Değişen Adli Tıp Yönetmeliği’ne göre, artık kimliği tespit edilmiş olmasına rağmen ailesi veya yakınlarınca 3 gün içinde teslim alınmayan cenazeler gömülmek üzere belediyelere veya mülki idare amirliğine teslim edilecek. Böylece belediyeler de defin işlemlerini yapmazsa valilikler tarafından alınıp defnedilebilecek. İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı yönetmeliğe ilişkin, “Yeni yönetmeliklerin anlamı şu; cenazelere ulaşmak, ağlamak, ağıt yakmak, yas tutmak da yasaklandı” dedi. “En geç üç gün içinde cenazenizi almak, bir gün içinde de gömmek zorundasınız” diyen Fincancı, “Yapmazsanız, mezarsız kalmasın diye ölüleriniz, devlet sizin adınıza bu işlemi yapar, hatta huzur bozucu olacaksa gerekli tedbirleri alıp bu durumda sessizce gömer” ifadesini kullandı.
Fincacı’nın Evrensel Pazar’da, “Mezarsız ölüye yer yok” başlığıyla bugün (24.01.2016) yayımlanan yazısı şöyle:
Ölümlerin ardı ardına geldiği, ölenlerin günlerce sokakta kaldığı, sevenlerinin bu dehşet verici görüntüleri izlemek, ulaşabilirlerse cenazeleriyle yatıp kalkmak zorunda bırakıldıkları günlerdeyiz. Böylesine bir dehşetin üstüne, Resmi Gazete’de 9 gün arayla yayınlanan iki yönetmelik değişikliğinin gölgesi vurdu yetmezmiş gibi. Zihnime anılar üşüştü, okuduğum, izlediğim Antigone’lerden sahnelerle birlikte. Bu topraklar mezarsız ölülerin toprakları, nereye kazma vursanız bir toplu gömülme, hatta ortadan kaldırma telaşı ile karşılaşmamak elde değil. Dağdaki kurda kuşa bırakılmış olanlar da ayrı bir hikaye üstelik. Yakın tarihimiz, hadi son 20-30 yılla sınırlayalım desek de, kayıplarını arayanların sayısı ile hâlâ utancımız. Evden çıkıp bir daha dönemeyenlerle başa çıkamamış, yaslarını tutamamışken daha, şimdilerde hepimizin gözü önünde sokak ortasında, evinin içinde katledilip de, mezarsız kalan ölülerimiz var.
Hakkını yemeyelim, yüce devletimiz bulmuş yolunu. Son olarak 16 Ocak 2016’da İç İşleri ve Sağlık Bakanlığı Mezarlık Yerlerinin İnşası ile Cenaze Nakil ve Defin İşlemleri Hakkında Yönetmelikte Değişiklik ile ikinci maddede, önceki yönetmeliğin 39 uncu maddesine eklenen; “(5) 31/7/2004 tarihli ve 25539 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Adlî Tıp Kurumu Kanunu Uygulama Yönetmeliğinin 10 uncu maddesinin üçüncü fıkrasının (c) bendi uyarınca gömülmek üzere ailesine veya yakınlarına ya da belediyeye teslim edilen cenazeler, yirmi dört saat içinde defnedilir. Zorunlu hallerde mülki idare amiri tarafından bu süre uzatılabilir. Süresi içinde defin işlemi yapılmayan cenazeler, mülki idare amirinin kararıyla bulunduğu yerden alınarak gömülür.” ibaresi ile 24 saat içinde ölülerin mezarını bulması sağlanmış. Neden bu telaş derseniz, üçüncü madde bu soruyu yanıtlıyor. Aynı Yönetmeliğin Çeşitli ve Son Hükümler Bölümüne 43 üncü maddeden önce gelmek üzere aşağıdaki madde eklenmiştir. “Mülki idare amiri tarafından alınacak tedbirler MADDE 42/A – (1) Halkın sağlığı, huzur ve esenliği ile kamu düzeni ve güvenliğinin olumsuz etkilendiğinin mülki idare amiri tarafından tespit edilmesi durumunda bu Yönetmelikteki iş ve işlemlerin yapılması için mülki idare amirince gerekli tedbirler alınabilir.”
Demek ki neymiş, yalnız ve yalnız halkın sağlığı, huzur ve esenliği ile kamu düzeni ve güvenliğinin olumsuz etkilenmemesi hedeflenmekteymiş. Bu değişikliğe 7 Ocak 2016 tarihli Adli Tıp Kurumu Kanunu Uygulama Yönetmeliği’nde yapılan değişiklik ile kimsesiz ölülerin 15 gün bekletilme süresini 3 güne indiren ve gene mülki idare amirlerini göreve çağıran düzenleme öncülük etmişti, biliyorsunuz.
Ağlamak, yas tutmak yasak…
Kısacası en geç üç gün içinde cenazenizi almak, bir gün içinde de gömmek zorundasınız. Yapmazsanız, mezarsız kalmasın diye ölüleriniz, devlet sizin adınıza bu işlemi yapar, hatta huzur bozucu olacaksa gerekli tedbirleri alıp bu durumda sessizce gömer. Ağlamak, ağıt yakmak, yas tutmak, yası paylaşmak anlaşılan ikinci bir emre kadar yasaklanmıştır.
Artık ayları bulan sokağa çıkma yasaklarının olduğu memleketimde, insanlar ellerinde beyaz bayraklarla ölülerini sokaklardan toplamak zorunda bırakılmışken ve bir de üstlerine ateş açılıp onunun yaralandığı daha dün gibi ortadayken bu düzenlemelerin meali devletin mezarsız ölü bırakmayacağı ama sizin cenazenize ulaşmanıza, onun için yas tutmanıza izin verilmeyeceğidir.
Antigone’yi hatırlamamak mümkün mü bu koşullarda? Antigone Sophokles’ten bu yana değişik okumalara konu olmuş, Jean Anouilh’den Bertolt Brecht’e uzanan bir yelpazede insanlığa karşı suçlar kapsamında tartışılmış, seçimlerimizin oluşturduğu kimliklerimizin ağırlığını omuzlarımıza yüklemiştir.
Biz bu topraklarda eski yüklerimizden arınamamışken daha, yeni yükler bindirildi sırtımıza. Üstelik cenazelerin kaçırılmasından öte bir başka dehşetin, çoluk çocuk, kadın yaşlı yüzlerce sivilin katledilmesi, evlerinin başlarına yıkılması, yıkılan ve yaşanmaz hale gelen o evlerin duvarlarına bu toprakların kadim halklarından duyulan nefretin kusulması, hayvanların da bu şiddetten nasibini alması, tarihin yok edilmesi, bir açılıp bir kapanan yerlerden her açıldığında suratımıza çarpan görüntülerle yükümüzü daha da taşınmaz kılarken, Kreon’un tekrar tekrar karşımıza çıkması seçimlerimizi de daha bir inceltecek kaçınılmaz olarak.