Cumhuriyet yazarı Ahmet İnsel, TSK'daki cunta yapılanması tarafından düzenlenen darbe girişiminin ardından, "Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın, muhalefetin sırtına keyfine göre yükleyeceği bir kamburun kalmadığını" savundu. İnsel, "Şimdi muhalefet iktidardan çok daha güçlü bir sesle ve meşruiyetle hesap sorma, karşı çıkma ve demokrasi patikasına dönüşü talep etme olanağı elde etti. Şimdi hem otokrasiye çok daha yakınız hem de buna karşı mücadele etmenin siyasal-toplumsal zemini daha güçlü" diye yazdı.
Ahmet İnsel'in, "Otokrasi riski ve direnme imkânları" başlığıyla yayımlanan (23 Temmuz 2016) yazısı şöyle:
Menfur darbe girişimi ağır bir insani bedel ödenerek bastırıldı ama batan geminin geride bıraktığı anafor gibi, ardında büyük bir karmaşa, tedirginlik ve birçoğunun yerindeliği şüpheli karşı önlem furyası bıraktı. Tasarlayanları ve uygulayanları kim olursa olsun, böyle bir darbe girişimi başarısızlıkla sonuçlandığında olağanüstü önlemler almak doğaldır. Darbe başarılı olsaydı akacak kanı hatırlatmaya gerek yok. Hayatta kalmış olanlar bugün bunları ne konuşuyor ne yazabiliyor halde olacaktı.
Olağanüstü hal kararı hükümet tarafından hemen değil, darbe bastırıldıktan dört gün sonra alındı. Çünkü bu kararın esas amacı, darbenin olası artçılarına karşı önlem almak değil, darbe sonrası başlayan arındırma operasyonunu kolaylaştırmaktı. Birkaç gün içinde ortaya çıkan on binlerce kişilik şüpheli listeleri içinde, çok büyük ağırlıkla Gülen Cemaati ile az veya çok, yakından veya uzak bir gönül bağı, menfaat, destek ilişkisi olmuş kişilerin yer aldığı anlaşılıyor. Darbenin beyin takımı ve asli uygulayıcılarının bu cemaat çevresi olduğu iddiası yürürlükte olduğuna ve bu konuda güçlü karineler bulunduğuna göre, bu karşı darbenin çok büyük oranda Gülen Cemaati ve mücavir alanına yönelmesi kaçınılmazdı. Buna karşılık bu darbe teşebbüsüne ordu içinde sadece Gülenci subayların katılmadığını, bu iş için gençliğinden beri formatlanmış standart TSK subaylarının da bu darbede aktif rol oynadıklarını bugün ne iktidar ne muhalefet dile getirmek istiyor. Demokratik muhalefetin bunu da ısrarla sorgulaması gerekmez mi?
Olağanüstü hal ilanı karşısında şaşırmak değil, bu yönetim tarzının sonuçlarından endişe etmek ve bu sonuçlara karşı demokratik muhalefetin bütün enerjisini teksif etmesi gerekiyor. Demokratik gelenekleri güçlü, güçler ayrılığı ilkesinin gerçekten çalıştığı, kamu bürokrasisinin büyük bir oranda partizanlığa değil liyakata dayandığı bir ülkede, olağanüstü hal temel hak ve özgürlükleri zedeler. Otoriter bir rejimde ilan edilen olağanüstü hal ise otoriter rejimi katmerleştirir, hiper otoriter bir rejim yaratır. OHAL’in nasıl işlediğini, bunu yıllarca yakından tanımış, mağdur olmuş olan Türkiye’nin Kürt illerinin sakinleri biliyorlar. OHAL uygulamaları, OHAL ilan edilmeden önce işlenen vahim hak ihlallerine ilave olacak.
Tayyip Erdoğan ve AKP yönetimi, “ne istedilerse verdikleri” çevrede yer alanları, veren el kendileri oldukları için elbette çok iyi biliyorlardır. Ancak Gülen Cemaati sempatizanı olmak veya bu cemaatin desteğiyle bir mevkiye gelmiş olmak, sınav sorusu hırsızlığına, iktidarla elbirliğiyle yapılan hüllelere ve benzeri yasadışı işlemlere dayanmıyorsa, hiçbir koşulda suç teşkil etmediğini, etmeyeceğini demokrat muhalefetin ısrarla dile getirmesi gerekiyor. X spor kulübü darbe teşebbüsünde bulunsa, bu kulübün bütün sempatizanları suçlu veya zanlı olabilir mi?
Bu son derece kapsamlı temizlik operasyonu, AKP iktidarının yıllarca çok yakın işbirliğinde oldukları için yakından tanıdıkları ve şimdi gerçekten çok korktukları Gülen Cemaati üyesi ve sempatizanı kadroları temizlemekle yetinmiyor. Bütünüyle dağılmış durumda olan devlet kurumları yeniden düzenlenirken, yaratılan büyük boşluğun gerçek bir AKP devleti kurulması yönünde doldurulması, tanzim edilmesi hedefleniyor. Dünkünden de daha yekpare bir AKP devleti kurma olanağı veriyor.
Demokrasi hattında mücadele bugün Türkiye toplumunun parlamenter rejime, yönetimin serbest seçimlerin sonuçlarına dayanmasına ve halkın az veya çok ve motivasyonu ne olursa olsun, darbecilere karşı sokağa dökülmüş olmasına sırtını vermelidir. İktidarın liyakat yerine partizanlığa yıllarca göz yumması, hatta bu konuda yakın işbirliği içinde olmasının bugünkü felaketin kaynağında yer aldığı ısrarla dile getirilmelidir. “Yüzü Kıble’ye dönük olma”, “alnı seccadeye değme” veya “adamımız olma” anlayışına dayalı bir devlet örgütlenmesinin, kabile devleti yaratmanın yanında, nasıl büyük bir güvenlik zaafı içinde olduğunu çok açık biçimde gördük. Bunun farklı aidiyet simgeleriyle (Erdoğan’a biat, Milli Görüş kökeni, aile referansı, parti referansı, vs...) yeniden tesis edilmesi riski çok büyük.
Buna karşılık Tayyip Erdoğan’ın muhalefetin sırtına keyfine göre yükleyeceği bir kambur kalmadı. Şimdi muhalefet iktidardan çok daha güçlü bir sesle ve meşruiyetle hesap sorma, karşı çıkma ve demokrasi patikasına dönüşü talep etme olanağı elde etti.
Şimdi hem otokrasiye çok daha yakınız hem de buna karşı mücadele etmenin siyasal-toplumsal zemini daha güçlü.