Cumhuriyet yazarı Nuray Mert, "terör örgütüne destek oluyor" iddiası ile sekiz ülkenin diplomatik ilişkilerini kestiği Katar ile ilgili olarak "Başına gelenlere üzülecek halimiz yok, para ve büyük güçleri arkasına alıp özellikle Suriye ve Libya’da bunca vebal altına girmenin bedelini ödemeye başlamış görünüyor, o kadar" dedi.
Nuray Mert'in "Katar’ın başına gelenler" başlığıyla yayımlanan (9 Haziran 2017) yazısı şöyle:
Hafta sonunun yazısını hafta başından yazıyorum, her şeyin bu denli hızlı değiştiği bir dönemde akıl kârı iş değil. Seyahat nedeniyle hiç yazmamak daha akıllıca olabilirdi, ama Katar krizi patlak verince dayanamadım. Bu iş daha çok uzayacak ama giriş mahiyetinde dahi söylenecek, hatırlanacak, hatırlatılacak çok şey var.
1970 yılında ‘bağımsızlığa’ kavuşan Körfez’in bu küçük emirliği, hem üzerine oturduğu doğalgaz kaynakları hem de stratejik konumu dolayısı ile kısa zamanda çok yol aldı. O kadar ki, zaman içinde kendisini fazla ciddiye almaya başladı, benzerlerinde olduğu gibi emanet gücü kendi gücü, ‘aldığını kendi buldu’ sanmaya başladı. Aslında Katar’ın icadı doksanlı yılların sonunda oldu, babasını darbe ile deviren yeni emir, ABD himayesinde büyük işlere girişti, bölgenin en büyük ABD üslerinden birinin yanı sıra, daha sonra Ortadoğu siyasetinde karışık işlere medya zemini sunacak El-Cezire televizyonuna ev sahibi oldu. Hani, tüm siyasi yakınlığa rağmen, hızla kurulup, sonra Türkiye’de bir türlü yayına giremeyen El-Cezire’ye. Hani 11 Eylül’den sonra, El Kaide kasetlerinin hep yayımlandığı televizyon kanalı var ya o. ‘Arap dünyasının eleştirel kanalı’ denilen, ‘Filistin davasına sahip çıkan kanal denilen’, ama yayın yaptığı ülkedeki hak ihlallerini hiç mevzu etmemesi hep göz ardı edilen El-Cezire kanalı.
Katar, ilk bakışta, sahip olduğu ekonomik zenginliği siyasi güce dönüştürmeye, bölgesel siyasette rol sahibi olmaya hevesli bir yeniyetme ülke gibiydi. Büyük ölçüde öyleydi de, ancak bu denli küçük bir ülke (aslında bir şehirden ibaret emirlik) için, ne kadar parası olursa olsun, önü açılmadığı sürece heveslerinin kursağında kalması mukadder olurdu. Öyle olmadı, Katar’ın önü açıldı; her ne kadar baştan İran ile arasını bozmamaya dikkat etse de, aslında bölgede ABD’nin İran karşıtı siyaset çizgisinin baş müttefiki idi. Müslüman Kardeşler örgütüne ev sahipliği yapması, ABD ve genelde Batılı müttefiklerine rağmen değil, onların teşviki ile oldu. ‘Arap Baharı’nda öne çıkan rolü de, son perde Suriye savaşında vekâlet savaşlarına girişmesi de, bu çerçevede değerlendirilmek gerekir.
Sonra malum, işler sarpa sardı, Arap Baharı kışa döndü, Suriye savaşa boğuldu, bölgede tüm siyasi ittifaklar zorlandı, Batı siyaseti değişti. Kısacası, gün doğdu devran döndü, ama Katar kolayca giriştiği işlerden sıyrılamadı, dahası kendine güç vehmettiği için büyük siyasi rol oynama hevesini gemleyemedi. Mevcut Emir çekilip, yerini oğluna bırakmak zorunda kaldı, FIFA üzerinden sıkıştırıldı, Müslüman Kardeşler ittifakının üzerine gidildi ama ‘mesajı’ almamakta ısrar etti. En son, Suriye’de vekâlet savaşlarında karşı cephenin en aktif üyelerinden biri olduğu halde, İran’a çark etmeye falan çalıştı ama o da fayda etmedi, üstelik komşularını daha da kızdırdı. Halbuki, en son ev sahipliğini yaptığı Hamas, 1967 sınırlarına razı edilmişti, yine de kimseye yaranamadı.
Suudi Arabistan’ın başını çektiği Körfez ülkeleri ile arasında başlayan kriz aniden fazlasıyla tırmandı ve tamamı ile kopuş noktasına gelindi. Kimse, ‘ABD siyasetine karşı durmaya başladı da o nedenle cezalandırıldı’ falan diye kılıf bulmaya çalışmasın, birlikte ne dolaplar çevirdiklerini biliyoruz. Dahası, Arap Baharı esnasında, Ortadoğu’ya demokrasi getirme yarışının şampiyonluğuna soyunan bu tuhaf emirliğin nasıl idare edildiğini de biliyoruz. Acı tecelli, Katar ne yaptı ise ABD’den icazetli yaptığı halde balon onun başına patladı. Ama Katar’ın başına gelenlere üzülecek halimiz yok, para ve büyük güçleri arkasına alıp özellikle Suriye ve Libya’da bunca vebal altına girmenin bedelini ödemeye başlamış görünüyor, o kadar.