27 Aralık 2018 19:25
Dün dünyanın görünümünü konuştuk Osman Ulagay’la. Bugün ise Türkiye ekonomisi ile ilgili tahminlerini bulacaksınız. “Türkiye için de 2019 zor bir yıl olacak” diyor Osman Ulagay ve muhalefete de söyleyecekleri var.
Türkiye’yi konuşalım. 2019 yılını nasıl görüyorsunuz? Seçime kadar seçim ekonomisi uygulanacak gibi görünüyor. Ama seçimden sonra ne olur? Seçime kadar yapılan harcamalar, alınmayan önlemler seçim sonrası için nasıl bir tablo ortaya çıkarır?
- Türkiye böyle bir ekonomik kriz yaşamak zorunda değildi aslında. Türkiye bu krize, krize sebep olacak şartlar oluşurken gerekli önlemler alınmadığı ve bu duruma aldırılmadığı için girdi. Ağustos ayında Brunson olayı ve ABD ile çekişme belki krizi sıçrattı ama Türkiye zaten ödemeler dengesi bozuk olduğu ve cari açığını finanse edemediği için, Türk Lirası çok ciddi düşüşe geçmişken bu olaylar yaşandı için krize girdi. Zaaf anında piyasalar sizi yakalarsa durumdan istifade ederler yani dolar 7-8 liralara çıktığında bundan çok para kazanan olmuştur. Ama olayın temelinde yatan sorun ekonominin gereklerini yerine getirmekle, iktidarın seçimi muhakkak kazanma isteğinin birbiriyle çelişmesi.
24 Haziran seçimlerine kadar gelen işaretlere rağmen “Biz idare ederiz, hızlı büyüyerek pek çok kesime de pay dağıtıp durumu atlatırız" denildi. Bu tip krizlerde yapılacak ilk iş olan Merkez Bankası’nın faiz artışına gitmemesi, faiz arttırmamakta ısrar edilmesi -çünkü ekonominin kuralı bu yüksek kur duvarına çarpınca ilk önlem olarak faizleri arttırırsın- bunu yapmamakta ısrar edilmesi ve bunun Cumhurbaşkanı kanalıyla yapılması durumu çok etkiledi.
Peki krizden çıkışı nasıl görüyorsunuz? Berat Albayrak "Enflasyon tek haneli rakamlara inecek" dedi. Daha olumlu bir tablo çiziyor 2019 için.
- Ben Berat Albayrak’ın bu anlattıklarımızın mantığını kavradığını düşünüyorum ama siyaseti o yönetmiyor.
Peki 2019 için sizin çizdiğiniz tablo nasıl?
- Şimdi önümüzde yine seçimler var. Zaten bir küçülme yaşıyoruz. 3. çeyrekte veriler gösterdi. Şimdi 4. çeyrekte daha derin olacak. Bütün veriler bunu gösteriyor. Bundan herkes zarar görecek. Bu süreci çok iyi yönetmek gerekiyor. Çünkü çıkış yolu dış kaynağa dayanıyor. Yani Türkiye’deki seçmenden alınacak pozitif refleks kadar Türkiye’ye dış kaynak sağlayacak çevrelerden alınacak pozitif not çok önemli. Siz seçmenin gönlünü almaya çalışırken tutarsız adımlar atarsanız öbür taraftaki şansınız kaybolur. Çünkü yabancı yatırımcı için Türkiye “çok riskli” kategorisinde. Sedece kredi derecelendirme kuruluşları değil OECD’nin en son yaptığı sıralamada Türkiye en riskliler arasında. Seçim yatırımı diye tutarlı bir çizgiden kopmanın maliyeti çok ağır olur ve daha uzun sürecek bir krize gireriz.
Detaylandırır mısınız tahmininizi? Hangi risklerle karşı karşıyayız?
Eğer tutarlı bir görünümden iyice uzaklaşılırsa örneğin hemen kur üzerindeki baskıyı tekrar hissedebiliriz. O zaman bir çok kesimin dilinde olan “Başka çare kalmadı IMF’ye gideriz “ durumu ortaya çıkar. "Yok, IMF'ye asla gidilemez" diyorsak, o seçeneği asla kullanmamakta kararlıysak, o zaman da içerideki faturasını ödemek zorunda kalırız. Bunun başka çıkış yolu yok. Hem içeride herkese bir takım vaatlerde bulun. Mesela şimdi konut kredilerini ucuzlatılması, bu tabii ki o sektörü teşvik edebilir çünkü en fazla gerileyen sektör yahut birçok vergilerden vazgeçilmesi, ürünlerin ucuzlatılması gibi. Bunlar bir iktidarın refleksi olarak anlaşılabilir fakat fazla ileri giderseniz, tüketimi fazla özendirirseniz o zaman da tekrar o öbür senaryo yine ortaya çıkacak. Dünyaya “Bunlar seçim ekonomisi” uyguluyor dedirtirsiniz. Hele hele Merkez Bankası’nın bu tavrından vazgeçtiği anlaşılırsa yani Türkiye’nin yine o çıkmaza götüren politikalara, anlayışa döndüğü hissedilirse o zaman yine olumsuza döneriz.
Şimdi demokrasinin tüm kurumlarıyla işlemesinin ekonominin gidişatına olan etkisini değerlendirirsek ne dersiniz? Türkiye böyle giderse ne olur? Trump kafasına göre popülizm yapıyor ama diğer yandan hâlâ işleyen mahkemeler, basın özgürlüğü, ifade özgürlüğü, kararlara itiraz edebilme mekanizmaları, anayasa şimdilik devrede. Peki ya Türkiye’nin demokrasi ile olan sınavı?
Trump da yargının statüsünü bozmaya çalışıyor ama daha kolay kolay başaramaz. Şimdi bizim durumumuza baktığımız zaman, durumu iyi görmüyorum. Bütün bu sıraladığınız yollar teker teker kapanıyor. Başta medya olmak üzere. Maalesef muhalefet etkisiz. Alternatif ortaya koyamıyorlar. Dünyanın gündemine sunabilecekleri bir seçenek yok. "Türkiye’de lafı geçen sadece bir kişi yok biz de varız, bizim de projelerimiz var“ diyemiyorlar. “Türkiye’yi dünya ile entegre edecek a, b, c projelerimiz var, ekonomiyi yeni bir kimliğe kavuşturacak programlarımız var” diyecek bir alternatif ışığı olsa Türkiye’nin durumu değişir. Ama maalesef ben bunu göremiyorum. Her şey şahıslar üzerinden yürüyor. Aylardır 3 tane belediye başkanını belirlemeye çalışıyorlar. Kriz yaşanırken de muhalefetin verdiği tepkiler çok yetersiz kaldı bana göre. Şunu yapmayın, bunu yapmayın. Peki siz ne yapacaksınız? Muharrem İnce’nin yarattığı bir umut dalgası vardı fakat altında detaylandırılmış bir vizyon, bir çıkış projesi yoktu. Kişisel bir çıkıştı ve öyle kaldı.
Şu anda sokaktaki herkes aynı şeyi konuşuyor: Ekonomi ne olacak? Yani cebindeki parası, şirketi, yatırımının geleceği için endişeli. Dolayısıyla sağlam bir ekonomik program, AK Parti’ye seçimlerde alternatif olabilmenin tek yolu.
- Sağlam bir ekonomik temel üzerine oturan, dünyada olup bitene bir bakış açısı sunan bir program. İnternete doğan kuşakların farklı bir bakış açısı var. Örneğin Brexit oylamasında gençlerin yüzde 77‘si Brexit alehine oy kullandı. Kalalım dediler. Türkiye’de de bence hitap edilecek genç kitle var. Seçimde kime oy vereceksiniz diye sorulduğunda onları cezbeden bir cazibe merkezi yok. Boşluktalar. Muhalefet bu haliyle alternatif görünmüyor onlara.
Hükümet seçimden sonra "Hadi" dese ve bir anda reformlara dönse yabancı yatırımcıyı hemen çekmekte başarılı olur mu? Yoksa işi zor yıllar alır mı dersiniz?
- Yabancı sermayeyi kabaca ikiye ayırmak lazım. Bir, ülkede kalıcı yatırım yapacak doğrudan yatırım sermayesini çekmek daha zor tabii. Aslında önemli olan da bu tip yatırımı çekmek. AK Parti ilk döneminde bunu başarmıştı hatırlarsanız. 20 milyar doların üzerine çıkmıştı bir yılda gelen doğrudan yatırım. Çünkü batının gözünde de hatırlayacaksınız AK Parti bir umuttu. Türkiye’yi yeni bir yöne götürecek yani ılımlı İslam diye tanımlanan ama aynı zamanda kapitalist mantığı benimsemiş, batının piyasa ekonomisi kurallarını ve değerlerini harmanlayarak uygulayan, ekonomiyi de disiplinli yöneten bir umuttu ve bunu başarabildi. Ama o umudu yeniden yaratabilmesi artık çok zor. Bir de kısa vadeli sermaye hareketleri var ki onlar tamamen asgari şeylere bakıyorlar. Mesela asgari hukuk düzeni var mı, paramız takılı kalır mı, geri alabilir miyiz gibi. Yatırımcı için güven ve istikrar ortamı var mı diye bakıyorlar. Zaten gerek duydukları yeteri oranda yetişmiş iş gücü var Türkiye’de. İşte bu durumda karşılaştırmalı olarak bakıp karar veriyorlar. Mesela gelecek yıl Avrupa’da ABD'de işler iyi gitmedi, başka yatırım alanına ihtiyaç var, Çin şöyle böyle. İşte o zaman yükselen pazarlar arasından Türkiye’ye bakarlar ama bu oportünistler bile asgari bir demokratik düzen, hukuk filan arıyorlar.
Bir de tabii kulaktan kulağa dolaşan endişeler var. Bankalardaki mevduatlara el konulur, Yunanistan’daki gibi bankalardan paranızı belli miktarın üzerinde çekemeyeceksiniz, dolar 10 TL olacak" gibi. Ne dersiniz bu iddialara?
- Bu yorumlara kesinlikle katılmıyorum. Bazen televizyonlarda falan rastlıyorum; o kadar gerçekle ilişkisi olmayan, yorumların neye dayandığı belli olmayan programlar var. Hani gece geç saatlerde yapılan cinli, perili programlar var ya; ekonomi programları da bazen onlara benziyor. Hurafeler, uyduruk yorumlar filan. Şimdi "Dolar 9 lira olacak" nasıl diyorsunuz? Bunu şimdiden bilemezsiniz. Çok büyük hatalar yapılması lazım. Ama belirsizlik ortamı yaratırsanız, ABD ile Suriye’de yapılacak operasyon ya da başka konularda çatışırsanız, bunun gibi bir çok şey üst üste gelirse... Mesela yine Türkiye, büyük bir krizin odak noktasında gibi görünürse o zaman tekrar bir kur şoku yiyebilir ama şimdi bir rakam koymak bence absürt bir şey. Ya da daha şimdiden kesinlikle kur şöyle olur, şu kadar olur diyemezsiniz. Pek çok farklı göstergeye bakmak gerekiyor. Seçime kadar süreç iyi yönetilirse, demin saydığım hatalar yapılmaz ve göre göre hata yapmaktan vazgeçilirse, en umabileceğimiz şey bu yavaşlama dönemini makul biçimde atlatıp yılın 2. yarısında dışardan da finansman bulmayı başarırsak 2019 yılında yumuşak bir geçişle, düşük bir büyümeye geçebiliriz. En iyi umabileceğimiz senaryo bu.
Türkiye’nin ABD'den, NATO'dan vazgeçme, sadece Rusya ile yolda yürüme şansı var mı?
Bence yok. Bütün bu karmaşaya rağmen, dünyada ortaya çıkan yeni koşullarda demokrasinin nasıl yönetileceği sorusuna rağmen, ben sonuçta çözümün yine batıdan geleceğine inanıyorum. Şimdi yaşadıklarımız ara rejimler. Batıyı dışlayalım alternatif arayalım bana uzun vadede geçerli görünmüyor.
Hükümetin bu noktada hangi önlemleri alması ve hangi temel sorunları acilen çözmesi lazım sizce?
Bu krizi daha önce yaşamış olduğumuz krizlerden ayıran özellik bu kez devletin değil özel sektörün, özel şirketlerin ağır bir borç yükü altında bulunması ve bu borcun önemli bölümünün dövize dayalı borç olması. Bu sorunun nasıl çözüleceği açıklık kazanmadı. Birçok borçlu şirket borcunun yeniden yapılandırılmasını istiyor ama bunun bankalara getireceği yükün hesabı yapılmış değil. Bankaların bunu yapmak için ihtiyaç duyacağı dış kaynağı nereden bulacağı sorunu var. Ülkenin dış kredi notu kırık iken bunu yapmak zor olabilir. Ayrıca bu noktada hangi şirketlerin öncelikle desteklenmesi gerektiğini de tartışmak lazım. Bu konuda da yaşama şansı olanlarla olmayanlar arasında, objektif kriterlere dayanan bir ayrım yapmak lazım. Bütün bunları hesaba katmadan, bu ortamda kendilerini güvenceye almaya çalışan bankaları suçlamanın bir çıkış yolu olmadığını düşünüyorum. Şu anda iş dünyasının en büyük sıkıntısı da bu sorunun nasıl çözüleceğinin açıklık kazanmamış olması.
Siz 2019 yılına bir manşet atmak isteseydiniz ne olurdu manşetiniz?
(Gülüyor) “Dünyada her şey olabilir, 2019 yılı bir kırılma yılı olabilir” diyorum. Bütün ihtimallere açık bir ortam var. Pek çok ülkede popülist dalgaya yön veren geniş kitle artık oyunun bir parçası, onların taleplerini yok sayamazsınız. Demokratik rejimle yönetilen ülkelerde bile yönetici kadro kabul edelim ki elit kesimdi. Toplumun farklı talepleri olan kesimlerini bir şekilde kontrol altında tutuyorlardı çünkü kabul görmüş bir sosyal kontrat vardı. Şimdi bu sosyal kontrat bozulmuş görünüyor. Popülist politikalara oy veren, popülist liderleri destekleyen kesimlerin davranışları, talepleri dikkate alınmak zorunda. Onların isteklerini göz ardı edemezsiniz. Bir de tabii “önce kendi ülkem” diyerek, ticaret savaşı açarak çatışma ortamı yaratan liderlerin davranışları dünyayı kritik aşamalara getirir mi sorusu var. Son söz olarak şunu söyleyeyim, aslında hem batı dünyasının, hem de Türkiye’nin yeni açılımlara, yeni hikayelere ihtiyacı var. 2019 yılı bu ihtiyacın daha belirgin şekilde ortaya çıkacağı bir yıl olabilir.
© Tüm hakları saklıdır.