08 Temmuz 2012 17:39
Kentleşme uzmanı Prof. Dr. Ruşen Keleş, "Toplu Konut İdaresi öncülüğünde kentsel dönüşüm, kentsel toprakların değişim değeri doğrultusunda yapılıyor. Yani rant yaratılıyor. TOKİ belediyelerle anlaşarak ya da anlaşmaya gerek duymadan, tek merkezden, toplu konuttan çok kentsel dönüşüm projelerini destekleyen bir kuruluş haline geldi" dedi.
Cumhuriyet gazetesinden Leyla Tavşanoğlu'nun "Rant yaratmanın adı oldu" başlığıyla yayımlanan (8 Temmuz 2012) söyleşisi şöyle:
Samsun’un Canik ilçesinde Toplu Konut İdaresi’nin (TOKİ) “yıldız projesi” ya da “Kuzey Yıldızı Konutları” sel sularına kapıldı; beşi çocuk dokuz kişi öldü. Meğer “yıldız” binalar dere yatağına yapılmış. Türkiye ekonomisinin lokomotifi inşaat sektörünün “parlayan güneşi” TOKİ’nin böyle bir işi nasıl becerdiğini anlamak mümkün değil. Aslında mimar odaları, mühendisler yıllardır birtakım uyarılarda bulunuyor, zemin etütlerinin, inşaat kalitesinin son derece dikkatli gözden geçirilmesi gerektiğini söylüyor. Ben de hazır yeri gelmişken TOKİ’nin tarihçesini bir araştırayım dedim. Bakın nasıl gerçeklerle karşılaştım. TOKİ’nin 40 yıl içinde nasıl evrilip amacından saptığını gözler önüne seren, ilk TOKİ’nin 1972’deki kuruluşuna imza atanlardan şehircilik uzmanı Prof. Dr. Ruşen Keleş’le bu söyleşiyi yaptım.
- Bir grup tanınmış işadamı ve akademisyen 1972’de TOKİ AŞ’yi kurmuştu. Siz de bu grup içinde yer alıyordunuz. TOKİ AŞ’nin kuruluş amacı neydi? O zamanki TOKİ’yle bugünkü TOKİ’nin faaliyetlerini kıyasladığınızda ne görüyorsunuz?
- 1972’de Toplu Konut Holding Anonim Şirketi ya da TOKİ AŞ’nin kuruluşundan şöyle haberdar olduk:
İstanbul Sanayi Odası’nda (İSO) görev yapan ileri görüşlü bir kısım sanayici ve işadamı çalıştırdıkları işçilerin barınma sorunlarını kendi sorunları olarak görme bilincine sahiptiler. Batı ülkelerinde işverenler şirketlerindeki üretim faaliyetlerinde görev alan emekçilerin barınma sorunlarıyla ilgilenmeyi sosyal güvenliğin bir parçası olarak üstleniyorlardı.
Sosyal güvenlik kurumlarının yanı sıra işveren de çalıştırdığı işçinin barınma sorununu onun sosyal sigortası olarak görür ve buna katılır anlayışı varken Türkiye’de böyle bir gelenek o tarihe kadar yoktu.
- Yani bir anlamda daha o zaman kurumsal sosyal sorumluluk projesinin hayata geçirilmesi amacı mıydı bu?
- Kesinlikle öyleydi. Demin söylediğim gibi Türkiye’de öyle bir gelenek o yıllarda olmadığı için bu boşluk gecekondular tarafından doldurulmuştu. Gecekondu sadece Türkiye’de değil, kimi başka ülkelerde de işverenin optimal çözüm olarak gördüğü bir olguydu. Çünkü işverenin kendisine hiçbir sorumluluk düşmüyordu.
O zamanki İSO Meclis Başkanı Murteza Çelikel’in öncülüğünde pek çoğumuzun isimlerini yakından bildiğimiz kimi işadamları bu girişimi başlattı. Bu isimlerden bazılarını şöyle sıralayabiliriz: Asım Kocabıyık, İbrahim Bodur, Jak Kamhi, Nejat Eczacıbaşı, Nuh Kuşçulu, Raif Dinçkök, Üzeyir Garih, Hayri Domaniç, İzzet Baysal, Ertuğrul Soysal, Orhan Aker, Feyyaz Berker, İshak Alaton, Nihat Gökyiğit.
Bu işadamları bir araya gelip TOKİ AŞ’yi kurdular. Yalnız kişiler değil, çoğunun temsil etmekte olduğu şirketler de TOKİ’ye kurucu oldular. Şirket sözleşmesinde amaç olarak şu görüşlere yer verilmiş:
“Mesken yönünden memleketin sosyal gelişmesi için halka ucuz ve sağlam hazır tip meskenler sağlamak amacıyla kuruldu. Bunun olabilirliği için birtakım çalışmalar yaptırmayı gündemimize aldık. Her türlü inşaat sanayiini kurmak ya da ortak olarak kurulmuş olan inşaat sanayii kuruluşlarında faaliyetlerimizi sürdüreceğiz.”
Grup, çalıştırdıkları işçilerin ucuz ve sağlıklı konutlar edinebilmeleri için bir dizi araştırma başlattı. Biz kimi akademisyenlerin TOKİ’yle temasa geçmemiz bu nedenledir.
- Bu araştırmalarda öncelik neye verildi?
- Öncelikle arsa araştırmaları başladı. Karaman (bugünkü Ataşehir’in yapıldığı arazi), Hekimbaşı çiftlikleri gibi araziler üzerinde durdular. Hatırladığım kadarıyla 7 milyon metrekarelik Hekimbaşı Çiftliği TOKİ AŞ tarafından satın alındı. Ama ne yazık ki İmar ve İskân Bakanlığı ve ilgili makamlardan izin alınamadığı için inşaat faaliyetleri başlayamadı.
O zamanki İmar ve İskân Bakanlığı’nın öncülüğünde İstanbul için Nazım Plan çalışmaları yapılıyordu. Nazım Plan çalışmaları sonuçlanmadan izin veremeyeceklerini söylediler.
Bu arada TOKİ AŞ yetkilileri İstanbul için uydu kent projelerini inceliyordu. Londra ve Paris’te temaslarda bulunuldu. Bu arada benim de aralarında bulunduğum bir grup bilim insanıyla temasa geçtiler. Başında bulunduğum araştırmacı grubun içinde Prof. Mübeccel Kıray, Prof. Asaf Savaş Akat, DPT uzmanı Tevfik Çavdar, yüksek mühendis mimar Behruz Çinici, mimarlar Haluk Baysal, Melih Birsel, Nişan Yaubyan, Tuncay Çavdar, Turgut Alton, mühendis-mimar Erdal Erkut ve şirket teknik sorumlusu Erbil Töre vardı.
O tarihlere kadar toplu konut sadece sözü edilen bir kavramdı. Her ne kadar 1960’ların başından itibaren yapılan kalkınma planlarında toplu konut öneriliyor idiyse de fiiliyatta ne devlet ne de özel sektör toplu konut yapımına pek rağbet gösterdi. Oysa çok sayıda konut üretmek, hem arsalar hem yapı malzemesi açısından birtakım tasarruflar sağlayabilecek bir yöntemdi.
- Peki, o dönemin TOKİ AŞ’si amacına ulaşabildi mi?
- Demin söylediğim planlama ve arsalar yüzünden kaynaklanan güçlükler nedeniyle bunu başaramadı; faaliyete geçemedi. Sadece fizibilite etütleri yapılıp raflara kaldırıldı.
Ancak, 12 Eylül 1980’e geldiğimizde bizim yaptığımız çalışmaların raporlara da yansıması nedeniyle iktidara el koyan 12 Eylül yönetimi, 1981’in sonuna doğru 2487 sayılı Toplu Konut Yasası’nı çıkardı. Yasada toplu konut kuruluşu tanımlanıyordu. Emekli Sandığı ve Sosyal Sigortalar Kurumu (SSK) gibi sosyal güvenlik kurumlarının ve konut kooperatiflerinin toplu konut yapabilecekleri hükme bağlanıyordu. Özel sektör şirketleri bunun dışında tutuluyordu.
Bunun üzerine başta DPT ve basın olmak üzere askerlere, özel şirketlerin neden bu işin dışında tutulduğuna dair tepkiler geldi. Bu yasa 1.5 yıl yürürlükte kaldıktan sonra değiştirildi ve yerine bugün uygulanmakta olan, Turgut Özal iktidarlarının yürürlüğe soktuğu 2985 sayılı Toplu Konut Yasası getirildi.
- İki yasa arasında ne gibi farklar vardı?
- Fark sadece toplu konut kuruluşlarının hangileri olduğuna ilişkin ayrılık değildi. Bir de toplu konut çalışmalarının hangi kaynaktan finanse edileceği farklılığı bulunuyordu. Çünkü birinci yasayla ilk kez toplu konutların finansmanı için devlet bütçesinin vergi gelirlerinden otomatik olarak yüzde beş ayrılması öngörülüyordu.
İkinci yasada bütçe dışı kaynaklardan toplu konut finansmanının sağlanacağı hükme bağlanıyordu. Bugün yurtdışına çıkışlarda ödediğimiz konut fonu harcı işte budur. Bir de gümrük vergilerinden de kaynak aktarılması öngörüldü. Turgut Özal dönemi ve 1990’ların sonuna kadar anlayış, öncelikle kâr amacı gütmeyen kooperatiflerin desteklenmesi amaçlanmıştır ki bu çok doğru bir karardır. Burada önemli nokta, üretilen konutların varlıklı kesimlere değil orta hallilerle alt gelir gruplarına yönelecek biçimde olmasıdır.
- Peki, bugünkü TOKİ uygulamasını nasıl görüyorsunuz?
- Bunun hakkında söylenecek çok şey var. TOKİ’yle kentsel dönüşüm 2000’li yılların başından itibaren aşağı yukarı özdeşleşti. TOKİ belediyelerle anlaşarak ya da anlaşmaya gerek duymayarak tek elden, tek merkezden, toplu konuttan çok kentsel dönüşüm projelerini destekleyen bir kuruluş haline geldi.
- Galiba TOKİ yapıları da daha çok varlıklı kesime yönelik...
- Bunda hiç kuşku yok. Çünkü dar ve orta gelirli kesimin toplu konut projelerinde desteklenen payı yüzde 20’lerin üzerine çıkmıyor. Bu TOKİ’nin kuruluş amacına tamamıyla ters bir değerlendirmedir. Ayrıca TOKİ sadece toplu konut değil sınır karakolu, okul, sağlık tesisi de yapıyor.
Bunlar elbette önemli kamu hizmetleri. Ama baş amacı orta ve dar gelirliye yönelik sosyal konut yapmak olmalıdır. Son zamanlarda başka ülkelerde de konut yapmasından söz edilen bir kurum olduğuna göre artık kuruluş amacından uzaklaşmıştır.
- Sanıyorum TOKİ yeni yeni müteahhitler de üretiyor...
- TOKİ’nin bence eleştirilmesi gereken bir başka faaliyeti de hasılat paylaşımı adı verilen bir kavram var. Pek çok kişi bunun ne anlama geldiğini kavramakta güçlük çekiyor. Bu, şu demek: Zengin için de konut yaparım. Ondan kazandığım parayla orta ve dar gelirliye yönelirim.
Ama bu yanlış bir anlayış. İktisatçıların çok sık kullandığı bir terim vardır. O da parayı zamanında hangi amaç için kullandığınızın çok daha rasyonel olacağını belirleyen bir kavramdır. Buna alternatif maliyet denir. Siz o kaynağı yüksek gelir grupları için kullanıyorsanız bunun zamanında dar ve orta gelirliler için kullanılma şansını ortadan kaldırıyorsunuz. Ekonomide bu, işin maliyetini yükselten bir faktör olarak tanımlanıyor
TOKİ’nin projelerini kent planının bütünlüğü içinde değil, proje bazında yaptığını görüyoruz. Proje bazında yapılınca toplu konutlar, siteler, kentin imar planı bütünlüğünü bozuyor. 3194 sayılı İmar Yasası’nın kurduğu bir planlama düzeni var. Bir de TOKİ’nin ortaya koyduğu proje bazında yürüyen ikinci bir düzen var deniyor. Böylece Türkiye’de ikili bir planlama yapısı ve düzeni oluşuyor. Buna hiç gerek yoktur.
- İyi de TOKİ Başbakanlığa bağlı değil mi?
- Evet ama TOKİ’nin faaliyetleri şirketlerin öncülüğünde yapılıyor. Bir de şirketler arasında birtakım ayrımlar yapıldığına dair yazılar okuyoruz. Şirketlerin öncülüğünde yürüyen bir toplu konut çalışmasının kamu yararını ne kadar gözetebileceği konusunda kuşkularımız var.
- Peki, kentsel dönüşüme nasıl bakıyorsunuz?
- TOKİ öncülüğündeki kentsel dönüşüm kentsel toprakların değişim değeri doğrultusunda yapılıyor.
- Yani rant mı yaratılıyor?
- Evet. Toprakların hem kullanım değeri hem değişim değeri var. Kentsel dönüşüm adı altında birtakım şirketlere ve onların ortaklarına aktarma yapılıyor. Bir de her yerde ormanlar, meralar tahrip edilerek 25-30 katlı binalar yapılıyor. Bunun günümüzün çevre anlayışlarıyla bağdaştırılmasına olanak yoktur. Anayasa hem devlete hem vatandaşlara çevrenin bozulmasını önleme görevini vermiştir. Buna uyulduğunu söylemek mümkün değil.
- Yargı gecikmeli de olsa Sulukule’deki kentsel dönüşümü iptal etti. Öte yandan Fener-Balat’taki kentsel dönüşüm ise yargıdan zamanında döndü. Bunu nasıl karşıladınız?
- Kentsel dönüşümde amaç esas olarak gecekondu bölgelerinin yaşanabilir alanlara dönüştürülmesi olmalıdır. Ama bunun böyle olmadığını 6306 sayılı afet riski altındaki alanların dönüştürülmesine ilişkin yasayla görüyoruz. Bu yasayla kentsel dönüşüm amacının dışına çıkıyor. Böylece kentsel dönüşümün amaçları son derece genişletilmiş oluyor.
Kentsel dönüşümde amaçlar kentsel dönüşüm olgusuna kamu yararı açısından bakmak ya da kentsel dönüşümden rant yaratma ve paylaştırma aracı olarak yararlanmaktır. Hiç kuşkusuz kentsel dönüşüm kamu yararına yapılmalıdır. Bir üçüncü yaklaşım daha var. Toplum yararı açısından bakıyormuş gibi görünerek rant yaratma ve paylaştırma amacının gündemde tutulmasıdır. 6306 sayılı kanunun böyle bir niyetle kaleme alındığını görüyoruz.
- Bir de bir ülkenin ekonomisini sadece inşaat sektörüne bağlamak ne kadar doğru? Bunun sonuçları ne olabilir?
- Taşınmaz mala yapay olarak talebin körüklenmesinin makro ekonomi açısından son derece önemli sakıncaları ve tehlikeleri olabilir. Birkaç hafta önce David Harvey isimli İngiliz coğrafya uzmanı ve kentbilimci Türkiye’ye gelerek bir dizi konferans verdi. Bu tehlikeye dikkat çekti.
“1920’lerde ABD’de inşaat sektöründe bir yükselme oldu ve bu 1929 ekonomik bunalımıyla sonuçlandı. Birkaç yıl önce hem ABD hem AB ekonomileri ağır krize girdiler ve güçlükle kurtarılabildiler. Ben Türkiye’yi beş-altı yıl önceki İspanya’nın durumuna benzetiyorum” diyerek bir alarm vermiş oluyor. David Harvey yabana atılabilecek bir bilim insanı değil.
- Ekonomilerini inşaat sektörüne dayalı olarak geliştirmeye çalışan ülkelere de tuğla ülkeler demiyor mu?
- Aynen öyle diyor.
© Tüm hakları saklıdır.