Ümit Otan
Yıllardır yaptığımız “Ertuğrul Özkök tahlilleri”nin yetersizliğini, Tansu Özkök’ün yüzümüze vurmasının üzerinden bir yıl geçti. Tansu Hanım, “ünlü” genel müdür eşinin gazeteciliği bırakıp roman yazmasını istiyordu. Ne yazık ki sözünü dinletemedi.
Son zamanlarda, “gitti gidiyor”, “yakında işi tamam” türünden fal açanların sayısının giderek arttığı dikkatinizden kaçmıyordur. Özkök, bazen yorgun bazen bıkkın görünse de hiç oralı değil.
Medyamızdaki sendikasızlaştırmada epeyce rol üstlenen, okuru “müşteri” yerine koyan, iş yaşamıyla gazeteciliğin iç içe olmasının başımıza getirdiği felaketleri somut biçimde görmemize “katkıda” bulunan Ertuğrul Özkök’le ilgili sayısız eleştiri yazısı çıkmıştır. Ben de epeyce yazdım. Unutulmasın diye bu yazıları kitaplarıma da koydum.
Bugün bakıyorum da, onca yazı, Tansu Özkök’ün eşiyle ilgili ortaya koydukları yanında çok cılız kalıyor.
Tansu Hanım, Vatan’dan Sanem Altan’a içini dökerken eşine siteminin yanı sıra biz gazetecilere de dersler veriyordu. (Vatan, 3.11.2008) “Afili gazeteciliğin” o “görkemli”, “bol cilalı” ve epeyce varsıl hayatlarında nelerin ıskalandığına dikkat çekerken, omzumuzdan tutup sarsıyordu.
Ertuğrul Özkök’ün, geçenlerde katıldığı bir toplantıdaki yakınmalarını okuyunca, aklıma Tansu Hanım’ın söyledikleri geldi. Özkök, sürekli gençlik yıllarındaki parasızlıktan mı yakınıyor, Tansu Hanım hemen çürütüveriyor:
“İnanın parasızlık bana hiç acı vermedi. Ertuğrul hep daha fazla sıkıldı bundan. Ona hep söylüyorum zaten ‘Ben küçülebilirim.’ 125 metrekare falan bir ev istiyorum, kendi başıma başa çıkabileceğim bir ev. Burası 600 metrekare. Küçülemeyen o. Problem onda. Ben çok daha küçük bir hayat istedim hep. Başından beri böyleydim. Ertuğrul’un şu sağladığı hayat, bu ev, şu gördükleriniz bana hiçbir şey ifade etmiyor. Ben bunlarla mutlu olan biri değilim. Daha küçük bir hayatı istedim hep. Ertuğrul’u sevmesem dayanamazdım, çoktan giderdim. Bu benim gerçeğim değil. Bu onun gerçeği.”
Özkök, “Çok yoruldum bu işlerden” diye yakınıyormuş gibi mi yapıyor, onu çok iyi tanıyan hayat arkadaşı, kül yutmuyor:
“’Yalan söyleme Ertuğrul, bu senin tercihin. Yorgun olan benim çünkü bu benim tercihim değildi’, derim. Ben böyle bir adamla evlenmedim. Yaşadığım insanla bu hayatı paylaşmak isterdim. Ertuğrul’la yaşamak isterdim birçok şeyi. Doğayla iç içe bir hayat olurdu benimki… Bazen ona, ‘Ertuğrul ben yoruldum bu hayattan, emekli olmak istiyorum, sen nasıl hâlâ duruyorsun’ diyorum”
Tansu Hanım, eşine gazeteciliği bırakıp roman yazmasını öneriyor.
Yanıt: “İlerde”
“Bunun ilerisi ne, merak ediyorum. Yok ki ilerisi. 62 yaşında.” diyor Tansu Özkök:
“Ertuğrul genel yayın yönetmeni ve köşe yazarı sonuçta. Burada esas güç Aydın Doğan ve ailesi. Çünkü Aydın Doğan ‘Tamam Ertuğrul, gel sen yönetim kuruluna’ dediği zaman o güç zaten bitiyor. Güç Hürriyet. Daha önce de Simavi ailesiydi. Siz o gücün altında bir şeyler yaratmaya çalışıyorsunuz. Ertuğrul Özkök bana tuhaf gelen bir imaj. Ertuğrul’dan öteye geçmedi o imaj çünkü benim için. Çok şaşırıyorum ‘Ertuğrul’un gücü’ falan dediklerinde. Böyle bir şey yok. Hiç inanmıyorum bu güce ben. Öğretim üyesi olsaydı, gene aynı yerde olurdu, bir şey kaybetmezdi diye düşünüyorum. Kitap yazmasını, yurtdışında bir üniversite kürsüsünde hoca olmasını çok daha fazla isterdim. Kalıcılık budur. İnsanı mutlu eden şeyler kalıcıdır. Gazetecilik suya yazı yazmak. Analizler falan. Ortaya konan bir şey yok. Hâlâ söylüyorum Ne olur roman yaz.”
“Sahip olmak tutkusu” ne zor şeymiş…
Ertuğrul Özkök, “olmak” gibi bir hayata geçip roman yazacağı günlere varır mı dersiniz?
Zor görünüyor.
Bir gün, “Keşke hayat arkadaşımı yıllar önce dinleseydim” diye dertlenir mi dersiniz?
Ne yalan söyleyeyim, bana çok yakın görünüyor…