Atatürk’ün törpülenen, hasıraltı edilen özelliklerini havalandırma arzusuyla yola çıkan Can Dündar, 15 yıllık hummalı bir çalışma sonucunda, 29 Ekim’de görücüye çıkacak ‘Mustafa’ ile bizleri selamlıyor. Putlaştırıcı bir yaklaşımdan uzak, yıllar yılı şablon haline gelmiş beylik laflardan yoksun bir Atatürk hikâyesi var karşımızda
Saf tutmaktan pek haz etmemiş Can Dündar’ın en büyük arzusu, ‘bir tür lanetliler bahçesi’ diye tanımladığı Türkiye’nin, Abdullah Öcalan’dan Şeyh Said’e tüm ‘lanetli çiçeklerini’ tanımak, anlamak, insanlara göstermek. Şimdilik, kimileri için ulu önder, kimileri için pek çok yanlışlar yapmış Atatürk’ü konuşuyoruz. 29 Ekim’de gösterime girecek ‘Mustafa’ filmi için, “Her şeyi altüst ettik diyemem, ama onu anlama yolunda bir adım daha attık sanırım. Burada sözü daha çok Atatürk’e bıraktım. Mektupları, günlükleri, hatıraları konuşuyor” diyor Dündar. Biz, sözü kendisine, o da Atatürk’e bırakıyor.
‘Mustafa’nın çıkış noktasını, Türkiye’nin Atatürk’ü yeni kuşağa ve tüm dünyaya gerektiği düzeyde anlatamamasına bağlıyorsunuz. Filminiz bunu değiştirebilir mi?
Atatürk konusunda benim bile kafam karışıktı doğrusu. “Atatürk’ü toplumda nereye oturtmalıyız?” ya da “Ne gibi anlamlar yüklemeliyiz?” gibi sorular motive etti beni. Herkesin kendi Atatürk’ü var. Bir yanda yıllardır belleklere kazanmış şablonlar, bir yanda Atatürkçülüğü yakada rozet takmaya indirgemiş bir zihniyet... Aynı zamanda hâlâ dünyanın tanımadığı bir lider! Biz, çok önemsemişiz ama dünyada bir türlü anlatamamışız. Bütün bunlar, üzerinde 15 yıldır çalıştığım projeyi tetikleyip, bu filmin çıkmasını sağladı.
Atatürk’ün anlatılmama/anlatılamama durumunun altında bir şey aramak gerekir mi?
Başbakanımızın, söylemlerinde Atatürk’e atıflarda bulunmadığı da gündeme geliyor.
Son dönemde, başbakanımız tarafından eskisi kadar dillendirilmediği doğru! Ama buradan da bir sonuca varamıyoruz. Darbeyi yapan da Atatürk adına yaptığını söylüyor, darbeye direnen de! Atatürk’ün savunucularına ya da ona karşı duruş sergileyenlere bakarak bir Atatürk portresi çıkarmak pek mümkün değil. Bir dönem Necmettin Erbakan çıkıp, “Asıl ben Atatürkçüyüm” demişti. Abdullah Öcalan, Atatürk’e atıflar yapar söylemlerinde örneğin. Herkes farklı bir yerinden tutuyor Atatürk’ün. Biraz böyle bir durum var. Tüm bunların arasından gerçek Atatürk’ü çekip çıkarmak çok güç!
Yeni kuşağın hâlâ “Selanik’te doğdu, çocukluğunda karga kovaladı” şeklinde beylikleşmiş bir hikâye eşliğinde Atatürk ile tanışması da büyük bir handikap olmalı.
Yeni kuşak, aslında Atatürk hakkında bir şey bilmiyor. Büyük kahramanlara ihtiyacı olmayan bir yeni kuşak var önümüzde. İnsanları hatalarıyla ve sevaplarıyla kabul edebilecek, daha gerçekçi olabilen bir kuşak. Gerçek, siyah ya da beyaz değildir. Gerçek gridir. Doğrularıyla yanlışlarıyla, tüm eksik ve gedikleri ortaya döküp tartışmalıyız liderleri. Artık peygamberleştirme amacı gütmeden konuşup tartışabileceğimiz bir ortam oluştu bence. Bu noktada, Atatürk’ü konuşmanın, tartışmanın tam sırası belki de. Ölümünün üzerinden 70 yıl geçtikten sonra, yaptıklarını ve yapamadıklarını tartışmalıyız artık.
Denge İnönü
Yine de başındaki ‘ulu önder’ sıfatından ötürü, hâlâ tartışmaya kapalı sanki Atatürk.
Akademik düzeyde tartışmaya başlandı biraz. Ama iş daha, ‘seviyorum/sevmiyorum’ noktasında ne yazık ki. Bunun biraz ötesine geçmek lazım. Demokrasiyi denedi, ama neden olmadı? Demokrasi, yerinde ve zamanında mı yapıldı? Kürt meselesine ne dedi? Ermeni meselesinde İttihatçılardan hangi noktada ayrıldı? Bunlara cevap arayarak daha somut bir seviyede tartışılmalı. “Evet, bunları yaptı, ama şunları da yapabilirdi” şeklinde konuşulmalı.
İnsanların ‘ama’ demekten çekindiği bir konu belki Atatürkçülük.
Onu tartışmak, sanki anısına büyük saygısızlık gibi geliyor çoğuna. Oysa öyle değil. Bugün dünyada tüm liderler, tüm sevaplarıyla ve günahlarıyla konuşulup tartışma konusu olabiliyor. İnanın, heykelini dikmekten çok daha etkili bir çözüm bu. Konuşulursa zarar görecek, eriyip yok olacak diye korkuluyor. Hiç de değil!
Filmde Atatürk’ün gün ışığına çıkmamış yönlerini bulduğunuz ve bilinçli bir şekilde örtbas ettiğiniz ya da tam aksine ön plana çıkardığınız durumlar oldu mu?
Devrimci özelliği diyebilirim. Yıllar yılı belki de bilinçli olarak hep arka planda tutulmuş devrimci kişiliği. Kendi döneminde radikal, herkesten önde biri olduğu için, çevresindekilerin onu gemleme çabası olmuş. Bir kısmı kötü niyetli olabilir ama çoğu iyi niyetli. “Aman hocam yapmayalım” diyerek çekiştirip durmuşlar.
Bu, geriye çekiştirip durma çabalarının sonuçlarını nasıl yorumlamak lazım?
Bunu tarih yargılayacaktır. O, yakınındakilerin sürekli 10 adım ilerisinde olmuş bir lider. Bu özelliği, belki de çok büyük bir kaosa yol açabilirdi. Bir anda sinirlendiğinde, “Menemen’i yakın” diyebilen biri. Bu noktada İsmet İnönü’nün ustalıkla oynadığı dengeleyici rol çok önemli! Tüm bu dengeleme faktörünün etkisini alt başlıklarda incelemek lazım. Dil kurumu, yeni alfabe için beş yıl istemiş. Atatürk, “Hayır, beş ayınız var” demiş. Şeyh Sait olayında, “Üstlerine böyle çizmeyle gidilmez” diyen başbakanı görevden alıyor. Dil kurumuna kalsa bugün Latin alfabesini kullanır mıydık ya da başbakanı görevden almak yerine onun sözünü dinleseydi, bugün Kürt sorunu nasıl bir hal alırdı? Tüm bunlar tek tek irdelenmeli.
Böyle tartışıldığında, fevri davrandığı olaylar da gün ışığına çıkacaktır.
Devrimciler köşelidir ve bunda şaşılacak bir şey yok. Köşesiz olsa devrimci olmazdı ve toplumu dönüştüremezdi. Biz, bunu yıllar yılı örtbas etmeye çalışmışız. En basit örnek; Atatürk’ün okullarda okutulsun diye yazdığı ‘Medeni Bilgiler’ kitabı. Kitapta Atatürk, hürriyetin ne olduğunu, yurttaşlığın nasıl olması gerektiğini anlatıyor. Son derece radikal bu kitabın bugün kitapçılarda ve hiçbir kütüphanede bulamazsınız. Bugün yayımlansa toplatılabilecek bir kitap. Günümüzde kimsenin Atatürk gibi 10 adım ileri mesafede yürümeye cesareti yok.
Kemaletin Tuğcu öyküsü
Günümüzde bir gerileme söz konusu ise bu durum neye bağlanmalı?
Bazı şeyler sadece devrim dönemlerinde yapılabiliyor. Atatürk’ün o dönemde yaptıklarını şu an yapmaya çalışsanız, yapamazsınız. Eski reformist dönemi tekrar yaşamak için, “Demokrasiye ara verelim. Bir lider bulalım ve söylediği kanun olsun” diyemezsiniz. Atatürk de, “Ben sadece size bilimin ışığını bırakıyorum” diyor. Böyle diyen bir lideri, siz bir rozete indirgeyip yakanıza takıyorsunuz. Bu, yapılacak en büyük haksızlık aslında.
Ve rozeti takmakla da yetinmeyip imzasını dövme olarak yapanlar bile var.
Muhtemelen iyi niyetle yapılıyor tabii. Ama bir rozette ya da dövme halinde simgesel olarak kalması çok acıklı. Bu da yıl boyu günah işleyip de bayramda kurban kestirmeye benziyor.
Film için Atatürk’ün hayatını ‘gözetlemek’ nasıl bir histi?
Hem sıradanlık hem de olağanüstülük hissi uyandırıyor. Sıradan, çünkü o da sizin benim gibi bir insan. Küçük yaşta babası ölmüş, yetim kalmış bir çocuk. Annesi bir başkasıyla evlenince, annesine küsmüş. Evi terk edip yatılı okula yazılmış. Buraya kadar her şey Kemalettin Tuğcu öyküsünü andırıyor. Sürekli yanlış yerlerde, yanlış zamanlarda oluyor ve fırsatları kaçırıyor durmadan. Sonrasındaysa, tüm bu koşullardan mucize yaratıldığına tanık oluyorsunuz. İşte o zaman Atatürk’ün farkını anlıyorsunuz.
Laik kesim, İslami kesim vs. diye bakarsak, farklı kesimlerin ortak paydasında Atatürk nerede duruyor?
Artık ortak payda şart mıdır, onu sorgulamak lazım. Her iki kesimin uzlaştığı bir nokta olmamalı belki de. Önemli olan sağlıklı tartışmayı becerebilmek. Burada herkes Atatürk’ü sevecek, olmadı dindar olacak gibi bir dayatma olamaz.
Söz konusu taraflar arasındaki uçurumun derinleşmesi, gelecek için korkutucu bir durum değil mi sizce?
Gayet korkutucu bir durum! Bunun korkutucu olmasının sebebi de dinin çok tartışmaya gelmeyen bir konu olması. Atatürk bir tabu deniyor ama din de bir tabu. Hem de dokunanı yakacak cinsten. Her ikisini de bu yüzeysel tartışmanın dışında irdelemek lazım. Filmle birlikte Atatürk’ün asıl mücadelesinin laik bir toplumla birlikte iktidarı gökyüzünden yeryüzüne indirmek olduğunu gördüm. Bu mücadelenin altını da çizdim filmde. Ne yazık ki yarım kalmış bir mücadele.
Yarım kalmış bu mücadelenin devam ettirilmesinde nasıl bir çözüm önerirsiniz?
Dinin özünde olduğuna inandığım ‘hoşgörünün’ birileri tarafından tekrar hatırlanarak, dinin artık bir dayatılma olmaktan çıkması gerektiğine inanıyorum. İkincisi de laikliğin içselleştirilmesi. Laiklikte de hatalar oldu.
Bir yere ait olma hissi, ideolojilerden daha mı ağır basıyor?
Takım meselesi gibi... Benim durumum takım tutmamaya benziyor. Milli takımı tutmuş oluyorum bu durumda. Bir takım tutmuyorsanız, kimse sizi sevmez.
Sizin duruşunuzda, biraz da herkesi kucaklama arzusu baskın olabilir mi acaba?
Öyle olsa da sonuçta kimseye yaranamıyor, herkesten dayak yiyorsun. Cumhuriyet mitinglerinde de kendimi iyi hissetmedim. O coşkuyu seviyorum ama kürsüde konuşulan şeyler beni rahatsız etti. Benim istedim şeyler değildi. Orada olduğuma pişman oldum. Bunun yanı sıra Cumhuriyet karşıtı bir mitingde de olmak istemem. Bu biraz, herkesi anlamak için olaylara üstten bakmakla ilgili bir durum.
'Neden sevmediğimizi bilelim'
Bir popçunun konser arasında göbek sallayıp, “Ben de Atatürkçüyüm” demesi gibi durumlar da saf tutma telaşından mıdır sizce?
Kimisi pisliğini gizlemek için yapıyor bunu. Gecekondusu yıkılmasın diye Atatürk fotoğrafıyla çatıya çıkıp bağırabiliyor, “Ben Atatürkçüyüm” diye. Kimisi samimi, kimisine göre de Atatürk bir güvenlik markası.
Gani Müjde bir komedi filminde, Atatürk’ü karga kovalarken öldürüyor ve Atatürk’süz bir tarihin filmini çekiyor. Bu mizah malzemesi de tartışmaları beraberinde getiriyor.
Bir sanat eserinin tüm bu kaygılardan uzak olması lazım. Zekice bir düşünce ve hoş bir film konusu bence. Fakat mizahi yönden de bakılıyor olsa tarihin sadece bir insan üzerine kurulu olma düşüncesi mantıklı değil. “Atatürk olmasaydı...” cümlesi pek çok kez farklı şekillerde dile geliyor ve ben bunları anlamsız buluyorum. Yapılan tüm devrimler Atatürk’e bir gecede vahiyle gelmediğine göre, Atatürk olmasaydı hiçbir devrim gerçekleşmeyecekti şeklinde bir durum yok.
Vahdettin ile ilgili belgesel çekmek istediğinizi belirtmiştiniz. İstiyor musunuz hâlâ?
İstiyorum aslında. Arkamızda koca bir tarih var ve bu tarih bize, bazılarını sevmemiz, bazılarından nefret etmemizi söylüyor. Ben bu listeyi kabul etmiyorum. Sevmeyeceksek, niye sevmeyeceğimizi bilelim. Şeyh Said’i de merak ediyorum, Abdullah Öcalan’ı da. Bu çalışmaların ülkemize büyük yararı olacağını düşünüyorum. Bir tür lanetliler bahçesi Türkiye. Ve o lanetliler bahçesindeki tüm çiçekleri göstermek istiyorum insanlara. Sonra insanlar kendileri karar versinler sevip sevmeyeceklerine. Mesela Öcalan’ı yaratan koşullar nelerdi? Türkiye’nin 30 yıldır savaştığı sorunu başlatan Abdullah Öcalan’ı neden kimse tanımıyor? Adamın derdi neydi? Gençliğinde kimlerden yardım aldı? Tüm bunların bilinmesine ihtiyacımız var. Ama şu an Öcalan’ı anlamaya çalışın bakalım, başınıza neler gelecek? O yüzden seviyorum ya da sevmiyorum deyip işin içinden çıkmak insanlara daha kolay geliyor.
MUSTAFA
Tür: Belgesel/biyografi/tarih
Gösterim Tarihi: 29 Ekim 2008
Yönetmen: Can Dündar
Senaryo: Can Dündar
Müzik: Goran Bregovic
Yapım: 2008, Türkiye