Gündem

Özlem Albayrak: 28 Şubat aramızda yaşıyor

Muhafazakar basında "Başörtüsü aday yoksa oy da yok" kampanyası ile başlayan başörtülü milletvekili tartışması devam ediyor.

08 Nisan 2011 03:00

T24- Muhafazakar basında "Başörtüsü aday yoksa oy da yok" kampanyası ile başlayan başörtülü milletvekili tartışması devam ediyor. Yeni Şafak yazarı Özlem Albayrak, muhafazakar erkek yazarların başörtülü vekile karşı çıkmasıyla büyüyen tartışmalar için "28 Şubat ölmedi, aramızda yaşıyor" dedi.
 

"AKP başörtülü adaydan vazgeçti" haberi için tıklayın

"Başörtülü yazarların İslamcı erkek isyanı!" haberi için tıklayın

Başörtülü milletvekilinin "AKP'yi zor durumda bırakacağını", "iyi niyetli hanımlar üzerinden AKP'ye tuzak kurulduğunu" savunan muhafazakâr erkek yazarlar kampanyaya bu iddialarla tepki gösterdi. Kadın yazarların isyanına neden olan iddiaların ardından  Yeni Şafak yazarı Özlem Albayrak, basında süren tartışmalar için "Endişeli Dindarlar başlıklı" yazısında "28 Şubat ölmedi, aramızda yaşıyor" ifadesini kullandı.

Zaman yazarı Bejan Matur da tartışmaları "Canan Arıtman istediği kadar Ali Bulaç'a modernlikten, kadın haklarından söz etsin ne yazar! Ama başörtülü bir yazarın ezber bozan yaklaşımı, muhafazakâr anlam dünyasını sarsabiliyor" sözleriyle yorumlarken Bugün yazarı Gülay Göktürk, evden çıkan kadının muhafazakâr dünyayı dönüştüreceğini savundu.

Albayrak, Matur ve Göktürk'ün köşelerinde yayımlanan (8 Nisan 2011) yazılar şöyle:


Endişeli dindarlar 2/ Özlem Albayrak

Yeni Şafak

"Başörtülü aday yoksa oy da yok" kampanyasıyla ilgili tartışmaların geldiği noktadan hiç mutlu değilim. Bu konuyu ikinci kez kaleme almaya niyet edişimin sebebi de, bendenize artık rahatsızlık vermeye başlamış olan bu memnuniyetsizliğim.

Konuyla ilgili bir önceki makalemi okumuş olanlar hatırlar, Hilal Kaplan, Nihal Bengisu Karaca, Yıldız Ramazanoğlu ve hepsini bir lahzada sayamayacağım kadar çok sayıda cesur kadının inisiyatifiyle oluşturulan kampanyaya doğal olarak ve tüm varlığımla destek verdiğimi; mesleğine devam etmek için başını açmak zorunda kalan bir kadın doktorun olduğu kadar, okulunun kapısından çevrilen bir kız öğrencinin, Meclis'ten kovulan Merve Kavakçı'nın maruz kaldıklarını o ince ama kavi ünsiyet bağı nedeniyle nefsinde hissetmiş bir örtülü kadın olarak bırakın başörtülü vekili, eğer ki liyakat ve hakkaniyet koşullarını haizse, başörtülü Anayasa Mahkemesi Başkanı'nı dahi sevinçle karşılayacağımı söyledim. Hatta, basın toplantısına şerhimi düşerek katılacaktım, olmadı, dedim.

Buna karşın, dindar ya da değil, AK Parti seçmeni ya da değil, çeşitli zeminlerde yüzyüze geldiğim, görüşlerini dinlediğim vatandaşların itiraz ve çekincelerinin bir kısmına da hak verdim. Bu ülkenin son yıllarda yaşadığı dönüşümün sürmesini isteyen, İttihat Terakki'den itibaren askerin içine çöreklendirilmiş darbeci unsurların temizlenmesini bekleyen, egemenliğin bürokratik oligarşiden alınıp millete devredilmesini, bundan sonra da inkıtasız ve fasılasız olarak millette kalmasını isteyen, devletin içindeki 'Gladyo'yla hesaplaşma sürecinin akamete uğramasından deli gibi korkan bir kitleydi bu ve tezleri hiç de yabana atılır gibi de değildi.

Nitekim, 12 Eylül referandumunda, parti kapatmayı zorlaştıran yasa maddesi Meclis'ten geçirilemediği için değişiklik kapsamına girememişken, Anayasa Mahkemesi'nin üye seçimi konusundaki değişikliğe rağmen, Fazilet Partisi'nin kapatılması yönündeki karar mevcut yasalara göre hala duruyor ve "emsal" teşkil ediyorken, AK Parti daha 2008 yılında ve yine başörtüsü sebebiyle kapatılmanın eşiğine gelmiş, "laiklik karşıtı söylemlerin odağı olmak"tan suçlu bulunmuş ve para cezasına çarptırılmışken, yani bu endişelerin babalar gibi argümansal altyapısı da varken, bunları ciddiye almamazlık edemezdim.

Elbette "daha zamanı değil" şeklindeki üsttenci ve buyurgan dile olan itirazımı da saklı tutarak, mesafemi koruyarak.

Nitekim, "başörtülü vekil yoksa oy da yok" inisiyatifi, nasıl ki şimdiye dek sistem tarafından hep ötelenmiş, itilip kakılmış geniş bir toplumsal grubun siyasette temsil hakkını talep ediyorsa ve gayet demokratik ve sivil bir duruşsa, bu platforma karşı dile getirilen endişeler de, parti sözcülüğü filan değildi.

Yine bu milletin defalarca inkitaya uğratılmış olan temsil hakkını dert eden, bir o kadar demokratik ve sivil bir söylemdi. Yoklarsanız görürsünüz, bir kalpte aynı anda iki duygu bulunabilir, insan hem isteyip, hem endişe edebilir. İkisi de insanın hakkıdır ve insan ikisinde de haklıdır.

Gelgelelim, bu endişeden neşet eden dil, giderek başörtülülere kamusal alanı çok görecek bir niteliğe evriliyorsa, endişelerini gerekçe göstererek örtülü kadınların sokağa bile çıkmasını kaldıramadığını söyleyen laikçi teyze ve amcalarla eşitlendin demektir.

Bu dil, haklarını talep eden kadınların birileri tarafından kullanıldığı şeklinde bir suçlama zeminine kayıyorsa, "bunların kökü dışarıda zaten, İran'a gitsinler" diyen komplocu ulusalcılarla aynı düzlemdesindir.

Sonuç itibariyle, eleştiriyle baş ezmeye çalışmak bambaşka şeylerdir ve birtakım endişelerin, kırıp dökmeye, vandallaşmaya, kadın düşmanlığına vardığı bu nokta, bu ülkede yaşayanları ifrat-tefrit uçlarına gidip gelen bir sarkacın tepesinde baş dönmesi hissiyle başbaşa bırakan şeydir.

Bu kampanyanın çıkardığı gürültüye gelince; bana kalırsa, "başörtülü vekil yoksa oy da yok" kampanyasının çıkış noktası doğruydu, çünkü bu çağrı tüm partilere yönelik olarak yapılmıştı.

Ama gelinen noktada, ihale AK Parti'nin üzerine kalmış gibi gözüküyor. Tıpkı, 2007 yılında hükümetin, BDP ve MHP'nin desteğini aldığını zannederek bu meseleyi çözmeye yeltendiği halde, tüm ceza yükünü tek başına ödediği gibi.

Üstelik bu fotoğrafa, Gürsel Tekin'in, İstanbul İl Başkanlığı döneminde CHP'ye çarşaflı kadınları üye yaptığı, CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu'nun sürekli "başörtüsü meselesini biz çözeceğiz" dediği halde, bugün bir kez daha kulağının üstüne yattığını eklediğimde... Ve bunun üstüne, Gürsel Tekin'in "biz başörtülü aday göstermeyeceğiz ama AK Parti göstersin, itiraz etmeyiz" derken yüzünde oluşan ve hiç hoşlanmadığım o ifadenin çağrıştırdıklarını koyduğumda...

Bir "film" tekrarı görüntüsü oluşuyor; zihinde bir korku atmosferi, ellerini ovuşturan birtakım karanlık adamlar beliriyor. Nitekim Deniz Bölükbaşı 2008 yılında yaptığı açıklamada "türbana Ak Parti'nin kapanması için destek verdik" demedi mi?

Dolayısıyla sonuç yine bir önceki makalemde vardığım noktaya çıkıyor: 28 Şubat ölmedi, aramızda yaşıyor. Böyle.


Kadın/ Bejan Matur 

Zaman 

Hemen her toplumun doğal değişim dinamiği ancak o cemaat içinden çıkan aykırı, uyumsuz seslerle mümkün olur. Canan Arıtman istediği kadar Ali Bulaç'a modernlikten, kadın haklarından söz etsin ne yazar! Ama başörtülü bir yazarın ezber bozan yaklaşımı, muhafazakâr anlam dünyasını sarsabiliyor.


Yazının tamamı için tıklayın 
 

Bu kadınlar çok oluyor!/ Gülay Göktürk

Bugün

Kadın da evden çıkıp dış dünyaya açıldıkça, kamusal alana çıktıkça hem kendi dönüşüyor hem de aileyi ve muhafazakâr dünyayı dönüştürüyor. Ve yine her zaman ve her yerde olduğu gibi, dönüşümden zarar görecek olan eski iktidar sahipleri var güçleri ile direnmeye hazırlanıyor...

Besbelli ki kavga çetin olacak. Ama aynı zamanda çok ama çok hayırlı bir kavga olacak...


Yazının tamamı için tıklayın