Gündem

Prof. Ersan Şen'den KHK yorumu: 137 düzenleyici madde var, bunlar kanunla çıkmalıydı, OHAL bir an önce bitmeli!

"Tek tip kıyafet uygulaması duruşmaya SEGBİS'le katılımı artıracak"

24 Aralık 2017 23:36

Ceza hukukçusu Prof. Ersan Şen bugün yayımlanan iki Kanun Hükmünde Kararname (KHK) hakkında eleştirilerde bulunarak, “696 sayılı olan KHK’da düzenleyici mahiyette 137 maddeden oluşuyor ki, bunların esasında TBMM tarafından kanunla çıkarılması gerekirdi. Düzenleyici mahiyette KHK’ların bir yenisi daha çıktı. O bakımdan da OHAL’de geçen süre de dikkate alındığında, artık OHAL sürecinin bir an önce sonlandırılması bakımından gerekli kararlar alınmalı ve adımlar atılmalı diye düşünüyorum. En azından Meclis kanun çıkarma işlevini yerine getirmeli" dedi.
 
Prof. Şen, “Artık Meclis devreye girmeli, çünkü kanun çıkarma yetkisi Meclistedir. Yürütme uygulama makamıdır ve de özellikle Anayasa Mahkemesi devreye girmelidir. Anayasaya aykırılık varsa, hukukun evrensel ilke ve esaslarına aykırılık varsa bunu denetlemelidir, ancak şu an bu denetim KHK'lar bakımından yapılamıyor” diye konuştu. Ersan Şen, özellikle sosyal medyada tartışmalara sebep olan “resmi sıfatı olmayan kişilere yargı muafiyeti” düzenlemesine ilişkin olarak 15 Temmuz vurgusu yaparak, yargı muafiyetinin 15 Temmuz’un devamı niteliğinde olmayan olaylara ilişkin de uygulanabileceği yorumlarına katılmadığını söyledi.
 
Prof. Ersan Şen’in T24’e yaptığı açıklamalar şöyle:
 
Toplam 30 KHK yayımlandı şu ana kadar. 16 Temmuz 2016 sonrasında 20-21 Temmuz tarihlerinde OHAL ilan edildi. İlki 23 Temmuz 2016’da 667 sayılı KHK ile başladı. Bugün tarih 24 Aralık 2017, kanaatimce artık bu OHAL meselesinin ciddi şekilde gözden geçirilmesi lazım,  çünkü bu ana tartışma konularından birisi idi; bizde 2935 sayılı OHAL kanunu var. Eğer yeterli gelmezse, OHAL’in ilanına yol açan sebepleri ortadan kaldırmaya dair tedbirleri alma mahiyetinde acil tedbirler olarak adlandırabileceğimiz konularda KHK çıkarılabilir OHAL döneminde.
 
Bunların Anayasa Mahkemesi’nin denetiminde olup olmayacağı konusunda farklı görüşler var. Ben sınırlı da olsa denetleyebileceğini söyledim, ancak Anayasa Mahkemesi bu denetimi yapmaktan Anayasanın ilgili hükmünü lafzi yorumlamak suretiyle eski içtihadından döndü, yani inceleyemeyeceğini söyledi. Bunun önemi şurada; TBMM kanun düzenleme konusunda yetkili olduğuna göre, tedbir mahiyetinde değil, ama düzenleyici mahiyette KHK’lara, OHAL döneminde çıkarılanlara, KHK’ların konu olamayacak hususlarda da düzenleme yapıldığını görüyoruz. Tedbir mahiyetinde, örneğin bugün çıkarılan 695 sayılı KHK’daki 7 madde, ikisini saymazsanız 5 madde. Ama 696 sayılı olan KHK’da düzenleyici mahiyette 137 maddeden oluşuyor ki, bunların esasında TBMM tarafından kanunla çıkarılması gerekirdi. Düzenleyici mahiyette KHK’ların bir yenisi daha çıktı. O bakımdan da OHAL’de geçen süre de dikkate alındığında, artık OHAL sürecinin bir an önce sonlandırılması bakımından gerekli kararlar alınmalı ve adımlar atılmalı diye düşünüyorum. En azından Meclis kanun çıkarma işlevini yerine getirmeli. Bu birincisi. 

“Savcı salıverilmeye itiraz edebilecek, bu yoktu” 

İkinci konu şu, 137 maddelik 696 sayılı KHK bir torba kanun gibi. Birbiriyle ilgisi olmayan değişik birçok konuda düzenleyici mahiyette. Bunların içinde beni ilgilendiren, dikkatimi çeken toplam 6 madde gördüm. 6 maddenin birincisi, 696 sayılı KHK’nın 93. maddesiyle Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 104. maddesinde bir değişiklik yapılmış. Artık tutuklulukla ilgili konularda savcı tahliyelere itiraz edebilecek. Bu tartışma konusuydu, yani savcının itiraz yetkisinin olup olmadığı, ama kanunla düzenlense isabetli olurdu.

“İstinaf mahkemeleri, gerekçe eksikliğiyle bozduğu kararı görmek zorunda”

İkincisi sorunlu konulardan birisiydi. Kamuoyuna Enis Berberoğlu davası ile yansıdı. Bölge adliye mahkemeleri ceza dairelerinin çok sık bozma kararı verip yerel mahkemelere dosya gönderdiklerine dair eleştiriler yapılıyordu, yerel mahkemelerin direnme yetkileri yok. "İstinaf yerinde görmediği gerekçeden dolayı kararı bozup yerel mahkemeye dosyayı göndermesin, duruşma açsın" deniyordu. Bu uzun zamandır bir sorundu. Bu da kanunla çözülmeliydi. Gördüğümüz kadarıyla; yeni KHK ile istinaf mahkemelerinin ceza daireleri, gerekçe eksikliği ve yetersiz gerekçe nedeniyle veya savunma hakkının kısıtlandığından bahisle dosya üzerinden yapacağı incelemeyle bozma kararı verip yerel mahkemeye gönderemeyecek, kendisi duruşma açıp incelemek durumunda kalacak. Bu yerel mahkemeler ile istinaf mahkemelerinin ceza daireleri arasında ciddi boyutta bir tartışma idi. Bu doğru mudur, değil midir, şu anda ayrıntısına girmeye gerek yok diye düşünüyorum.

“Yargıtay üye sayısı artıyor”

Bir diğer konu çok önemli. Yargıtay’ın üye sayısı yüz civarında artırılacak. Danıştay’da bu sayı 16. Yargıtay’ın iş yükü istinaf mahkemeleriyle azaldı, azalması da lazım. Diyelim ki ihtiyaç var, o zaman birazdan değineceğimiz temyizde duruşma hakkının kısıtlanmaması gerekirdi. Ceza Genel Kurulu ve Hukuk Genel Kurulu üyelik sayıları 20’ye düşürülüyor ve daimi olacaklar. Bugüne kadar üyeler değişkendi.

“İnsanlar duruşma yüzü görmek ister" 

Ancak şunu anlayamadım.  Temyize yapılacak incelemelerin, yani istinaf sonrası yapacak incelemelerden bahsediyorum, eğer talep olursa on yıl ve üstündeki hapis cezalarından dolayı Yargıtay duruşma açmak zorundaydı. Şimdi bu kaldırılmış. Diyelim ki bir davada 11 yıl, 15 yıl veya daha yüksek bir hapis cezası verildi. Yargıtay uygun bulmazsa bu incelemeyi duruşmalı yapmayabilecek. Bu kanaatimce önemli ve hatalı bir değişiklik. İnsanlar duruşma yüzü görmek isterler. Duruşmada bulunmak isterler. Katılmak isterler, hele ağır cezalarda bunun önünü kapatmamak lazım. Yargıtay’ın üye sayısını da artırıyorsanız, önemli dosyalarda zaten 10 yıl ve üstünde hapis cezaları önemlidir, çünkü kişi hürriyet kısıtlanacak. Bu noktalarda ilgilinin talebi üzerine duruşma açılması yönündeki hükmün devamı gerekirdi, bu kaldırılmış, tekrar gözden geçirilmesi veya Yargıtay'ın cezanın ağırlığını dikkate alarak bir uygulama geliştirmesi gerekir.

Zorunlu kıyafet düzenlemesi

Tabii 101 ve 103. maddeler zorunlu kıyafet meselesini gündeme getirmiş. Bu tartışma ilk başladığında ben şunu söyledim: “Bir, hükümlüler yönünden yapabilirsiniz. Haklarında verilen mahkumiyet kararı kesinleşmişse, kapalı infaz kurumlarına koyulanlarda veya örgüt dosyalarında mahkumiyetlerde belki yapabilirsiniz veya dışarıya duruşmalara öyle çıkarmamak kaydıyla, örgütlerin ayrı tutulması, birbirine karıştırılmaması adına, ceza infaz kurumlarının içinde yapabilirsiniz. Tutuklularda, yani suçsuzluk/masumiyet karineleri devam eden, henüz yargılananlar yönünden bunu yapmamak gerekirdi. Bu dürüst yargılanma hakkının ihlali olabilir. Tutuklu sanığın savunma hakkını kısıtlayabilir, damgalanmaya, ön yargıya yol açabilir. Mağdurlar bakımından önem arz edebilir, onu anlıyorum, fakat biz suçsuzluk/masumiyet karinesine, savunma hakkına saygı göstermek zorundayız. Bu hak, Anayasa m.15 gereğince OHAL'de bile askıya alınmaz. Önemli olan yargılamaların kaidelere uygun şekilde gerçekleştirilmesi. Getirilen hüküm, oldukça geniş. Yani neticede badem kurusu rengi ve gri renk tulumlar üzerinden yapılmış, ama Terörle Mücadele Kanunu'nun kapsamına giren tüm suçlar kıyafet zorunluluğuna dahil edilmiş gözüküyor. Bir kısmı Anayasayı ihlal, Cumhurbaşkanına suikast veya suikaste teşebbüs, Hükümete veya Meclise darbe suçlarından yargılananlardan yetişkin erkekler badem kurusu tulum biçiminde giyip duruşmaya çıkabilecekler, reddederlerse disiplin cezası var, ya duruşmaya çıkmazlarsa, nasıl zorlanacaklar belli değil, ya SEGBİS ile tulum giymeden duruşmaya katılacaklar veya zorla mı giydirilecek? 

“Tulum giymek istemeyen SEGBİS’le çıkacak”

Tulum dediğiniz zaman alt ve üst kısmın bir bütün olarak uygulanması gerekiyor. Yani göğüs ve pantolon kısımları birleşik olacak. Neticede ayırt edici olacak. O kişiler o rengi giyip duruşmaya çıkacak. O kıyafetle gitmezlerse, yırtarlarsa, zarar verirlerse, bir aydan üç aya kadar da ziyaretçiyle görüşme yasağı koyulacak. Disiplin cezası… Avukatlarıyla görüşebilecekler. Yakınlarıyla, arkadaşlarıyla görüşme yasağı gelecek ki, bu önemli bir cezadır içeride bulunanlar için. Hükümlü için uygulayabilirsiniz, ama tutuklu bakımından sorunlu. Hüküm ilginç? Neye teşvik ediyorsunuz? Hükümde şu söyleniyor: “3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlar nedeniyle tutuklu veya hükümlü bulunanlar duruşmaya sevk nedeniyle ceza infaz kurumunun dışına çıkarılmaları durumunda ceza infaz kurumu idaresi tarafından verilen kıyafetleri giymek zorundadır.” Gitmedin diyelim ki. SEGBİS’le katılmak istiyorsun. O zaman o elbiseyi giymiyorsun. Bu o zaman tutukluları neye teşvik edecek? Mahkemeye gitme, SEGBİS’le katıl, kurtul. Ama bu savunma hakkını kısıtlar. İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi kararlarında SEGBİS istisnadır. Güvenlik, mücbir sebep, deprem gibi bir takım zorunlu, kabul edilebilir, somut sebeplerle veya sorgudan sonra katılmasına gerek olmayıp sanık da istemediğinde duruşma salonuna sanığın götürülmemesi mümkün olabilir. Onun dışında tutukluyu sorgu ve savunma için duruşma salonunda hazır bulundurmak zorundasınız. Tanıklara soru sorma, duruşmaya aktif katılmak gerek. Video konferans iyi bir sistem, ama istisnai. Şimdi ne yapacaksınız? Tulum giymek istemeyene “O zaman SEGBİS’le katıl” diyeceksiniz. Ceza infaz kurumunun dışına çıkma sadece duruşmayla sınırlı. Burası önemli. Soruşturmada bu tulum zorunlu değil. Bir başka dosya veya dava için tanıksa veya suç başka tipte ise zorunlu değil. Hastaneye sevkte olmayacak. Ölüm veya acil durumda, sağlık mazeretiyle izinli çıkabiliyorlar, onda da tulum olmayacak. Kadınlarda tulum olmayabilir. Çocuklarda uygulanmayacak, ama iddia edilen suç tarihinde çocuk olup da yargılanırken 18 yaşını doldurmuşsa o da tulum giyecek. Hamile kadınlara uygulanmayacak. Sonuçta tulum tutuklu sanıkları SEGBİS’e mecbur edebilir. Ya da savunma yapmayacak.
 
Ama tekrar söylüyorum, Dünya üzerinde baktığınız zaman, ABD’de bazı aleyhte uygulamalar olsa bile, hemen her yerinde, en azından yargılanmak için duruşma salonuna çıktığınızda bağsız çıkarsınız ve kıyafet serbestliği vardır. Bu nokta önemli. Duruşmaya çıkmak. Ama bizde tersi uygulanacak. Ceza infaz kurumunda değil. Tutuklular için söylüyorum, hükümlüler ayrı bir konu. Evet acıyı da, sıkıntıyı da anlıyorum ama bir de şu var. Sadece FETÖ yargılamalarına uygulamayacaksınız bunu. Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren, terör örgütü üyesi olduğu iddiası, yardım iddiası, propaganda iddiasında da uygulanacak, tutuksuz veya adli kontrolle yargılananlara uygulanmıyor. "Eşitlik" ilkesi açısından da sorunlu gözüküyor. Diyelim ki yaşlı olduğu için tutuklanmadı, diğeri tutuklandı. Ya da bir mahkeme serbest yargıladı, öteki tutuklu yargıladı. Aynı adliye binasında da olabilir. Burada hiç değilse, en azından darbe suçlarıyla sınırlı tutulabilirdi. Tutuklular bakımından zorunlu kıyafet uygulamasına başvurmaya gerek yoktu. Bizim ihtiyacımız olan doğru dürüst yargılayıp, suçu işlemişse cezalandırılmasını sağlamak. Suç cezasız kalmasın. Mağdurların beklentilerini anlayabiliyorum, ama bu beklentilere verilecek cevap; süratli, doğru dürüst, suçu işleyeni bulup karanlıkta kalmamasını sağlayarak, yargılamaları yapıp bitirmek, suçların karanlıkta kalmamasını sağlamak olmalı. Bu uygulamalar ileride insan hak ve hürriyetleri açısından sorgulanabilir. Neticede sanıkların haklarının korunması da lazım. Bunlar ümit ederim yapılan yargılamaların sıhhatine gölge düşürmez.
 
- Zorunlu kıyafet terör örgütüne üye olmadan yardım etmekle suçlananları da etkileyecek mi? Örneğin Cumhuriyet davasında birçok gazeteci bunla suçlanıyor.

 
Onları da kapsıyor. Gri renkli olarak onları da kapsıyor. Hemen uygulanmayacak, ama 24 Ocak 2018’e kadar Adalet Bakanlığı bu konuda bir yönetmelik çıkaracak. O yönetmelikle bunu göreceğiz. Kadınlarda tulum mu olacak, farklı bir pantolon ve bluz tipi mi olacak o yönetmelikle anlaşılacak. Sadece Terörle Mücadele Kanunu’nun 1 ile 7. maddeleri arasında sayılan suçları kapsayacak. Sadece FETÖ değil, tüm terör örgütleri için geçerli. Terör örgütü üyeliği de giriyor, üyesi olmadığı terör örgütüne bilerek ve isteyerek yardım etmek de giriyor. HERO tişörtüyle ortaya çıkmıştı biliyorsunuz, o zaman tartışıldı, hukuki açıdan zorunlu kıyafetle sanıkların duruşmaya  çıkarılmasının sorunlu olduğunu söylemiştim. 

Hem daraltmışlar, hem genişletmişler. Soruşturmada uygulanmayacak, kovuşturmada duruşmayla sınırlı tabii ama suç sayısı fazla. Hiç uygulanmasaydı daha iyi olurdu. Önemli olan bu yargılamaları iyi gerçekleştirmek. Üç konuda da uyarıyorum, birincisi heyet değiştirmeyin, iki SEGBİS istisnai bir yöntem. Üçüncüsü materyal incelemelerini bir an önce tamamlamak ve talep edenlere de yedeklerini vermek lazım. Birkaç konuda sıkıntı var, ama ümit ederim doğru dürüst yargılamalar olur. Önemli olan FETÖ yapılanmasından arınmak esas, ama bu yapıdan kurtulurken gerek idari, gerek cezai alanda hukuki hareket edilmesi lazım. 

Yargı muafiyeti tartışması 

121. maddedeki sorumsuzluk haline gelecek olursak… Bu hüküm yeni değil. 668 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’de vardı. Daha sonra 6755 sayılı kanunla bu KHK onaylandı.  Orada “15/7/2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe teşebbüsü ve terör eylemleri ile bunların devamı niteliğindeki eylemlerin bastırılması kapsamında karar alan, karar veya tedbirleri icra eden, her türlü adli ve idari önlemler kapsamında görev alan kişiler ile olağanüstü hal süresince yayımlanan kanun hükmünde kararnameler kapsamında karar alan ve görevleri yerine getiren kişilerin bu karar, görev ve fiilleri nedeniyle hukuki, idari, mali ve cezai  sorumluluğu doğmaz.” deniyordu. Bu kamu görevlileri içindi. Yani bu bir meşru müdafaa gibi. Hukuka uygunluk sebebi. TCK’nın 26. maddesinin 1. fıkrasında hakkın kullanılması gibi veya görevin ifası da denilebilir… Yani 15 Temmuz 2016’da onları bastırma, önleme noktasında, maksadı, hududu aşmadan karşı koyan kamu görevlileri elbette meşru görevlerini ifa etmiş sayılmalı. Bunu destekleyen bir düzenlemeydi. Bu düzenlemeye giren yeni hükmün anlamını söyleyeyim. “Resmi bir sıfat taşıyıp taşımadıklarına veya resmi bir görevi yerine getirip getirmediklerine bakılmaksızın 15/7/2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe teşebbüsü ve terör eylemleri ile bunların devamı niteliğindeki eylemlerin bastırılması kapsamında hareket eden kişiler hakkında da birinci fıkra hükümleri uygulanır.” deniyor. Şu anda bitmişse, yeni olan ve 15 Temmuz darbe girişiminin devamı niteliğinde değilse zaten bu hüküm uygulanmaz. Bu hüküm ihtiyaç mı değil mi, demek ki o dönemle ilgili bazı hukuki sorunlar olmuş, onların giderilmesi amacıyla sınırlı olmak üzere, darbeye karşı koyan sivil insanların da kapsama alınması öngörülmüş. Topluma, sokağa yansımasının farklı olabilir denmesine binaen söylüyorum. Bu şu demek değil, oturup da şimdi yapılan bir muhalefet toplantısına kamu görevlisi olmayanların müdahalesi gibi bir durum ve sonuç yok. Bu 15 Temmuz darbe teşebbüsü ve terör eylemleri ile bunların devamı niteliğindeki eylemlerin bastırılmasından bahsediyor. Polisin, askerin, güvenlik birimlerinin yeterli olmadığı bir durum yaşanmış ve halk buna müdahale etmiş, yani darbeyi önlemeye çalışmış ve önlemiş, yeni hüküm bu konu ve bu sırada gerçekleşen eylemlerle, yani söz ve davranışlarla sınırlı. Ben bunun geniş anlaşılabileceğini ve uygulanabileceğini düşünmüyorum. Resmi bir sıfatı taşıyıp taşımadıklarına bakılmaksızın 15 Temmuz 2016’da gerçekleştirilen darbe teşebbüsü ve terör eylemleri ile bunların devamı niteliğindeki eylemlerin bastırılması kapsamında hareket eden kişiler… Bu hareketler tamamlanmış. Artık bu saatten sonra “Ben Hükümeti, Meclisi müdafaa ediyorum” diyerek durumdan vazife çıkarıp bir hukuk devletinde, yazılı hukuk sisteminde kişiler başkalarının hak ve hürriyetlerine müdahale edemez, güç kullanamaz, silah kullanamaz. OHAL dönemlerinde durumdan vazife çıkarmaya gayret edenler olabilir. Müdafaa vakti geldiğinde herkes müdafaa eder zaten. Bahsedilen kuralın bu şekilde keyfi hareketlerle, siviller de çıkıp müdahale ederler demek doğru değil. Böyle bir tespit yanlış olur. Kaldı ki, yetkili makamlar dahi Anayasa, kanunlar ve mevzuat kapsamında hareket ederler, bir hukuk devletinde kimse keyfi ve dilediği gibi davranmaz.
 
- Ama özellikle Cumhurbaşkanı, 15 Temmuz’un Gezi Parkı eylemleriyle 17-25 Aralık’ın devamı olduğunu, Gezi Parkı eylemlerinin de terör olayları olduğunu söylüyor. İleride yaşanabilecek bir toplumsal olayın hükümet tarafından “15 Temmuz’un devamı” olarak nitelendirilmeyeceğini söyleyebilir miyiz?
 
Türkiye Cumhuriyeti OHAL döneminden geçiyor olsa bile bir hukuk devleti. Hukuk devleti ilkesi askıya alınmadı. Olması gereken şu, Anayasa, kanunlar neyi emrediyorsa o çerçevede hareket edilebilir. O sırada çıkarılacak KHK’lar yine mümkün olduğu kadar hukukun evrensel ilke ve esaslarından sapamaz. Gerek düzenlemelerde, gerekse tatbikatında hukuk esastır. Çoğunluğu temsil eden görüşe yakın olan dilediği gibi konuşabilir, dilediğini yapabilir diye bir anlayışı kabul etmek mümkün değil. Bunu yazılı kural haline de getiremezsiniz, bu şekilde bir uygulamaya da kesinlikle izin verilemez. OHAL sürecinden de bir an önce çıkılmalı. Artık Meclis devreye girmeli, çünkü kanun çıkarma yetkisi Meclistedir. Yürütme uygulama makamıdır ve de özellikle Anayasa Mahkemesi devreye girmelidir. Anayasaya aykırılık varsa, hukukun evrensel ilke ve esaslarına aykırılık varsa bunu denetlemelidir, ancak şu an bu denetim KHK'lar bakımından yapılamıyor. Hukukçu olarak ve iyiniyetli bir şekilde şu getirilen düzenlemeyi açıkladığım şekilde anlıyor ve yorumluyorum. 15 Temmuz 2016 öncesine götüremezsiniz. Sizin burada tereddüdünüz şu olabilir. 15 Temmuz 2016 tarihi olacak, onun devamı olacak ve buna kamu görevlilerinin gücü yetmeyecek, müdahale etme gücünü bulamayacak ve bu durumda bütün insanlar, vatandaşlar Türkiye Cumhuriyeti’nin Anayasa ile kurulu düzenine sahip çıkar. Bunu bu şekilde mi uygulayıp anlayacaksınız? Diyeceksiniz ki “Bir eleştiriyi iktidar yanında karşılarsan iyi oluyorsun, muhalefetin yanında karşılarsan dışlanıyorsun, suçlanıyorsun, hakkında soruşturma açılıyor.” Uygulama hatası varsa buna ben bir şey yapamam. Ama şunu söyleyebilirim, şu hüküm olmasaydı da 15 Temmuz gibi bir tehdit ve sorun varsa, bu ülkenin her vatandaşı karşı koyma hakkına zaten sahiptir. Dış müdahaleye ve savaşa karşı da her Türk vatandaşının ülkesini ve milletini savunma hakkı vardır. Bunun için bir hüküm olmasına gerek yok ki. Bu bir meşru müdafaa hakkıdır. Durumdan vazife çıkarıp insanların sokağa çıkması, iktidar yanında yer alarak muhalif olanlara müdahale etmesi tamamen bu hükmün kötüye kullanılması olur. Bu tür değerlendirmeler ve yorumlar da doğru değildir. Burası bir hukuk devletidir, kurallara bir düzeni ve işleyişi olmak zorundadır. O tür, yani hakkı ve yetkisi olmadan durumdan vazife çıkarıp suç teşkil eden  söz ve davranışlar kabul edilemez, kolluk ve yargı tarafından gereği de yapılır, yapılmalıdır. Burada 15 Temmuz 2016 demeseydi de, “Gerçekleştirilen ve gerçekleştirilecek, darbe teşebbüsü ve terör eylemleriyle, bunların devamı niteliğindeki eylemlerin bastırılması kapsamında hareket eden ve edecek olanlar" deseydi o zaman o endişeleri anlardım. Bu hükmün 15 Temmuz öncesine ve şimdilere uygulanması konusunda böyle yorumlanacağını asla düşünmüyorum. Yanlış bir anlayışa hizmet edeceğini inanmıyorum, başka türlü de uygulanamaz. Yarın öbür gün savcılık ya da mahkeme önüne bir mesele gittiğinde, bu anlattığım şekilde tatbikinin dışında bir uygulama şekli olmayacaktır. Burası hukuk devleti, isteyenin istediğini yapabileceği, kural, kaide gözetmeden hareket edebileceği bir yer hiç değildir. 
 
Bir de postada elkoyma var bu KHK hükmü olumlu. Özellikle kargo taşımacılığıyla uyuşturucu, uyarıcı maddelerin, birtakım silahların, bomba ham maddelerinin taşındığı iddiaları var. Ülkede ciddi bir ruhsatsız silah tartışması var. Sınırlarımızın güvenliği düşünüldüğünde polis ve jandarma, kolluk onlara elkoyduğunda savcılığa getiriyordu. Tehlikeli maddeler olabilir. Onların yerlerinde açılıp aranabilmesi lazım. Hüküm isabetli. Olumsuz olabilecekleri söyledim, spekülatif olanları…