Zorunlu Osmanlıca dersi tartışmaları sürerken Osmanlıcayla ilgili pek çok şey merak konusu oldu. 8 soruda sosyal bilimler lisesi ve anadolu imam hatip liselerinde zorunlu, diğer liselerde seçmeli ders olarak okutulan Osmanlıcaya dair her şey.
Osmanlıca ya da Osmanlıca Türkçesi nedir? Osmanlıca bir yazı dili midir? Osmanlı Devleti'nde halk Osmanlıca mı konuşmuştur?
Osmanlı Türkçesi ya da Osmanlıca nedir?
Posta'dan Senim Tanay Karakuş'un haberine göre 28 harfli Arapça, sözlü iletişime dayanan Türkçe ve çağlardır kullanılan Farsça ile harmanlanarak 36 harfli bir dile dönüştürülmesiyle ortaya çıkan Osmanlıca, Türkler için bir kadim dil olmaktan ziyade bir imparatorluk diliydi. Topraklarının büyük bir bölümünün yer aldığı Arap coğrafyasının ihtiyaçlarını karşılayan, Farsçayla gelişmiş bir edebiyatı içerisine alan ve kökleri Asya'ya uzanan bir sözlü iletişimi yazı diline döken Osmanlıca; 3 kıtada Osmanlı Devleti'ne etkin iletişim imkanı sağlamıştı.
Eski Türkçe olarak da anılan Osmanlıcanın 13. ve 20. yüzyıllar arasında kullanıldığı biliniyor. Pek çok araştırmacının "Osmanlı Türkçesi" olarak nitelendirdiği dil, 1876'da ilan edilen Kanun-i Esasi'de resmi dil sıfatını "Türkçe" adı altında kazanmıştı. İlgili belgede "Madde 18 - Tebaa-i Osmaniyenin hidemat-ı devlette istihdam olunmak için devletin lisan-ı resmîsi olan Türkçeyi bilmeleri şarttır" şeklinde konunun altı çizilmiştir, Osmanlı Türkçesinin “lisan-ı Osmani”, “Osmanlı lisanı” diye adlandırılmasına dönemin aydını, Türk diline önemli sözlükler kazandırmış Şemseddin Sami şu sözlerle karşı çıkmış ve dilin adının “Türkçe” olduğunu ifade etmiştir:
Söylediğimiz lisan ne lisanıdır ve nereden çıkmıştır? Osmanlı lisanı tabirini pek de doğru görmüyoruz çünkü bu unvan Selâtin-i Osmaniye’nin birincisi, fatih-i meşhurun nam-ı âlilerine nisbetle müşarünileyhin tesis etmiş oldukları bir devletin unvanıdır. Hâlbuki lisan ve cinsiyet müşarünileyhin zuhurundan ve bu devletin tesisinden eskidir. Asıl bu lisanla mütekellim olan kavmin ismi “Türk” ve söyledikleri lisanın ismi dahi “lisan-ı Türkî”dir. Cühela-yı avam indinde mezmum addolunan ve yalnız Anadolu köylülerine ıtlak edilmek istenilen bu isim intisabıyla iftihar olunacak bir büyük ümmetin ismidir."
Şemseddin Sami, Osmanlı lisanı gibi adlandırmaların yakışıksız olduğunu, Çağatay adının da Türk kavimlerinden birinin adı olması dolayısıyla dil adı olmayacağını belirtmiştir. Sami’nin ifadesiyle Osmanlı İmparatorluğu’nda kullanılan yazı dili Türkî-i Garbî; yani Batı Türkçesi, aktar-ı baidede ‘uzak ülkelerde’, Türkistan coğrafyasında kullanılan yazı dili ise Türkî-i Şarkî; yani Doğu Türkçesidir.
Osmanlıcanın söz varlığı neydi?
Bu devrede Eski Anadolu Türkçesinin söz varlığı kadar açık bir Türkçe söz varlığı yoktur. Ancak, dilin yapısındaki yabancı sözlerin kullanımı metinden metine,çevreden çevreye değişmiştir. Örneğin, sanat yapmak kaygısıyla saray çevresinde yazılan ve sadece aristokrat kesime hitap etmesi amaçlanan şiir ve nesir örneği eserlerin dili oldukça ağırdır. Halk arasında “Osmanlıca” denince algılanan farklı dil düşüncesi, bu gibi kullanımların sonucunda doğmuştur.
Sanatsal kaygı ve dar kesime hitap etme dışında kalan dönem eserlerinin dili Türkçenin bir döneminde olabilecek normallikte yabancı öge içermiştir.
Türkçe yazı diline Arapça ve Farsça sözcüklerin girişi, İslamiyetin kabulüyle başlar. Türkiye Türkçesinde 13. yüzyıla ait en eski metinlerde toplam kelime hazinesinin üçte biri ila yarısı Arapça ve Farsça alıntılardan oluşur. Ancak 15. yüzyıl ortalarına dek kullanılan yazı Türkçesi, günümüz konuşma dilinden yapıca çok uzak değildir. Dönemin şiir ve düzyazı örneklerinden birçoğu, konuşma Türkçesine yakın yapıdadır.
Osmanlıca konuşma dili olmuş mudur?
Osmanlı yönetici sınıfının ve eğitimli seçkinlerin kullandığı bir yazışma ve edebiyat dili olan Osmanlı Türkçesi, günlük hayatta konuşulan bir dil olmamıştır. En belirgin özelliği, Türkçe cümle alt yapısı üzerinde, İslam dünyasının klasik kültür dilleri olan Arapça ve Farsçayı serbestçe kullanma olanağı tanımasıdır.
Osmanlıca günümüze kadar nasıl bir değişime uğradı?
Osmanlı yazı dili belirgin anlamda 15. yüzyıl ortalarında biçimlenmeye başladı ve 16. yüzyıl başlarında son biçimine kavuştu. 19. yüzyıl ortalarından itibaren gazeteciliğin ve Batı etkisindeki edebiyatın gelişmesiyle hızlı bir değişime uğrayan Osmanlı Türkçesi, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasından kısa bir süre sonra gerçekleştirilen Harf Devrimi (1928) ve Dil Devrimi (1932) sonucunda yazı dili ve gramer olarak kullanımdan kalktı. Ancak konuşma ve yayın alanındaki kullanımı Türk Dil Kurumu'nun yabancı kelimeleri Türkçeleştirme uğraşları ve Batılılaşmanın ön plana çıkmasıyla kullanıma giren yeni kelimeler sayesinde değişime uğrayarak devam etti ve bugün kullanmakta olduğumuz modern Türkçeye dönüştü.
O dönemde kullanılan Türkçeyi, Osmanlıca metinlerde bulabilir miyiz?
Dönemin konuşma Türkçesinin sesini, Klasik Osmanlı eğitimi almış yazarların metinlerinde duymak çok güçtür. Buna karşılık Osmanlı eğitimi almamış bir İstanbullu Ermeniye ait olan aşağıdaki metinde, günümüz Türkçesinden hemen hemen farksız bir sokak diliyle karşılaşırız. 1736 yılında İran sefaret heyetine müzisyen olarak katılan Tamburi Artin Efendi'nin seyahatnamesi, Ermeni harfleriyle Türkçe olarak kaleme alınmıştır.
"Yezd ile Kerman arasında kum deryası dedikleri vardır ki inceliği ve beyazlığı saat kumu gibidir ve bir köyleri vardır ki yolcular konar. Damlara ve sokaklara bir adam nazar etse gûya kar yağmış sanır. Yol üzerinde bir buçuk, iki saat çekecek kadar yerde kule gibi miller yapılıdır ki karşına tutar da öyle gidersin. Eğer o milleri sağına veya soluna alır isen, yolu şaşırırsın ve birer ikişer minare derinliğinde kum ile dolmuş hendekler vardır ki hiç belli değil. Atın ayağı eğer oralara basacak olursa kurtulmak muhaldır. Çabalandıkça batar gider."
1790 dolayında yazılan bir yemek kitabından alınan aşağıdaki bölüm, Osmanlı Türkçesinin nisbeten sade bir örneğidir:
"Türkîde turunc dediğimiz mîveye Farisî'de narenc denir. Portakal derler, İstanbul'da şekerden leziz zuhur etmeye başladı. Hatta nev-zuhur Frenk hekimleri 'Asitane sahil-i bahr ve ahalisi et'ime-i mütenevvia ile aluf ve fesad-ı dem hasebiyle iskorpit illetine mübtelalardır. Elbet beher yevm bir dane portakal ekli lazımdır ve vacibdir.' Maa-haza kendüleri illet-i müstekreh-i frengîden muallel olup bahusus oldukları arzda portakalı ancak kibarı görebildiğinden Asitane'de kesreti kendülerini hayran eylediğinden hezeyan-ı gûna-gûn ederler. Maa-haza alil-ül mizac olan ihvana muzır olmak melhuzdur."
Dünden bugüne Osmanlıca nasıl geldi?
16. yüzyıldan 19. yüzyılın ikinci yarısına kadar "Osmanlı Türkçesi" ayrı bir dil olarak algılanmamış, üç dilden (elsine-i selase) oluşan bir karışım olarak görülmüştü. "Türkçe" ise, evde, sokakta ve köyde konuşulan basit dile verilen addı. Ancak 19. yüzyılda standart bir yazı dili ihtiyacının belirmesiyle birlikte Osmanlı dili tartışmaları yoğunlaştı.
Bu dilin belkemiğini oluşturan Türkçenin güçlendirilmesi ve yazı dilinin Türkçe konuşma diline yaklaştırılmasına ilişkin talepler Şinasi, Ali Suavi, Ahmet Vefik Paşa gibi yazarlarca dile getirildi. 19. yüzyıl sonlarında doğan Türkçülük akımı, Osmanlı yazı dilinin esasen Türkçe olduğu ve "Türkçe" diye adlandırılması gerektiğini vurguladı.
Cumhuriyet döneminde ise "Osmanlı Türkçesi" deyimi genellikle olumsuz bir anlam kazandı. Dil Devrimi'ni izleyen kültürel ortamda, "Osmanlı Türkçesi", Türkçeden ayrı ve yoz bir dil olarak görüldü. Türk Dil Kurumu'nda 1983'e dek bu görüş egemendi. Buna karşılık Osmanlı kültürüne yakınlık duyan muhafazakâr kesim, Osmanlı yazı dilinin de Türkçenin bir lehçesi olduğunu vurgulamak amacıyla "Osmanlı Türkçesi" deyimini tercih etti.
Öte yandan, Osmanlı yazı diline "Osmanlı Türkçesi" adı verildiği zaman, bundan çok farklı bir dil olan Osmanlı dönemi konuşma Türkçesine ne ad verileceği konusu, hâlâ çözülmemiş bir sorun olarak kalmıştır.
.