Politika

Özal'a "Alışamadım" telgrafını çeken teğmen: "Yolsuzluğa yobazlığa alışamadım" demiştim; Özal'ı mumla arayan çok insan var

"Ama 'imam hatipten çıkan terörist olmaz' anlayışına da karşıyım"

08 Haziran 2016 11:53

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın, yüksek yargı başkanlarının gezisine katılmasının eleştirilmesine ilişkin olarak, "Bunlara alışamadılar bugüne kadar ama alışacaklar" demesinin ardından Hürriyet yazarı Ahmet Hakan, Turgut Özal'a "Alışamadım" diye telgraf çeken eski Teğmen Baba ile konuştu. Eski Teğmen Murat Şeref Baba, cumhurbaşkanı seçildikten sonra kendisine tepki gösterenlere "Alışırsınız alışırsınız" diyen Turgut Özal'a gönderdiği ve ordudan uzaklaştırılmasına sebep olan "Ben alışamadım" telgrafının ayrıntılarını anlattı. Eski Teğmen Baba, "onu mumla arayan çok sayıda insan var" dediği Turgut Özal'a çektiği telgraf hakkında, "'Yolsuzluğa, yobazlığa alışamadım' dedim. 'Hayali ihracatçının eli cebinde mahkemelerde gülerek ifade verirken fakir insanların hastanelerde rehine kalmasına alışamadım' dedim. 'İmam hatip liselerinde cumhuriyet rejimine ve laik cumhuriyete düşman gençler yetiştirilmesine alışamadım' dedim. Yanlış anlamayın 'imam hatipten çıkan terörist olmaz' anlayışına karşıyım" ifadelerini kullandı. 

Eski Teğmen Baba, "Turgut Özal, kendisine yöneltilen eleştiriler karşısında çıkıp bağırmıştı 'Alışacaklar' diye... 'Buna hemen cevap vermem gerekir, sıcağı sıcağına' dedim. 'Bir dakika dedim, alışmayacağımı söylemem lazım' dedim" diye konuştu. 

Turgut Özal’a “Alışamadım” telgrafını nereden çektiniz?

Ankara’dan... Bahçelievler Postanesi’nden...

*

- Telgraf çekme kararını tek başına mı aldınız?

Evet... Müzakere edilip yapılacak bir hareket gibi gelmedi bana. Hatta “Bu özel bir haberleşme, benden ve Cumhurbaşkanı Özal’dan başka kimsenin bunu bilmesine gerek yok” dedim.

*

- Postaneye üniformalı mı gittiniz?

Evet, üniformalı gittim. Kasten öyle yaptım. Polis gelirse bir itip kakma olmasın diye.

*

- Postanede görevli memura uzattınız telgrafı. Ne yaptı memur?

Şaşırdı. Birkaç sefer saydı kelimeleri. Bana baktı. Sonra içeri girdi. Biriyle görüştü galiba. “Emniyet’e haber veriyor galiba” dedim. Ama ilginçtir ne gelen oldu ne de giden.

*

- Postaneden öyle çıkıp gittiniz.

Evet...

*

- Sonra ne oldu?

Sabah oldu. Ben atladım Gebze’ye görev yerine döndüm. Görevime başladım. Bir hafta, on gün geçti. Bir gün 1. Ordu Komutanlığı’ndan bir albay geldi. Soruşturma yaptı. Bana “Kimliğinin ve imzanın taklit edildiğini söyle, bu işi kapatalım. Yoksa yazdığın bu siyasi metin nedeniyle ceza alırsın” dedi.

*

- Ne cevap verdiniz bu teklife?

“İmzamı inkâr edemem” dedim. İfademi aldı, gitti. İki gün sonra bir Albay beni çağırdı. “Hakkında herhangi bir yasal işlem yapılmayacak, postanelerden uzak dur” dedi. Belli bir süre sonra Gebze’de görev yaptığım yere bir helikopter geldi. Arazideydim, üstümü değiştirmeme izin vermeden öylece alıp Selimiye’ye götürdüler beni. Orgeneral Muhittin Fisunoğlu’nun huzuruna çıkardılar. Odada iki komutanımız da vardı. Bir sandalyeye oturtuldum, Orgeneral Fisunoğlu da tam karşımda oturdu. Orada yazdığım her şeyi savundum. Ordu Komutanı Fisunoğlu ile baş başa konuşsam alabildiğim kadar alttan alırdım. Ama iki tanık varken bunu yapmadım. “Aynı şeyi bir daha yaparım, yaptığımın doğru olduğuna inanıyorum” dedim.

*

- Ne dedi Fisunoğlu bunun üzerine?

“Çık dışarı” dedi. “Şuna bak, yine yaparım diyor, saygısız” diye bağırdı, çağırdı.

*

- Sonra ne oldu?

Beni oradan alıp Haydarpaşa Askeri Hastanesi Psikiyatri Kliniği’nin tecrit bölümüne attılar. Hemen o gün benim görevli olduğum birliğe birtakım subaylar gelmiş, odam ve dolaplarım aranmış, devrelerimi sorgulamışlar, “Toplanır mıydınız” falan diye...

*

- Peki olayın manşetlere taşınması nasıl gerçekleşti?

Beni tecrit bölümünde tutmaya başladılar. Doktorlara “Bir tedaviniz yok, beni tecrit bölümünde neden tutuyorsunuz?” diye sordum. “Biz böyle uygun görüyoruz” dediler. Ailem ziyaretime geliyordu, onların gelmesini de yasakladılar. Bana “İstesek seni 6 ay burada tutabiliriz” dediler. O zamana kadar bu işin duyurulmasını istemiyordum, olayın reklamının peşinde değildim, ancak bu tutum üzerine başıma gelenlerin kamuoyuna duyurulmasını istedim. Abim, ablam Meclis’e gittiler, milletvekilleriyle görüştüler. Basınla görüştüler. Bütün basını dolaştılar. “Teğmen Murat böyle bir şey yaptı, telgraf metni şudur, şimdi de tımarhanenin tecridine kapatılmıştır” falan dediler.

*

- Böylece bütün Türkiye olayı öğrenmiş oldu.

Doğan Güreş, Kara Kuvvetleri Komutanı idi. Olaya el koydu. Beni Haydarpaşa’daki tecritten aldılar, Ankara GATA’ya götürdüler. Bir hafta içinde heyet huzuruna çıktım. “Sağlamdır, sınıfına ve görevine devam edebilir” diye rapor verip işlemi tamamladılar. Daha sonra da disiplinsizlik nedeniyle ordudan çıkarılmam tebliğ edildi.

*

- Askeriyeden atıldınız, peki sivil soruşturma da geçirdiniz mi?

Ankara’da bir savcı benim ifademi aldı. Suçlama “Cumhurbaşkanı’na hakaret” idi. “Hakaret kastım yok” dedim. Takipsizlik kararı verildi.

*

- Kamuoyunun size yönelik ilgisi sürüyor muydu?

Yeterince ilgi uyandırmış ve çok tartışılmıştı. Daha sonra Çetin Emeç suikastı oldu, gündem değişti.

*

- Özal’ın sizinle teması oldu mu?

Hiç olmadı.

 

“Tahammülsüzlük değildi benim yaptığım”

 

- Turgut Özal, kendisinden önceki cumhurbaşkanlarından biraz farklıydı. Sivildi, dindardı. Resmi ideolojinin arzu ettiği tipte biri değildi pek. Acaba siz böyle bir insana mı tahammül edemediniz?

Kesinlikle böyle bir duygum olmadı. Özal’ı o makama layık görmemek falan değildi benimki. Ben Atatürkçüyüm. Demokratım. Oraya seçilen bir insanı layık görmek zorundayız.

 

Asker siyaset yapar mı?

 

- Bir asker olarak üniformayla cumhurbaşkanına siyasi mesaj veriyorsunuz. Bu suç değil mi?

Siyasi maksatlı bir yazı değildi ki benim yazdığım. Bir düşünce açıklaması olarak görüyordum. “Senin partin kötüdür, geldiğin partin kötüdür, temsil etiğin siyasi parti kötüdür” gibi bir siyasi değerlendirme yapsaydım o zaman siyasi içerikli bir metin olurdu.

*

- Üzerinizde üniformanız var, silahınız var. Askeri şahsiyetsiniz. Böyle bir durumda düşünce açıklaması yapmanız ne kadar normal? Bu açıdan baktığınızda kendinizi eleştirmiyor musunuz?

Sivil iradeyi, sivil yönetimi savunuyorum ben. O zaman da şöyle bir düşüncem yoktu: “Gelelim, ülkeyi biz yönetelim, askerler yönetsin”. Rütbesi ne olursa olsun askerin hiçbir şekilde siyasete karışmamasını savunuyorum.

*

- Çektiğiniz o telgrafı siyasete karışmamak olarak mı görüyordunuz?

Evet... Ben bir ferdim. Ferdi görüşümü açıklamıştım.

 

Kenan Evren’e alıştınız da Özal’a mı alışamadınız?

 

- Turgut Özal’dan önceki cumhurbaşkanı Kenan Evren’di. Kenan Evren’e alıştınız da Turgut Özal’a mı alışamadınız?

Öyle bir karşılaştırma yaparak çekmedim telgrafı. Samimi bir şey söyleyeyim mi? Siyasette en kötü sivili, en iyi askere tercih ederim. Eğer siyaset düzelecekse askerlerle değil sivillerle düzelecek. Atatürkçüyüm. Atatürk, siyasetin sivillerle ve partilerle yürümesini istedi. İstese üniformasını çıkarmazdı. Kimse de sesini çıkarmazdı. Ama o Cumhuriyet’in kurulmasından sonra sivil olmayı tercih etti. Ben Kenan Evren ile Turgut Özal arasında bir karşılaştırma yapmadım.

*

- Kenan Evren’i eleştiriyor muydunuz?

Tabii ki... Askeri zihniyetin bu toplumu götüreceği yer korkunç bir yerdir. İnsan hakları ihlalleri vardır. Sivil faşizmin daha korkuncu askeri faşizmdir.

 

“Pişman değilim”

 

- Askeriyeyle ilişiğiniz kesilince ne yaptınız?

Üniversite sınavına girdim. Hukuk okudum. Şimdi İstanbul’da avukatlık yapıyorum.

*

- Geriye baktığınızda pişman mısınız?

Pişman olmamı gerektiren bir şey yaptığıma inanmıyorum. Fikirlerimi ifade ettim. Yazdıklarımı okuduğum zaman yazdıklarımdan yine gurur duyuyorum. Yani yolsuzluğa, yobazlığa, dinin sömürülmesine karşı çıktım. “Bağırın, çağırın ama merak etmeyin alışırsınız, benim yoluma girersiniz” denmesini, millet iradesinin hafife alınması olarak görüyorum. Millet iradesinin hafife alınmasına o zaman da alışık değildim, şimdi de değilim. Yani oradaki fikirlerimi bugün de muhafaza ettiğim için pişmanlığım söz konusu değil.

*

- Bugün Özal’ı aramıyor musunuz?

Aramıyorum. Yanlış anlaşılmasın, Turgut Özal’ı mumla arayan çok sayıda insan var, bunun farkındayım.

 

“’Alışacaklar’a cevap vermek lazım” dedim

 

- Özal’a “Alışamadım” diye telgraf çekmeye iten sebep neydi?

O zamanlar ben bütün sosyal, toplumsal gelişmeleri takip ediyordum. Arkadaşlarımız da öyleydi. Ne bulursak okuyorduk. Bir siyasetçi, siyasi parti başkanı iken bazı siyasi destekleri sağlamak adına çok farklı şeyler yapabilir yasa ve hukuk çerçevesinde. Ama bir insan cumhurbaşkanı olduğunda daha bir dikkatli hareket etmelidir.

*

- Turgut Özal ne yaptı ki cumhurbaşkanı seçildiğinde?

Aradan 26 sene geçti, hatalıysam özür dilerim, Cumhurbaşkanlığı Köşkü’nde tarikat şeyhleri ile beraber şükür namazları kılındığına dair basına yansıyan haberler oldu. Bu durum beni laik sistemin esasları açısından rahatsız etti.

*

- Ne dediniz telgrafta?

Yolsuzluğa, yobazlığa alışamadım dedim. Hayali ihracatçının eli cebinde mahkemelerde gülerek ifade verirken fakir insanların hastanelerde rehine kalmasına alışamadım dedim. İmam hatip liselerinde cumhuriyet rejimine ve laik cumhuriyete düşman gençler yetiştirilmesine alışamadım dedim. O günkü bakışımla bu okulların o amaçla kullanıldığını düşünüyordum. Lütfen yanlış anlamayın, siz de imam hatip mezunusunuz. Ben o okuldan mezun olanların hepsinin laik cumhuriyet düşmanı olduklarını söylemiyorum. Ama “imam hatipten çıkan terörist olmaz” anlayışına da karşıyım. Her şey olur. Normal liseden çıkan da her şey olur sonuç itibariyle.

*

- “Alışamadım” kelimesi nereden çıktı? Alışamamak için adamın biraz icraat yapması gerekmez miydi?

Turgut Özal, kendisine yöneltilen eleştiriler karşısında çıkıp bağırmıştı “Alışacaklar” diye... “Buna hemen cevap vermem gerekir, sıcağı sıcağına” dedim. “Bir dakika dedim, alışmayacağımı söylemem lazım” dedim.

*

- Göreve yeni gelmişti, belki farklı bir yönetim anlayışı sergileyecek?

Şimdi bakın Ahmet Hakan Bey, bir insanı tanıdığınıza inanıyorsanız, dersiniz ki “Ben bu adamla muhabbet etmem kardeşim”. Bu bir benzetme. Yanlış anlaşılmasın. Vefat etmiş bir insanı, ailesini rencide etmek istemem. Kendisi çok değerli bir insandır, benim kişisel değerlendirmeme göre hakaret edilmediği sürece bir insana alışmak ya da alışmamak diye bir zorunluluk yok.

 

Teğmen Murat Şeref Baba tarafından,
22 şubat 1990 tarihinde Cumhurbaşkanı
Turgut Özal’a çekilen telgrafın tam metni

 

Sn. Turgut Özal

Cumhurbaşkanlığı Köşkü

Çankaya-Ankara

Alışamadığım ve hiçbir zaman da alışamayacağım bazı şeyler var:

Eğitimde birlik ilkesinin çiğnenerek, eğitimin, imam hatip liseleri ve normal liselerde ayrı yapılıyor olmasına alışamadım.

Bazı özel yurtlarda, Kur’an kurslarında ve imam hatip liselerinde laik cumhuriyet yönetimine düşman gençler yetiştirilmeye çalışılmasına alışamadım.

Devleti dolandıranlardan, vurgunculardan hesap soran kamu görevlileri sürülürken, dolandırıcı ve vurguncuların kahkahalarıyla mahkeme koridorlarını çınlatıyor olmasına alışamadım.

“Konuşursam bazı bakanları düşürürüm” yollu tehditleri çok sık kullanıp da ne hikmetse bir türlü gereken cevabı almayan hayali ihracatçıların elleri cepleri ifade vererek, savcıların, hâkimlerin ve diğer tüm namuslu vatandaşların içinin sızlamasına sebep olmasına alışamadım.

Yolsuzluk söylentileri almış yürümüş, çalıp çırpan hovardaca saçıp savururken, hastane masraflarını ödeyemedi diye yoksul vatandaşların hastanelerde rehine tutulmasına alışamadım.

Atatürk’ün makamında oturan bir kimsenin, itibar deyince aklına bazı ülkelerin devlet başkanları ile fotoğraf çektirmek geliyor olmasına alışamadım.

Siz, “alışırlar” dediniz sayın Turgut Özal, ama ben sizin cumhurbaşkanı olmanıza da alışamadım...

Murat Şeref Baba

Topçu Teğmen

22 Şubat 1990

 

İlgili Haberler