21 Haziran 2010 03:00
Selin ONGUN - T24
[email protected]
PKK’nın ilk eylemi 14 Ağustos 1984’te Eruh’ta gerçekleşti. Güneydoğu’dan gelen son çatışma ve şehit haberlerinin eşliğinde, hâlâ bilemediklerimizi öğrenme çabası ve akan kanın durması umuduyla kapılar çaldık. Bulduğumuz isimlerden biri oydu; Abdullah Keskin.
Abdullah Keskin Mardinli bir Kürt. 43 yaşında. Son 17 yıldır Kürtçe kitaplar basan Avesta Yayınevi’ni yönetiyor. Ortaokul ve liseyi Mardin-Nusaybin’de okudu. Varlıklı olmayan bir Kürt ailesinin en büyük çocuğu; 10 çocuklu ailenin ilk oğlu. Keskin, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü kazandığında Mardin’den sadece 10 kişi üniversiteye yerleşti.
Ailenin bir oğlu dağa çıktı, diğeri Türk Dili ve Edebiyatı okudu; neden?
Keskin ailesinin 10 çocuğundan, biri hariç, hepsi üniversite mezunu. İşte burada önemli bir ayrıntı var. Aslında belki de çatışma haberlerinin en yoğun olduğu bugünlerde özellikle konuşulması gereken bir ayrıntı; Abdullah Keskin, Türk Dili ve Edebiyatı okudu, 1991 yılında, Kürtçe çıkan Welat gazetesinin Genel Yayın Yönetmenliği’ni üstlenmek için hazırlık yaparken, kardeşi Hamit Keskin dağa çıktı.
Ailenin dördüncü çocuğu Hamit Keskin, 15 yaşında, lise ikinci sınıf öğrencisiyken, Nusaybin’deki ailesini, okulunu ve geleceğini bırakıp PKK’ya katıldı.
Soru belli; aynı aile ve çevrede yetişen iki kardeşin bu “yol ayrımı”nı şekillendiren nedir?
Büyük resimde gündeme gelmeyen bir soru daha var; yayıncılık yapması nedeniyle Kürt entelektüelleri ile doğrudan ve yakın ilişkisi olan Abdullah Keskin’in bu “yarası”nı yakın çevresi dahi neden bilmiyor?
“Yüzleşmeye hâlâ hazır değilim” diyor Keskin.
Çocuğu dağa çıkan aileye aynı gün taziye ziyareti başlıyor
Tam da bu nedenle bir parantez açarak, şehit cenazelerinin tüm Türkiye’yi tekrar yasa boğduğu bugünlerde “yüzleşmek için” bir enformasyon notu düşüyoruz:
Bir Kürt ailesinin çocuğu dağa çıktığında, “giden bir daha geri gelemez” diye o haneye “taziye ziyaretleri” yapılırmış. Aileler için çocuklarının dağa çıkışı, “ölüm haberlerinden daha sarsıcı olduğu”ndan, o gün anne ve babalar için “yas günü” sayılırmış.
Keskin ailesi, PKK’ya katılan oğullarının ölüm haberini, Hamit Keskin’in hayatını kaybettiği çatışmadan beş yıl sonra, 1999 yılında, tesadüfen öğrendi. 1994 yılında Nusaybin yakınlarındaki çatışmada ölen Keskin’in de aralarında bulunduğu PKK’lıların cansız bedenleri, civardaki köylüler kabul etmediği için, Yezidi bir ailenin yorganları yırtarak yaptığı kefenler ile “uygun bir alana” defnedildi. Yıllar sonra, bölgedeki güvenlik kuvvetlerinin köylülere, “Bu alana ziyaretler olabilir, provakasyona neden olmaması için mezarlar kaldırılmalı” demesinden sonra Keskin ailesi, beş yıldır haber alamadıkları oğullarının "nerede" olduğunu öğrendi.
Abdullah Keskin ile söyleştiğimiz gün, gazetelerin birinci sayfaları aynı acıyla doluydu; şehit aileleri bir kez daha hiçbir zaman unutamayacakları büyük acılarıyla başbaşa kalmıştı.
Kardeşini çatışmada kaybeden, kendisi şiddetle hiç buluşmayan, Kürtçe yayın yapmak için onlarca davaya “özne olan”, özetle Kürt sorununun her “tarafı” ile muhatap olan Abdullah Keskin’e www.t24.com.tr için sorduk:
'PKK'de birinci kuşak 10 kişiyi geçmez, şimdi dördüncü kuşak dağda'
- Örgütün gündeminde şu ne ölçüde baskındır; “Bir 30 yıl daha bu şekilde mi devam edecek?”
Benim izlenimim şu yönde; bu soru en çok örgütteki ilk kuşağın yani 60 yaşına merdiven dayamış insanların gündeminde yer alıyor. Bu kişilerin çoğu hayatta değil. Yaşayanları biliyorsunuz; Abdullah Öcalan, Cemil Bayık, Mustafa Karasu... PKK içinde aktif konumda olan birinci kuşağın sayısı çok az. Bunlar, doğal olarak, zamanla çok değiştiler. Benim kuşağım mesela kayıp bir kuşak. Kendi dönemimden çok az arkadaşım hayatta. Ama biliyorsunuz şimdi dördüncü kuşak dağda. Zaten PKK’yi dünyadaki diğer gerilla hareketlerinden ayıran temel faktörlerden biri bu; çok uzun yıllar sürdürülen bir çatışma. Aslında ben bunun PKK’nin daha uzlaşmacı bir çizgiye gelmesi için olumlu bir hava yarattığı fikrindeyim.
'Yeni kuşak, 'Bu böyle sürmez' diyen birinci kuşağı ılımlı buluyor'
- İlk kuşağın mevcut söylemlerinin dördüncü kuşak için “fazla ılımlı” bulunduğu, doğru mu?
Doğru bir gözlem. Üstelik bunu sadece dağda değil, şehirlerde de gözlemleyebilirsiniz. 1990’lı yıllarda doğan çocuklar, Diyarbakır’ın varoşlarında babasının, amcasının öldürüldüğü günlerde her şeyden habersiz olan bebekler, bugün nerede sizce? Yine o tarihlerde köyleri boşaltılan çocuklar nerede? Ne düşünüyorlar? Ben bu örnekleri çatışmaya hak kazandırmak için vermiyorum. Gerçek bu; o çocuklar PKK’nin birinci kuşağı ile aynı yerde değil düşünce olarak. Birinci kuşak; çarpıştı, değişti ve “Artık böyle süremez” diyor. Ama burada bir fark var, hem de çok önemli bir fark.
'Dağ efsane olmaktan çıktı, PKK ve BDP'de saldırılardan hoşnut olmayanlar var'
- Buyurun…
Ben artık dağın gençlik arasında bir efsane olmaktan çıktığını da düşünüyorum. Yani şöyle; birinci kuşağın Kürtler için talep ettiklerini eksik buluyorlar ama dağa çıkmayı da bir efsane gibi görmüyorlar. Kürt toplumu hızlı bir biçimde şehirlileşiyor. Eskiden bütün dünyada on tane Kuzeyli Kürt akademisyen bulamazdınız. Şimdi dünyanın belli başlı birçok üniversitesinde çok sayıda Kürt var. Dünyayı tanıyorlar, benzer sorunlar üzerine kafa yoruyorlar. Dünyayı iyi algılayabilen entelektüel bir Kürt aklı oluşuyor. Devletin veya hükümetin karşısımda artık “Yeşilçam'ın klişe tipleri” yok. Mesele “ayrımız gayrımız yok” repliklerini çoktan geçti.
- Kürtler için neye dönüştü?
Şu anda hem PKK, hem de BDP tabanında bu artan saldırılardan, çatışmadan hiç hoşnut olmayan çok önemli bir kitle var. Zaten açılım diye başlatılan süreçte en çok bu kitle ıskalandı. Oysa bu insanlar, bu kanın durması için en faydalı olabilecek kesimdi. Bu hükümetin demokratik yollarla bu meseleyi çözmek için samimi çaba harcadığına dair bir kanaat oluşmadı. Oysa tabanda bu kanaat oluşsa, Kandil bu kadar rahat davranamaz, 1993 yğlendan beri aralıklarla ilan ettiği tek taraflı ateşkesi bu kadar rahat bozamazdı.
'Hükümet açılımı somutlaştırsa Kandil kendi kamuoyundan çekinirdi'
- Yani tabandaki “açılım inancı” Kandil’e mahalle baskısı yapabilir miydi?
Elbette, hem de çok ciddi biçimde. Bu fırsatı kaçırdık. Bu çok yeni bir yol başlatabilirdi. Hükümet, açılım söylemlerini somutlaştırsaydı, KCK operasyonları olmasaydı, son tutuklamalar yaşanmasaydı ve Kandil çatışmaya girseydi, bugün pekâlâ Diyarbakır’da tepki gösterileri olabilirdi. Zaten hükümet bu adımları somutlaştırsaydı, Kandil kendi kamuoyunun tepkisinden çekinirdi. Kürt hareketinin geldiği noktada merkez medyanın, devletin gözden kaçırdığı bu. Mesela yine merkez medyanın ve hükümetin yanıldığı bir başka nokta; PKK’nin BDP üzerindeki nüfuzu, BDP’nin PKK üzerindeki etkisizliği, bunlar ya yanlış aksettiriliyor veya çok abartılıyor. Aralarında elbette “bağ” var ama bu bağda büyük çelişkiler de mevcut.
‘Kandil, seçimlerde taban ve partiden gelen isteği görüp, dikkate aldı’
- Nasıl somutlaştırırsınız bunu?
Sanıldığının aksine PKK tarafından atanmış bir “siyasi komiser”, BDP’nin her şeyini belirlemiyor. Bu etkileşim karşılıklıdır. BDP veya kimi zaman sivil toplum kuruluşları da Kandil veya PKK üzerinde etkili olabiliyor. Medya bile etkili oluyor, ama her şeyin önüne “sözde” sıfatını koyarak değil tabii. Örneğin milletvekilleri seçimleri ya da belediye seçimleri. Partinin adayları arasında PKK’nin hiç sıcak bakmadığı isimler vardı. Ama Türkiye meseleyi o kadar yanlış okuyor ki, mesela bazı isimlerin ikinci kez aday olması Kandil’in sıcak baktığı bir şey değildi. Ancak tabandan, partiden gelen isteği gördüler ve dikkate almak durumunda kaldılar.
- Az önce “Tabanda açılıma güven olsa, Kandil’e mahalle baskısı yapabilir miydi?” sorusunu “Elbette” diyerek cevaplamıştınız. Dolayısıyla verdiğiniz bu örneğin eşliğinde hemen soralım; öne çıkan Kürt siyasetçisi hem Kandil, hem de devletin “kırmızı çizgileri”ne mi takılıyor?
Öyle, üstelik buna takılan tek grup Kürt siyasetçisi değil, Kürt aydınları için de aynı şey geçerli. Ama bu durumun oluşmasında merkez medyanın tutumunu da göz ardı edemezsiniz.
'Hükümet de, medya da, PKK de Kürt aydınlarını ciddiye almıyor'
- Kandil, Kürt aydınını ciddiye alıyor mu?
Hükümet de, PKK de, merkez medya da Kürt aydınlarını ciddiye almıyor. PKK yetkililerinin açıklamalarına bakıyorsunuz, “Bu konuda Kürt aydını niye sessiz kalmıştır?” diyorlar. Aynı soru; hükümet ve medya çevrelerinde de soruluyor. Hiçbiri Kürt aydını ile barışık değil. Herkes meseleye bakışına göre, Kürt aydınına tepki koyuyor. Eğer Kandil’in söylemleri ile aynı doğrultuda ise bu kişi zaten devlet kanadında itibarını yitiriyor. Devletle uzlaşmaya yakın bir tavır sergileyen de Kürtler arasında itibar görmüyor. Sonra da medya aydınlara soruyor; “Savaş nasıl biter, Kandil’i ne durdurur?” Sadece almak istediği cevabın peşine düşüyor herkes. Kimse sahiden merak etmiyor; “Bu adamlar ne düşünüyor?” Bu anlamda bence Taraf gazetesi Kürtler ile Türkler arasında önemli bir köprü işlevi görüyor, bir araf.
Örgüt Taraf'ı yasakladı mı?
- Kısa süre önce güvenilir bir kaynağımızdan Taraf’ın örgüt tarafından yasaklandığını duyduk. İhtimal verir misiniz?
Bilemiyorum. Halkta, bölgede bunun aksi yönde bir ilgi var. Ama PKK’ye yakın medyayı izlediğinizde Taraf’a karşı ağır eleştirilere rastlarsınız. PKK merkezinin hoşnut olmadığı şey şu olabilir; Taraf gazetesi başından beri hükümete çok açık destek veren bir yayın politikası izledi.
'Kandil'de Kürt edebiyatı serisi okunuyor'
- Reşadiye saldırısından sonraki Taraf’ın “PKK iki halkın da düşmanı” manşeti üzerine örgütün Taraf okumaya yasak koyduğunu duyduk. Siz 17 yıldır Kürtçe kitaplar basan bir yayınevini yönetiyorsunuz. Diyarbakır’da 11 yıldır ofisiniz var. Dolayısıyla belki de en gerçekçi izlenimi sizden öğrenebiliriz; Kandil’de gençler ne okuyor?
Tabii biz Kandil’den kitap siparişi alıp, koliyle kitap göndermiyoruz. Sorunuza iki ölçüyü dikkate alarak cevap vereyim; Kandil’e giden gazeteci arkadaşlardan duyduklarım ve cezaevindekilerin tercihleri. Elbette Abdullah Öcalan’ın çözümlemelerini okuyorlar. Bu şaşırtıcı değil ama şu işte ilginç; Kürt edebiyatı serisini dikkatle izliyorlar.
- Kürt edebiyatı serisini izlemelerini niye ilginç buldunuz?
Dağdaki insanın roman okuması, klasik okuması bence örgütteki değişimi ortaya koyuyor. Eskiden daha çok ideolojik teknik kitaplar okurken şimdi kuantum fiziği, modern sosyoloji kitapları ve hatta ekolojik toplum üzerine kitaplar önplana çıkıyor.
- O halde anlıyoruz ki, Abdullah Öcalan’ın cezaevinde okuduğu kitaplar Kandil’de de ilgi görüyor?
Böyle bir ilişki olması normal.
'Siyaset, Öcalan için yeni ve zor bir alandır’
- Öcalan 11 yıldır İmralı’da. Bu süreç Öcalan’ı ne olursa örgüt içinde soyutlaştırır?
Öcalan cezaevinde, bu şartlar altında tutulduğu sürece PKK tabanında ve genel anlamda Kürt çevrelerinde hiçbir saman soyutlanmaz. Hep bir “efsane” olarak kalır. 11 yıldır bırakın herhangi bir kişiyle, hiçbir canlı ile teması yok. Dünyanın en ağır mâhkumu. İmralı, basının yansıttığı gibi değil. Bakın benim kişisel bir fantezim; Öcalan’ın bir partinin başında olmasını ve siyaset yapmasını istiyorum. Buyursun siyaset yapsın; ki bu, Öcalan için yeni ve zor bir alandır.
- Bu söylediğiniz örgütte sorgulanmaya başlandı mı?
Tutuklandığı süreçten 2002 yılına dek kadrolar ve taban Öcalan’ın söylemlerini, tutumunu sorguladı. Söylediği ve Kürtler açısından anlaşılması güç söylemi "taktik" olarak algılandı. Ama bir şekilde bu ilişkiyi rayına oturttular. Öcalan, bu hareketin kurucu lideridir ama bulunduğu şartlardan dolayı konumu semboliktir. Yani sanıldığının aksine Öcalan İmralı'dan örgütü yönetmiyor. Bu pratik olarak da mümkün değil zaten.
'Bugün çok görülen talepleri gelecek kuşaklara kabul ettirmek zor olacak'
- Sizce Öcalan’ın söylemleri bugün Kandil için çok mu “ılımlı”?
Örgüt yönetimi ile Öcalan arasında bu anlamda yorum farkı olacağını sanmam. Ama söylediğim gibi, birinci kuşağın Kürtler için talep ettiklerini gençler eksik buluyorlar, ama dağa çıkmayı da bir efsane gibi görmüyorlar. PKK’ye veya Kürtlere açık ve net psikolojik bir jestin bile çatışmaları durduracağını düşünüyorum. Hemen. Bir günde. Hükümetten veya devletin ilgili bir biriminden dolaylı veya direkt, son zamanlarda deklare edilen taleplerin dikkate alınacağına ilişkin bir kanaat oluşturulması durumunda çatışmalar sona erdirilebilir. Bu devletin elinde.
- Nedir bu jest; tarif edin?
Tabanda samimiyet ve güven duygusu yaratacak, Kandil’i kendi kamuoyunun tepkisini çekmekten ürkütecek adımlar. Bu zaten defalarca deklare edildi. Devlet 1999 yılında bunu yapsaydı, daha güçlü bir konumda olurdu. Her geçen gün çözümün aleyhine işliyor. Şunu da bilmekte fayda var; bugün çok görülen bu talepleri gelecek kuşaklara kabul ettirmek çok daha zor olacaktır. Zira ok yaydan çıktı, Türkiye Kürtlerin varlığını resmen tanıdı, inkâr politikasına son verdi. Bundan sonra yapılacak şey, bunun gereklerini yerine getirmektir.
© Tüm hakları saklıdır.