Gündem

Asker: Savaş çıkaracak halimiz yok Gazeteci: İyi ama sessiz mi kalacağız!

Türk uçağının Suriye tarafından uluslararası sularda vurulduğunu dile getiren Özel, "Elimizde radar görüntüleri var" dedi

09 Temmuz 2012 10:38

Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel, 22 Haziran'da Türkiye'ye ait jetin Suriye tarafından Akdeniz'de düşürülmesiyle başlayan kriz için "Savaş çıkaracak halimiz yok" dedi. Özel'in bu değerlendirmesi üzerine Akşam Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni İsmail Küçükkaya'nın "İyi ama sessiz mi kalacağız" sözleriyle karşılık vermesi dikkat çekti.

Akşam gazetesi bugün (9 Temmuz 2012), Genel Yayın Yönetmeni İsmail Küçükkaya'nın Kalender Orduevi'nde tesadüfen karşılaştığı Genelkurmay Başkanı Özel'in, "Ne yapacağımızı yapınca görürsünüz" sözlerini manşetine taşıdı. Özel'i orduevinde görünce "Komutanım" diye seslendiğini anlatan Küçükkaya, Suriye krizi için "Savaş çıkaracak halimiz yok" diyen Genelkurmay Başkanı'na "İyi ama sessiz mi kalacağız" karşılığını verdiğini de yazdı.

Küçükkaya'nın, nasıl yaptığına ilişkin notlarını da içeren Necdet Özel söyleşisi şöyle: (Ara başlıklar T24'e aittir)

 

'Günaydın komutanım, dedim'

 

Hafta sonu sporumu yapmak üzere Tarabya'ya gittim. Aracımı park ettim, sahil boyunda yürüyüşüme başladım. Sağ tarafım deniz, sol tarafım Tarabya'daki binalar... Hızlı tempoda yürüyor, derin derin nefes alıyordum, bir yandan da kahvaltı yapanlara bakıyorum. Her hafta sonu muhakkak birilerine rastlarım ama tesadüfün böyle güzelini 40 yıl düşünsem aklıma getiremezdim.

Gözüm kahvaltı yapan üç kişiye takıldı. Yürüyüş parkuruyla karşı taraf arasında yol olduğu için aslında hayli mesafe de var. Masadakilerden birisi Genelkurmay Başkanı Necdet Özel'e benziyordu. Kalender Orduevi'nin bahçesi. Etrafında asker yok, kalabalık da... 'Genelkurmay Başkanı olsa anlardım' diye içimden geçti, yürümeye devam ettim. Ama aklıma takıldı, geriye döndüm ve bu kez karşıya geçerek tersten yürümeye başladım. Yaklaşınca emin oldum, evet hemen 20 metre ötemde sivil kıyafetle kahvaltı yapan kişi Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel'di. Yanında Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Hayri Kıvrıklıoğlu vardı. Üçüncü kişi ise 1'inci Ordu Komutanı Orgeneral Yalçın Ataman...

Yaklaşınca, güvenlik önlemlerini fark ettim, daha geri plandaydılar. Dikkat çekmemek için... Emir Subayı'nı gördüm. Selam verdim ve yaklaştım, arada duvar vardı, karşıdan el sallayıp 'Günaydın komutanım' dedim. Tabii bir şaşkınlık hali. Özel'le eskiden tanışırız. Eğirdir Dağ Komando Okulu'ndaki bir basın turunda uzun sohbet etmişliğimiz vardır. Sonradan bir yazımla ilgili teşekkür için aramıştı. Bir şekilde emrivaki yapıp yanlarına gitmek üzere atıldım, ön tarafta kapı yoktu, arkayı dolanmaya başladım. Adeta koşarak gittim. Davet bile beklememiştim. Eşofmanlıyım, orduevinin girişinde kimlik sordular, yok. 'Komutan bekliyor' dedim. Emir Subayı'nı da gösterdim, içeri girdim. Doğrudan komutanların masasına... Selam verdim, ellerini sıktım. Son derece nazik bir insandır Özel Paşa, 'Otursana' dedi. Çay söyledi, 'Kahvaltı yapar mısın?' diye sordu, teşekkür ettim, sadece çay istedim. 

'Nasılsınız?' diye söze girdim, 'Şehidimiz için gelmiştik' dedi, pilotumuzun cenaze törenine katılmışlardı. Medyaya konuşmayı seven birisi değildir. Arka planda kalmayı tercih eder. Ama benim de ayağıma kadar gelen bu kısmeti tepmeye niyetim yoktu. Acaba 'Nereden başlasam da reddedilmeden bazı sorularıma yanıt alsam' diye aklımdan geçiyordu.

 

'Baktım biraz yumuşatmam gerekiyor'

 

Bilinçli olarak hassas bir konudan başladım:

- Hasdal'ı ziyaret ettiğiniz haberlerini yalanladınız...

'Evet yalanladım. Doğru değildi. Teyit etmeden yazılanları yalanlarım. İletişim kanalları açık. Gazeteci yazmadan önce sorabilir.'

Evet olmuştu. Sohbet başlamıştı. Günün gündemi hükümetin üçüncü yargı paketiydi. Tahliyeler olacağına dair beklentilerdi. Bir şey söyleme ihtimali hiç yoktu ama sormadan geçilemezdi. Sordum. Komutan sustu. 'Siyasete giren hiçbir konuda konuşmam. Doğru değil' cümlesiyle tavrını koydu.

Baktım, biraz yumuşatmam gerekiyor. Garantili bir konuya  girmeyi düşündüm. 'Medyadan uzak duruyorsunuz' diyerek top attım. Değerlendirmesi şöyle oldu:

'Basına kapalıyım. Kimseyi kabul de etmiyorum. Ziyaret talepleri oldu reddettim. Bir ara yazılı yanıt veriyordum. O da suiistimal edildi. Yanlış yerlere çekildi. Karargah basına kapalı. Ben askerim, işimi yapıyorum. Siz de gazetecisiniz, kendi işinizi yapıyorsunuz. Herkes birbirine saygı duymalı, birbirinin işine saygı duymalı.'

Bir adım daha attım ve sözü, hiçbir komutanın kayıtsız kalmayacağı 'terörle mücadele' sahasına getirdim. Aramızda şöyle bir diyalog geçti:

- Terörle mücadelede askerle polisin işbirliği yaptığı, ortak operasyonlar gerçekleştirdiği bir dönemdeyiz. Buna ilişkin size yazılı soru göndermiştim. Yanıt vermediniz.

Siyasi konularda konuşmuyorum.

- Bu siyasi bir konu mu?

Evet bir yönüyle siyasi konudur.

-  Ben silahlı mücadele boyutunu soruyorum.

Onu şöyle değerlendiriyoruz; terörle mücadele herkesin sorumluluğu. Emniyet Özel Harekat tam da bunun için kurulmuştu. Eskiden yine güzel işbirliği vardı. Bölücü örgüt liderinin ele geçirildiği günden 2004'e kadar bir boşluk oluştu. Maalesef. Biz şimdi yeniden ortak operasyon yapıyoruz. İyi sonuç alıyoruz.

(Burada Orgeneral Kıvrıkoğlu'na dönerek 'Öyle değil mi Hayri Paşa?' diye sordu, o da 'Evet paşam' yanıtını verdi.)

 

'Özel Paşa sohbeti şöyle domine etti'

 

Sohbetin bu kısmında 1'inci Ordu Komutanı Orgeneral Ataman bana 'Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?' sorusunu yöneltti. Özel'e 'Müsaadenizle' deyip şöyle konuştum:

'Olumlu buluyorum. Devletin bütün imkanlarının seferber edilmesi, kurumlar arasında işbirliği ve sinerjinin yaratılması gayet tabii ki terörle mücadeleye katkı yapacaktır.'

Kısa kestim, Özel'e sorularımı sürdürdüm. Bu bölümde Özel Paşa, yanıtı belli birtakım sorularla sohbeti şöyle domine etti:

'Terör nedir, terörle mücadele nedir? Terörün amacı nedir? Bölmektir. Bırakalım bölsünler mi? Buna izin verebilir miyiz? Terör bir sorundur, karar mercii sivil iktidardır. Talimatı onlar verir biz uygularız. Biz askeri mücadeleyi yürütürüz. Konunun bir boyutu budur. Burada, silahlı gruplar var olduğu sürece biz de mücadeleyi bırakamayız. Bırakabilir miyiz?'

Ataman Paşa, terörle mücadele hakkında bir soru daha yöneltince, Orgeneral Özel 'Biz sizi tanıyoruz, okuyoruz. Acaba kamuoyu nasıl algılıyor?' diye araya girdi. Yine kısaca Kuzey Irak bağlamındaki politikayla birlikte, ABD'nin de desteği alınarak PKK'yı izole etme stratejisi uygulandığını söyledim. Sonra parantez açıp 'Tabii siz daha iyi bilirsiniz, bunlar benim gazeteci olarak yorumlarım' diye rezerv koydum. Baktım, hiç itiraz gelmedi. Onay da gelmedi. Bir adım ileri gittim, bölge dengeleri ve küresel akışın işimizi kolaylaştırıp, kolaylaştırmadığını sordum. Paşa 'Biz onlara bakmayız. Bizi etkilemez. Mücadelemizi sürdürürüz. Her şeyden önce kendiniz kararlı olacaksınız' karşılığını verdi.

 

Küçükkaya: Uludere'ye kadar her şey yolundaydı

 

Geldik en hassas konulara...

Önce Uludere meselesi.

Tam terörle mücadeleyi konuşurken 'Bana kalırsa her şey yolunda gidiyordu. Ancak Uludere sıkıntı yarattı. Yeterli bilgilendirme yapılmadı gibi bir algı oluştu. Ama Başbakan size sahip çıktı' dedim ve Özel'e bakmaya başladım. Komutanın Uludere'yle ilgili sözleri şunlar:

'Askeri mücadelenin içinde maalesef bunlar da var. Herkesin başına gelebiliyor. Herkes şartları da düşünsün. İster miydik? Hızla tetkik edilir, raporu yazılır, ilgili makamlara bilgi verilir. Bunlar yapıldı.'

Komutan daha fazla konuşmak istemedi. Zaten sohbetimiz boyunca en fazla tekrarladığı cümleler, 'Siyasi konularda konuşmayız' ve 'Sivil otoriteye gerekli bilgileri veririz' oldu.

 

'Tarihi diyalog'ta askere 'sessiz mi kalacağız' sorusu

 

En önemli konuyu en sona bırakmıştım. Soracaktım, tek bir kelime bile yeterli olabilirdi. Şehitlerimizle başladım. 'Uçağımızın uluslararası sularda düşürüldüğü kesin mi?' diye sordum. 'Kesin' dedi. 'Elimizde radar görüntüleri var, fotoğraflar net olarak doğruluyor. Uçağımız uluslararası sularda düşürüldü.'

Sonraki tarihi diyalog şöyle cereyan etti:

- Bir uçağımız düşürüldü ve iki pilotumuz şehit edildi. Mütekabiliyet (karşılıklılık) nasıl sağlanacak?

Savaş çıkaracak halimiz yok.

(Burası çok önemliydi. Detaya ihtiyaç vardı.)

- İyi ama sessiz mi kalacağız?

 Çok yakından takip ediyoruz. Her türlü imkan ve kabiliyetimiz mevcut.  

-  Ne yapacağız?

Büyük devletler ne yaparsa onu... Biz yapınca bütün dünyayla birlikte siz de görürsünüz. (Burada tebessüm etti.)

-  Esad, askerle iletişim konularının kapalı olduğunu söylüyor.

 Siyasi konulara girmem.

-  Bu siyasi mi?

Siyasi konudur.

 

'Bir-iki deneme daha yaptım'

 

Bir-iki deneme daha yaptım. Ama komutan tepkisiz kaldı. 'Siyasetin alanına girmeyelim' diyerek kahvaltısını yapmaya başladı. Gitme vakti gelmişti. Teşekkür ettim, izin istedim. Ayağa kalktım. Koluyla tuttu, son bir söz söylemek istiyordu. Aynen şunları söyledi:

'Siz söylediniz, evet zor bir dönemden geçiyoruz. Hassas bir dönem. Bak biz üçümüz 45 yıllık dostuz. Sınıf arkadaşıyız. Askeriz. Ömrümüz askerlikle geçti. İşimizi yapıyoruz. Herkes kendi işini yaparsa iyiye ulaşırız. Herhalde askerliği en iyi biz biliriz. Askerler bilir. Herkes de bizi anlasın. Milli menfaatler her şeyin  üzerindedir. Suriye konusunda da böyle. Aykırı sesler görüyoruz, üzülüyoruz. Silahlı Kuvvetler'in açıklamalarına itibar edilmelidir. Biz siyasileri an be an bilgilendirdik. Bak bu ülke hepimizin. Önce ülkemiz gelir.'

Tekrar teşekkür ettim, ayrıldım. Arkamdan bir asker 'Kimlik verin, ziyaretinizi kaydedelim' dedi. Spora çıktığım için yanıma kimlik almadığımı söyledim. Ve yarım kalmış yürüyüşümü tamamlamak için sahil boyunca turumu sürdürdüm. Bir yandan da orduevine bakıyordum. Saat tam 10.00'da komutanlar konvoy halinde Kalender'den ayrıldı. Ben de 'Ne tesadüftü ama' diyerek içimden gelen coşkuya kendimi bıraktım.