Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan tarafından da görüşleri dikkate alınan Yeni Şafak yazarı Prof. Dr. Hayrettin Karaman, "Mesleği, mevkii, rütbesi ne olursa olsun her mümin, göstermeyi, bilinmeyi, övülmeyi hedeflemeksizin her durumda inancının gerektirdiği gibi davranır; bu yüzden ona 'sen dini istismar ediyorsun' demek iftira olur" dedi. Karaman, din istismarcılarını, "inancı ve normal hayatı dinden uzak olduğu halde belli bir maksadı elde etmek için din söylemi ve eylemini kullanan kimseler" olarak tanımladı.
Karaman, geçtiğimiz hafta, bugün (16 Nisan 2017) yapılan halk oylamasıyla ilgili olarak "Bizi hedefe yaklaştıracak olan bir adımı daha 'Evet' diyerek atmak, 'farz olanı tamamlayan ve ona yaklaştıran her fiil farzdır' kuralının çerçevesine dahildir" demişti. Karaman'ın söz konusu ifadesi, kamuoyunda tartışmalara yol açmıştı.
Karar yazarı Elif Çakır, aralarında Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez'in de bulunduğu çok sayıda din adamına çağrı yapmış, "Bildiğimiz kadarıyla oldukça dünyevi bir sistem seçimi var. Yine bildiğimiz kadarıyla bunun ‘dinle’ ‘imanla’ bir alakası yok" ifadesini kullanmıştı.
Hürriyet yazarı Taha Akyol da, "Ya önerilen sistem sandıkta kabul edilir de olumsuz sonuç verirse, Prof. Şükrü Karatape’nin deyişiyle '3 sene 5 sene; baktık olmuyor, Parlamento’nun toplanıp tekrar değiştirmesi' gerekirse, 'farz'ın yeri ne olacak?!" sözleriyle tepkisini dile getirmişti.
Hayrettin Karaman'ın "Hayatımızda hangi İslam ve ne kadar var?" başlığıyla yayımlanan (16 Nisan 2017) yazısı şöyle:
Nefis muhasebesi bakımından bu soruyu sıkça sormamız gerekiyor.
Hangi İslam sorusu, çeşitli yabancı etkilerle İslam'ı saptıran cereyanlar, telkinler, yorumlar sebebiyle önemli. Farkında olarak veya olmayarak doğru anlaşılmış bir İslam'dan uzak düşmemek için mümin, gerektiği sıklıkta ve keyfiyette bu denetimi yapmalıdır. Alimler ve uzmanlar kelam meselelerini, mezhepler arası ihtilafları öğrenir ve tartışabilirler. Sıradan bir mümin için ölçüt Ehl-i Sünnet İslam'ı olmalıdır ve bunu da öğrenmek, her seviyeye göre yazılmış kaynaklarını el atında bulundurmak, gerektikçe de alimlere sormak zor değildir.
Bu kadar önemli ikinci soru da “hayatımızda İslam'ın ne kadarının bulunduğudur”.
İslam'ın hayatımızın ne kadarını kapsadığı konusu da, kendi kusurumuzdan İslam'ı sorumlu tutmaya başladığımız zamanlardan beri tartışılıyor.
Benim anladığım ve inandığım şudur.
İslam hayatımızın her noktasını içine alır, mübah (serbest, günah sevap konusu olmayan, dünya işi denilen) alanı da biz belirleyemeyiz, İslam belirler; bu sebeple mübah alan da İslam'a dahildir, onun kontrol ve belirlemesine tabidir.
Durum böyle olunca bir mümin, atacağı her adımın dinine uygun olup olmadığını bilmek ve buna göre davranmak mecburiyetindedir. İşte bunu bilmek için bilgi kaynaklarına baş vurmaya ve anlamaya çalışmaya “istidlâl” denir. İstidlal tamam olunca beyan ve amel safhası başlar;
yani dinin hükmü açıklanır, bilinen ve açıklanan hüküm uygulanır. Bir mümin bunu her işinde yapar, gerektiğinde de neyi niçin yaptığını açıklar; bunu yapana “sen dini istismar ediyorsun” denemez, tama aksine dinin gereğini yerine getiriyor, kulluk yapıyorsun denir.
Peki istismar nedir?
İmanda veya amelde kusuru olan, bu sebeple yapıp ettiklerini dinin kontrolüne tabii kılmayan, ama dindarları kandırmak, onlardan almak istediklerini kolayca alabilmek, sevgilerini ve nefretlerini yönlendirmek… için dini kullanmaya, dinin gereğini söylüyor ve yapıyor görünmeye “din istismarı” denir.
Mesleği, mevkii, rütbesi ne olursa olsun her mümin, göstermeyi, bilinmeyi, övülmeyi… hedeflemeksizin her durumda inancının gerektirdiği gibi davranır; bu yüzden ona “sen dini istismar ediyorsun” demek iftira olur.
İnancı ve normal hayatı dinden uzak olduğu halde belli bir maksadı elde etmek için din söylem ve eylemini kullanan kimseler ise din istismarcılarıdır.
İnsanları uluorta din istismarcılığı ile suçlayanlar çoğaldığı için bu açıklamayı yapma ihtiyacını hissettim.