Kültür-Sanat

Özgentürk'ten 'Babıâli’den plazaya basının hali'

Nebil Özgentürk, Basının Kısa Tarihi belgeseli için yaptığı çalışmayı 'Cumhuriyetten Günümüze Basının Kısa Tarihi' adıyla kitap haline getirdi.

29 Kasım 2008 02:00

Gazeteci-yazar, belgesel yapımcısı Nebil Özgentürk, Basının Kısa Tarihi belgeseli için yaptığı çalışmayı Cumhuriyetten Günümüze Basının Kısa Tarihi adıyla kitap haline getirdi. Kitapta basın tarihinin ibret verici sürecini basının ünlü simaları anlatıyor.

“Falih Rıfkı Atay’ın sahibi ve başyazarı olduğu Dünya gazetesinin birinci sayfası...1959 yılının 19 aralık günü... Sol üst köşede Atay’ın makalesi... Yanında koca puntolarla Birleşmiş Milletler’e ilişkin haber... Alt sütunlarda PTT aleyhine açılan bir tazminat davası haberi ve karikatür... Ama o da ne? Gazetenin sekiz sütuna manşeti bomboş ve beyazlar içindedir. O günün gazetesinin beyaz bir yama misali çıkışına okurlar da anlam veremez, rakip gazetelerin yöneticileri de...
Gazete tam baskıya gireceği anda sansürcüler talimat vermiş ve çıkması muhtemel bir haberi yasaklayıp emrin uygulanmasını istemiştir. Gazetenin yazı işleri de, çaresiz baskıya göndermek üzere oldukları gazetenin dağıtıma yetişmesini sağlamak için -bu arada yeni bir sayfa hazırlamaya da zaman kalmadığından- gazeteyi beyaz boşluklar bırakarak baskıya göndermek zorunda kalmışlardır.

Basın çalışanları gülmekle ağlamak arasında bir noktadadır. O beyaz sütunlar, o komik ötesi sansürlü sayfalar 27 Mayıs 1960’a kadar sadece Dünya’da değil muhalif pek çok gazetede görülür.”

Yukarıda anlatılan Türkiye basın tarihinden sadece küçük bir anekdot. Aslında anlatılan uzun bir yolculuğun öyküsüdür... Gazeteciye, gazeteye, habere ve bir ülkeye dair, yılların öyküsü...
Gazeteci-yazar Nebil Özgentürk, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin 60. yılı için hazırladığı Basının Kısa Tarihi belgeselinde yaptığı çalışmayı Melda Davran ve Ali Sekmeç editörlüğünde Cumhuriyetten Günümüze Basının Kısa Tarihi adıyla Alfa Yayınları’ndan kitap olarak yayımlandı.

Özgentürk, bu çalışmada pek çok gazeteci, genel yayın müdürü, yazar ve basın kurmayının tanıklıklarına başvuruyor. Aralarında Çetin Altan, Cengiz Çandar, Mehmet Ali Birand, Nazlı Ilıcak, Vasfiye Özkoçak, Güneri Civaoğlu, Hikmet Çetinkaya, Zafer Mutlu, Hıncal Uluç, Ertuğrul Özkök, Emin Çölaşan ve Dinç Bilgin’in de bulunduğu basının 37 önemli simasına mikrofonu uzatmış.
Nebil Özgentürk, “Samimi söylemek gerekirse hummalı bir çalışma yaparak belgeseli tamamladık. Anlatılanlar belgeselde ancak ‘bir yudum’ aktarılabildi tabii ki... Sonra kayıtların deşifresine daldık. Öyle müthiş anekdotlar, öylesine kışkırtıcı anılar ve öylesine tarihe düşülmesi gereken hikâyeler orta yerde duruveriyordu ki. Basın, ülke ve demokrasi tarihi açısından öğretici ya da ibret verici ya da coşku veren bu sözler havada kalmamalı, ‘beyaz sayfa’lara geçmeliydi...”

Türkiye’de basının tarihi 1800’lerin ortalarında başlar. Tanzimat’ta... Meşrutiyet’te... Kurtuluşta... Kuruluşta... Birinci yılda... Onuncu yılda... Gazi zamanlarında... Yasta, tasada, sevinçte...
Takvimler 1948 yılının 1 mayısını gösterdiğinde Türkiye’de şimdiye kadar hiç yapılmamış olan yapılır. Sedat Simavi elit gazetecilikten kitle gazeteciliğine geçişin öncüsü olacak ve Hürriyet gazetesini çıkaracaktır. Aynı günlerde Ali Naci Karacan’da Milliyet gazetesini çıkarır.
Türk basınında modernleşme eğilimlerinin başlaması Hürriyet gazetesinin çıkışıyla olacaktır. Büyük fotoğraflar, geniş spor sayfaları ve kolay okunan yazılar. Sedat Simavi teknolojik anlamda, zihniyet anlamında ve insan faktörü anlamında bir devrim başlatmıştır.

Öte yandan İstanbul Üniversitesi’nde Gazetecilik Enstitüsü kurulur, cemiyetten, camiadan pek çok usta gazeteci enstitüde ders verir...

Fahrettin Pekkan o günleri şöyle anlatır: “O devirde gazete insan gücüyle ayaktaydı. Hiçbir vasıta yoktu, araba yoktu. Ben günde altı yedi defa o yokuşu iner çıkardım. Mesela Beyoğlu’na tramvay yoksa yayan gittiğim zamanlar olmuştur ve dönmüşümdür.”

1984 yılında gazeteciliğe başlayan, 1997’den itibaren de televizyon dünyasında Bir Yudum İnsan adıyla belgeseller hazırlayan Özgentürk, uzun yıllar Sabah gazetesinde de köşe yazarlığı yapmış. Nebil Özgentürk bugün gelinen noktayı şöyle ifade ediyor:

“Bugün herkes mutsuz, on yıl önce daha mutluyduk. O zaman da iktidarların baskıları vardı. Ama bugünkü geldiğimiz noktada değildik. Basın patronları ile iktidarlar arasında kavgalar yaşandı. İki gazete arasında kavgalar iki medya grubu arasında kavgalar vardı. Son bir yıldır eskiye oranla baktığımız zaman daha mutsuzum... Bugüne baktığımız zaman ise basının bir kısmı muhteşem direniyor adını vermek gerekmiyor. Direnenler belli iktidar, özellikle AKP’nin yedi yıllık iktidarı döneminde çok enteresan bir basın süreci yaşanıyor. Basının kısa tarihini yazmış biri olarak at izinin it izine karıştığını görüyorum. Yoğun baskıların yaşandığı bir dönemi şaşkınlıkla izliyorum.”

• BASIN TARİHİNDEN ALINTILAR:
• “Bizde isterlerse kâğıdınızı keserler, benim başıma gelmiştir, isterlerse mürekkebinizi vermezler, isterlerse size ithalat izni vermezler, başkasına verirler, isterlerse sizinkini keserler, ötekine verirler. İlanlarınızı keserler, ilanlarınızı kestirirler. Telefon açarlar tanıdıkları işadamlarına ‘kardeşim eğer bizi seviyorsan Bedii’ye ilan verme’ derler. Bunlar olmamış şeyler değildir” (BEDİİ FAİK)

• “Bizde haberci gazeteciliği en sistematik hale getiren Sedat Simavi olmuştur” (ORHAN KOLOĞLU)

• “Hürriyet‘in kurulmasıyla gerçekten bir devrim başladı” (ERTUĞRUL ÖZKÖK)

• “Kenan Evren ‘kapatın Günaydın gazetesini’ dedi” (BEKİR COŞKUN)

• “Turgut Bey (Özal), basınla nefret ve aşk ilişkisini iç içe yaşadı.” (ZAFER MUTLU)

• “28 Şubat dönemi iyi olmayan, bizim de önemli yanlış rol oynadığımız bir dönemdi.” (ZAFER MUTLU)

• “Doksanlı yıllardan itibaren medyanın holdingleştiğini görüyoruz.” (HALUK ŞAHİN)

• “Asil Nadir’in parasıyla bir sürü gazeteci zengin oldu.” (ERGUN BABAHAN)

• “Medya zaman zaman fiilen darbeyle işbirliği yapmıştır.” (NAZLI ILICAK)

• “12 Eylül’ü herkes alkışladı, hepimiz alkışladık.” (EMİN ÇÖLAŞAN)

• “12 Eylül’de Kenan Evren geldiği zaman o da onun elini öptü. Yani 12 Eylül’cüler basına olan saygılarını Burhan Felek’in elini öperek, Burhan Felek de devlete olan saygısını Kenan Evren’in elini öperek belli etmeye çalıştı. Bu da çok eleştirildi. Ama tabii Türkiye’nin gerçeği de bu.” (MEHMET BARLAS)