T24 - Milliyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Abdi İpekçi'yi öldüren Mehmet Ali Ağca'nın sorgusunu yapan askeri savcı Ahmet Koç, 30 yıl sonra yaptığı açıklamada, cinayet soruşturması konusunda somut gerekçeler göstererek polise ağır suçlamalar yöneltti. Polisin, yakalanmasından sonra Ağca'nın ifadesini 5 gün boyunca almadığına işaret eden Koç, katilin İstanbul'daki evinin aranması için 14 gün, Malatya'daki evinin aranması için de 15 gün beklendiğine dikkat çekti. Askeri Savcı Koç, belge numarası ve tarih vererek, Ağca'nın üzerinde çıkan adres ve telefonlar konusunda polisin 1,5 ay boyunca hiçbir araştırma yapmadığının da altını çizdi. “Bu konuyla ilgili herkes bir şeyler söyledi, ama hep sustuk ve bir taraf devamlı suçlandı” diyen Koç, emniyete başvuran bir cinayet tanığının da polis tarafından dinlenmediğini açıkladı. Dönemin İstanbul Sıkıyönetim Komutanı emekli Orgeneral Necdet Üruğ da, dönemin İçişleri Bakanı Hasan Fehmi Güneş ve İstanbul Emniyet Müdürü Hayri Kozakçıoğlu'nun “Asker sorgulama için ek süre talebimizi reddetti” sözlerine yanıt verdi. Üruğ, “polis içindeki ideolojik ayrışmalar nedeniyle Ağca'yı emniyetin elinden aldıklarını” belirterek “Süresini 15 gün uzatmıştık, çözemediler. 20 gün daha uzatsak neyi çözeceklerdi? 30 yıldır da bu konuyu çözemediler” dedi.
Dönemin Sıkıyönetim Komutanı Necdet Üruğ ile Askeri Savcı Ahmet Koç, İpekçi cinayeti konusunda kritik önem taşıyan bu açıklamaları, dün gece (21 Ocak 2010) NTV'de yayınlanan “Canlı Gaste” programında Can Dündar'a yaptılar.
'20 gün daha uzatsak neyi çözeceklerdi'
Abdi İpekçi cinayeti döneminde İstanbul Sıkıyönetim Komutanı olan Necdet Üruğ, “soruşturmayı engelledi” iddialarına sert yanıt verdi. Üruğ, “İstanbul’daki vaziyet nedeniyle ek süre talebini kabul etmedim” dedi.
Milliyet gazetesi Genel Yayın Müdürü Abdi İpekçi’nin öldürüldüğü dönemde İstanbul Sıkıyönetim Komutanı olan emekli Orgeneral Necdet Üruğ, eski İçişleri Bakanı Hasan Fehmi Güneş’in, “Katil Mehmet Ali Ağca için ek süre vermeyerek soruşturmayı engelledi” iddiasını yanıtladı. NTV’de Can Dündar’ın sunduğu Canlı Gaste programına katılan Üruğ, İstanbul Emniyeti’nin tahkikat süresi yetmediği için Sıkıyönetim Komutanlığı’ndan kanun gereği ek süre istediğini belirterek, yetkinin verildiğini söyledi.
Bu süre bitiminde sorgulamanın henüz bitirilmediği gerekçesiyle 2’nci bir 15 günlük gözaltı süresinin talep edildiğini kaydeden Üruğ, “Komutanlıkça İstanbul’da yaşanan durum vaziyetinde duyulan kuşku ve yeniden uzatmanın meydana getirebileceği sakınca sebebiyle talep kabul edilmedi” dedi. ‘Engelledi’ lafının kullanılmaması gerektiğini vurgulayan Üruğ, “‘yetki vermedi’ diyebilirler” ifadelerini kullandı.
30 Yıl önce medyada bazı kişilerce şahsına yöneltilen iddianın yeniden gündeme getirilmeye çalışıldığını savunan Üruğ, o dönemde partiler arası siyasal ve ideolojik çekişmelerin emniyeti de etkilediğini, polisin Pol Der ve Pol Bir diye ikiye ayrıldığını söyledi.
‘Çekişmeler etkili oldu’
İki grubun birbirlerinin faaliyetlerini “önlemek” gibi bir görev benimseme içinde gözüktüğünü kaydeden Üruğ, sivil cezaevlerindeki firarların, ayaklanmaların Sıkıyönetim Komutanlığı’nın esas görevlerini aksatacak düzeye ulaştığını vurguladı. 1 Şubat 1979’da Abdi İpekçi’nin öldürülmesinin ardından valilik ve emniyetin olaya el koyduğunu kaydeden Üruğ, Ağca’nın zanlı olarak Haziran 1979’da yakalandığını, emniyetin tahkikat yaptığını kaydetti. Üruğ, “Tahkikat süresi yetmediği için kanun gereği sıkıyönetimden 15 günlük gözaltı süresi talep edildi. Bu yetki kendilerine verildi. Bu süre bitiminde sorgulamanın henüz bitirilmediği gerekçesiyle 2’nci bir 15 günlük süre istendi. Komutanlıkça İstanbul’daki yaşanan durum vaziyetinde duyduğu kuşku, yeniden uzatmanın meydana getirebileceği sakınca sebebiyle talep kabul edilmedi.” dedi. Bunun engelleme değil, bir takdir kullanma işlemi olduğunu kaydeden Üruğ, “Bu işin doğru gitmesini sağlamak için 2’inci 15 günlük uzatma yetkisini vermedim. 20 günde çıkmayan şey 15 günde yeniden çıkar mı çıkmaz mı... Bazı o tarihte kulağımıza gelen bilgiler bu işin pek böyle kolay çıkmayacağı mahiyetindeydi.” dedi.
‘Kandırmalar olmuş’
Ağca’nın kaçırıldığı Maltepe Cezaevi’nin askeri birliğin boşaltıldığı Osmanlı’dan kalan bir cephanelik olduğunu da kaydeden Üruğ, “Oradaki sorumlu personel askeri mahkemede yargılandı. Ceza alanlar oldu, almayanlar oldu. İçeriden yardım yapılmıştır. Bu yardım yapan kişiler cezasını buldu. Askerin ideolojisi olur mu? Gelmiş asker, çavuş birkaç astsubay küçük rütbeli subay. İdeolojik kamplaşma söz konusu değil. Kandırmalar olmuş.” diye konuştu.
Askeri Savcı: Polis 5 gün ifade almadı, araştırma yapmadı
Ağca'yı sorgulayan askeri savcı Ahmet Koç da, 30 yıl süren sessizliğini bozdu. Somut gerekçeler göstererek polise ağır suçlamalar yöneten Koç, şunları söyledi:
“İnsanların aklına savcı neden 30 yıldır bekledi de şimdi açıklama yapıyor sorusu gelebilir. Bu davada soruşturmanın başında olaylar nasıl saptırılmaya çalışıldıysa şimdi de aynı şey yapılmaktadır. Maksadım hiçbir kurumu ve kişiyi suçlamak değil. Üruğ'un açıklamalarıan bir ilave etmek suretiyle şunu açıklamak istiyorum. Birincisi; Sıkıyönetim Komutanlığı'nın ek süre vermemesinde hakılık payı olduğunu düşünüyorum. Çünkü bizden istenmedi. bu konudaki yetki Sıkıyönetim Komutanlığı'na ait olan bir yetkidir. Neden komutan haklıydı? Çünkü 25 Haziran 1979 tarihinde bir ihbar sonucu Marmara Kıraathanesi'nde Mehmet Ali Ağca yakalanıyor. Tarihlere dikkat edin. 30.06.1979 tarihine kadar 5 gün geçmesine rağmen Ağca'nın ifadesi alınmıyor ve hiçbir yerde araştırma yapılmıyor ve Ağca'nın 30.06.1979 tarihinde alınan ifadesinde, silahı boş araziye attığını söylüyor. Mehmet Şener ve Yavuz Çaylan'dan hiç bahsetmiyor.”
06.07.1979'da ikinci ifadesine başvuruluyor. Mehmet Şener ve Yavuz Çaylan'dan bahsediyor ve silahı Mehmet Şener'e verdiğini söylüyor. Yani 11 gün sonra böyle bir ifade alınıyor. Cumhuriyet Savcısı Ahmet Karoğlu tarafından 08.07.1979'da üçüncü ifadesi alınıyor ve savcıya şunları söylüyor: 'Size bir şey anlatmayacağım.' Emniyetten ayrıldıktan sonra silahı da, olaya katılanları da açıklayacağını ima ediyor.”
'İfade ve deliller aynen basına sızdırıldı'
“10.07.1979'da neden gerek görülüyor ise Cumhuriyet Savcılığı tarafından bir daha ifadesi alınıyor. Kimseden para almadığını, Akbank'ta 35 bin lira parası olduğunu, ayrıca yine biriktirdiği 100 bin lira parası olduğu şeklinde bir açıklaması oluyor. Yani 17 gün bir süre emniyette kalıyor.”
“Bu arada Mehmet Ali Ağca'nın verdiği ifadeler noktası virgülüne kadar aynen basına yansıtılıyor ve gizlilik ihlal ediliyor. Bu da yetmiyor; dosyanın içinde yer alan deliller de basında yazılıyor çiziliyor.”
'Polis Ağca'ın evini aramak için 14 gün bekledi!'
“Aramalar da çok ilginç. 25.06.1979'da, yakalandıktan sonra aramalar yapılmıyor. 05.07.1979 günü yani 10 gün sonra, Mehmet Ali Ağca'nın eniştesinin İstanbul'daki evinde arama yapılıyor.
09.07.1979 günü, 14 gün sonra, Ağca'nın İstanbul'daki evinde aramalar yapılıyor. Yine devam ediyor. 10.07.1979 günü, 15 gün sonra, Malatya'daki evinde arama yapılıyor.
03.07.1979'da, 8 gün sonra, Mehmet Şener'in evi, çay ocağı ve amcasının evinde arama yapılıyor. 30.06.1979 yılında Yavuz Çaylan'ın evinde arama yapılyor.”
'Ağca'nın üzerindeki telefon ve adresler hiç araştırılmamış'
“Dikkat ederseniz Ağca'nın dört sefer ifadesi alınıyor. Aramalar da belirli tarihlerden sonra yapılıyor. Ağca 25.06.1979'da yakalanıyor ve bana 12.07.1979 tarihinde getiriliyor ve sorgusunu yapıyorum.
02.08.1979 tarihinde, yani 1.5 ay sonra, 83182 sayılı İstanbul Emniyet Müdürlüğü 1. Şube Müdürlüğü Mustafa Kushan'ın imzası ile şöyle deniyor: '1. Ordu İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Savcılığı'na; 01.02.1979 günü öldürülen Abdi İpekçi'nin katili Ağca'nın yakalandığı gün yakalayan ekip tarafından yapılan aramada, üzerinde adres ve telefonların olduğu 3 parça kâğıttaki havi notlar, sehven (yanlışlıkla) dosyamızda kalmış olup, tahkikata yarar sağlayacağı kanısına varıldığından zarf içerisinde gönderilmiştir.'
Yani yakalandığında üzerinde elde edilen telefon ve adresler konusunda hiçbir araştırma yapılmıyor. 1.5 ay sonra sehven üzerlerinde kaldığından bahisle evrak bize gönderiliyor. Bunları Sıkıyönetim Komutanı bilmeyebilir, ama dosyanın soruşturmasını yapan biri olarak, bunları fark ettiğimde son derece üzüldüm. Ve aynı zamanda Sıkıyönetim Komutanlığı'nın süreyi neden uzatmadığı konusunda kanaat sahibi oldum.”
'İpekçi'yi Oral Çelik değil, Ağca öldürdü'
“Bu konuyla ilgili herkes bir şeyler söyledi, ama hep sustuk ve bir taraf devamlı suçlandı” diyen askeri savcı Ahmet Koç, Star gazetesi başyazarı Mehmet Altan'ın, Uğur Mumcu'ya atıf yaparak Abdi İpekçi'yi Ağca'nın değil Oral Çelik'in öldürdüğü iddiasını kesin ifadelerle yalanladı. Koç, şunları söyledi:
“Ağca'nın gazetelerde resimleri ve ifadeleri çıktı. Bana geldiğinmde sorgusunu yaptuım ve ve kendisinin vurduğuınu açıkladı. Neden vurduğunu sorguladığımda 'Bu düzeni savunduğu için vurduğunu' ifade etti. Kıdemli savcı Refik Karaağa'ya da söyledi.
Kendisine ben idamla yargılanmak üzere mahkemeye götürdüğümü belirttiğimde, Ağca'nın bana sözü şu oldu; o tarihlerdeki gazetelerde de mevcut olduğu için arz etme ihtiyacı duydum. 'Sizin vereceğeniz karar bana yetişmez. ben 1981 yılında af çıktıktan sonra kaçacağım' beyanında bulundu. Bunu ben duruşmada da söyledim, duruşma zabıtlarında da mevcuttur. Sanıyorum arkasında bulunanlara mesaj veriyordu.
'İpekçi cinayetinin tanığını, Emniyet bana vermedi'
"Dosya önüme geldiğinde delillere baktım Alican kod adlı şahsın yüzde 70 benzediği ifade ediliyor. Ceza Hukuku'nda yüzdeli benzetme olmaz. Bu nedenle Alican diye bir şahsın olup olmadığı belli değildir. Bu sebepten Alican denilen şahsın getirilmesini ve huzurumda ifadesini almak istediğimi bildirdim. Emniyet'e yazı yazdım, cevap alamadım. Ben Sıkıyönetim Komutanlığı'na yazı yazdım. Sıkıyönetim Komutanı'nın talimatı ile Hayri kozakçı ile birlikte Adli Müşavirlik'te Hakim Albay Nevzat Seygun'un odasında buluştuk. Ve ben kendisine izah ettim. Ben bu delillerle dava açamam, son derece zayıf bir delil var. Ben sorgulamak istediğim halde, İpekçi cinayetinin tanığını Emniyet bana vermedi."
'Cinayeti başkasının işlemesi mümkün değil'
Kozakçıoğlu ile konuşup izah ettikten sonra getirdiler. Alican kod adındaki şahısı ben dinledim. Bu şahsın ismini iddanamemde de bahsetiğim için şimdi söylemekte bir sakınca görmüyorum. Alican denilen şahıs, Sadık Aktar diye bir mimar-mühendis. Bu ifadesinde bana çok tatmin edici ifadeler verdi. Hatta arabasıyla çıkarken arabasının farı Abdi İpekçi'ye ateş ettiğinde Ağca'nın üzerine düştüğünü, ve çok iyi teşhis ettiğini, bu nedenle gazeteye temsili resmini çizdirttiğini ifade etti. Eğer temsili resme bakarsanız Mehmet Ali Ağca'ya çok da benziyor. Aktar'ı dinlediğimde bana tatmin edici bir cevap verdi ama anlattıkları yetmedi.
Dosyada bir de Hilton'un Genel Sekreteri Selime İleri diye bir vatandaşın ismi geçiyordu. Bu vatandaş ile yurtdışına gitti. İleri bana gelerek ifade vermek istediğini söyledi. Bende ona, "Neden Emniyet'te ifade vermek istemedin" dedim. O da bana, "Emniyet'e gittiğimde bana bir resim gösterdiler, boydan benzettiğimi söyledim. Daha sonra bir daha ifade vermeye ve yüzleşmeye gittiğimde bana Sıkıyönetim'e gönderiyoruz, orada ifade verin dediler" dedi. Selime İleri de çok enteresan ifadeler verdi. Ve ihbar edenin de Semine İleri olduğu anlaşıldı. Olaya çok yakın bir yerde oturuyor ve öyle bir beyanda bulundu.
Bu da yetmedi, dosyanın içerisinde Nişantaşı yazan kısmı yırtılmış defteri, pasaportu, tespit ettik. Ve hesaplarına ulaştım. 29.12.1978 tarihinde Yapı Kredi Bankası'nın Gebze şubesine 200 bin liranın yatırıldığını, 4 Ocak 1979 tarihinde Malatya'dan çekildiğini, İş Bankası Beyazıt şubesine 40 bin lira yatırıldığını 4 Ocak 1978 tarihinde çekildiğini, Malatya Ziraat Bankası şubesine 15.01.1979 tarihinde 100 bin lira yatırıldığını 05.02.1979 tarihinde 50 bin lirasının çekildiği gibi..."
Cinayetin Mehmet Ali Ağca'nın dışında birinin işlediğine katılmıyorum. Zaten mümkün değil. Soruşturmayı ve sorgulamayı bizzat ben yaptım. Yargıtay'ın da denetiminden geçmek suretiyle mahkeme mahkumiyet kararı verdi.
Dönemin İçişleri Bakanı Güneş: Soruşturma engellendi
Abdi İpekçi'nin öldürüldüğü dönemde Ecevit Hükümeti'nde İçişleri Bakanı olan Hasan Fehmi Güneş de, CNNTÜRK Haber Müdürü Rıdvan Akar'ın “Gündemin Rengi” programında yönelttiği soruları yanıtladı.
İpekçi'nin katilinin tahliyesinin ardından yaşanan olayları 'iç acıtıcı'olarak yorumlayan Güneş, Ağca'nın kahraman olarak gösterilmesine üzüntü duyduğunu ve bu olayı protesto ettiğini belirtti.
Güneş, Ağca'nın İpekçi'yi katlettiği dönemde İstanbul Emniyet Müdürü olan Hayri Kozakçıoğlu'nun elinden Ağca dosyasının alınmasıyla soruşturmanın engellendiğini öne sürdü.
Kozakçıoğlu ve ekibinin yaptığı soruşturmadan Ağca'ya silah temin ederek, cinayet emrini veren ismin belli olduğunu vurgulayan Güneş, “Ağca'yı yönlendirip ona ulaşım imkânı sağlayan kişi Mehmet Şener'dir. Tüm bunlar bilinirken bilinmiyormuş gibi davranılması başarılamamış bir soruşturmanın sonucu değil, engellenmiş bir soruşturmanın sonucudur” dedi.