz...
Baba ve çocuğu, her zaman baba ve çocuğudur, değişmez kaç yaşına gelirse gelsin...
Dedeniz 80 ben 50 yaşındayım, ama durum değişmiyor...
Ben onun oğluyum...
Sizin benim çocuklarım olduğunuz gibi...
Baba ve çocuklar, hep baba ve çocukları olarak kalırlar yavrularım...
Bugün 12. gün...
Sizden uzakta kaldığım, sizi göremediğim, o güzelim kokunuzu koklayamadığım, nefesinizi nefesimde hissedemediğim 12. gün...
Duygularımı size anlatacak durumda değilim yavrularım...
Daha küçücüksünüz...
Ve bilmelisiniz ki babanız her şeyi çözecek bir gün...
Şimdilik olsun varsın, ilerde bunları daha çok telafi ederiz...
***
Dün dedenizin elini tuttuktan sonra ilginç bir şey oldu...
Doktorlar, hastabakıcılar, etrafında sarılıyken tam, babam iki elini göğsüne götürdü...
Kısık sesle sizin için dua ettiğini duydum...
“Allahım sen onları babalarına bağışla...” diyordu...
O zaman babamın günlerdir babanızın iki katı acı duyduğunu farkettim...
O sizi göremediği için acı duyuyordu...
Ama bir kat acıyı daha, babanız sizi göremiyor diye duyuyordu...
Çünkü sizin babanız onun oğluydu...
Ama bugünler geçecek...
Allah sevenleri ayırmaz merak etmeyin...
***
Dün doktoru Ari Bey’le uzun uzun konuştum...
Öncelikle 48 sonra 72 saatin geçmesini bekliyorlar...
Dün akşam ilk defa yatağın kenarında oturttular...
Kısa bir yürüyüş de yaptırmışlar...
“Ayağa kaltığında başın dönüyor muydu babacım?..” dedim...
“E biliyorsun” dedi “Uzun zaman yatakta kaldıktan sonra her insan ayağa kalktığında başı döner...”
Hala konduramıyor kendisine başının döndüğünü ve hastalığını...
Bu hali ne çok bana benziyor...
Daha doğrusu ben ne çok ona benziyorum...
Ben de hastanede, yatağa çivili kalmışken bile kendimi hasta göstermemeye uğraşırım...
“Yok bir şeyim” derim...
Herhalde siz de büyüdüğünüzde bu huyu alacaksınız...
***
Sevgili Poyraz, sevgili Mina, sevgili yavrularım...
Annenizle biz bundan böyle kendi yollarımızda gideceğiz...
Emin olun ki dünya devrilse, böyle bir kararı almazdım...
Ama dünyanın devrilmesinden daha büyük olmasa da, daha kabul edemeyeceğim bir şey oldu ve bu kararı vermek zorunda kaldım...
Bunu sizler için yaptım yavrularım...
Sizin “gerçek” olmanızı istiyorum ben...
Sizin gerçekler üzerinde yaşamanızı, yalanlar üzerine hayatı kurmamanızı istiyorum ben...
***
“Can”larım...
Hayatta insanın başına bir sürü şey gelir, gelebilir...
Bazıları zordur, kolay hazmedilmez...
Bazıları korkutucudur, üstesinden gelinmez...
Bazıları ağırdır, kolay taşınmaz...
Öyle anların birinde bazı insanlar “bir kırılma noktası” yaşarlar...
Ürkütücü gerçekleri, hazmetmiş görünür, kabullenir ve konformizmin içine sürüklenirler...
Yaşamlarını değiştirecek gücü ve kuvveti kendilerinde bulamayabilirler...
O an birçok insanın “kırılma” anıdır...
Yalan yok, bir an sizler için ben de o kırılma noktasını düşündüm...
“Hiçbir şeyi değiştirme, hayatı bir türlü kör topal devam ettir...” diye içimden geçirdim...
***
Sonra sizleri ve kendimi bir daha düşündüm...
Size bir baba olarak bırakacağım en önemli “mirasın” onurum ve onurunuz olduğunu farkettim...
Çocuklarıma bir yalan bir sahte hayat üzerine inşa edilmiş yaşam kuramazdım...
Sizin babanız “gerçekti” yavrularım...
Hayatta belki de tek özelliği “gerçek bir insan” olmasıydı...
Sanal değil, sahte değil, yalan ve gizli kapaklı değil...
Bütün gücünü sahte olmamasından alıyordu...
Fransa’nın eski Cumhurbaşkanı François Mitterand‘ın bir sözü vardır yavrularım:
Yıllar sonra evlilik dışı bir kızının olduğunu itiraf ettiğinde, gazeteciler ona sordular:
“Niye söylediniz?.. Ortaya çıkması ihtimalinden mi korktunuz?..”
“Hayır” dedi Mitterand, “Ben kendi vicdanımın temiz olmasına uğraşıyorum... Konunun sizinle ya da gizli birşeylerin ortaya çıkma korkusuyla ilgisi yok... Ben kendi vicdanımı hafifletiyorum...”
***
Size zor ama kırılma noktası olmayan bir hayatı “miras bırakmak istedim” yavrularım...
Bu kararın sizin için ağır bir karar olduğunu biliyorum...
Ama sizi kullanmalarına ve istismar etmelerine izin veremem...
Ayrıca;
Gerçeklerden kaçan ürküntülerin...
Hazmedilememiş ama içselleştirilmeye uğraşılmış sahteliklerin...
Irz ve namus düşmanlarının kol gezdiği bir dünyanın...
Gebeliğinde yürüyen bir hayatınız olamazdı, olmamalıydı yavrularım...
Benim hayatımda sizden ve Ayşe Nazlı‘dan başka kimselerim yok...
Annemle, yoğun bakımdaki babam yaşlandılar...
Sizin sevginizle ayakta duruyorlar...
***
Beyne giden damarlarından biri tıkanmış bir babayı yoğun bakıma götürüp, elini elinizle tutarken, kendi çocuklarının nefesinden, kokularından, dünya güzeli yüzlerinden, mini minnacık ellerinden uzakta olmak, “acı” veren bir süreç...
Babanı hastaneye götürürken, çocukların uzağında...
“Kalleş” bir dönemeç...
Ama baba olmak bütün acılara direnebilme cesareti ve gücü demek...
Annenizi üzmeyin...
Yakında dedeniz de iyi olursa hep beraber mutlaka görüşeceğiz...
Sizi çok seven babanız...