Cumhuriyet yazarı Nuray Mert, Meclis'ten geçerek referandum sürecine giren ve partili cumhurbaşkanlığı sistemini öngören anayasa değişikliği teklifiyle ilgili olarak "Hayır demekle terör, fitne fesatın ne alakası var, belli ki asıl niyet, hayır ve terörü bir arada zikrederek, hayır diyeceklere korku salmak" dedi.
"Bana göre güçlü bir ülke, hak ve özgürlükleri kısıtlamadan toplumsal barış içinde yaşamayı başaran bir ülkedir. İktidar çevresinin diline doladığı şekliyle 'Türkiye her tür tehdit altında, o nedenle güçlü olması gerekiyor' öyle mi?" diyen Mert, "Öyle ise, tam da bu nedenle, daha az değil daha fazla özgürlükçü ve demokratik olması gerekiyor, ancak bu manada güçlü olan bir ülke tehditlere, tehlikelere karşı kırılgan olmaktan çıkar. Vatandaşının bir bölümünü düşman, hain, fitne, ajan olarak tanımlayan bir siyaset anlayışından 'güçlü' bir ülke çıkmaz" ifadesini kullandı.
Madem referandum ortamına girildi, hiç vakit kaybetmeyelim, bu ülkenin geleceğine dair ne düşündüğümüzü söyleyelim. Maalesef, iktidar partisinin, yıllardır dayattığı, “ya iktidarsın, ya hiçbir şey”, “ya iktidara talipsin, ya da çeneni hiç yorma” söylem ve anlayışı, iktidar çevreleri dışında da fazlasıyla karşılık buluyor, yılgınlık havası yaratıyor.
Oysa, bırakın “demokrasi”yi, “siyaset” sadece iktidar demek değildir. Sadece iktidardan ibaret siyaset olmaz, o şartlarda tezahür eden yönetme faaliyeti otoriter bir “idare” biçimidir, o kadar. Yıllardır, muhalefet partilerine yönelik, “siz de iktidar olun, o zaman konuşursunuz” dayatması, böylesi bir idare anlayışının ifadesidir. Böyle bir idare anlayışı, siyasetin bittiği, bitirilmek istendiği noktada devreye girer. Siyaset, bir toplumu kavgasız, dövüşsüz, mümkün mertebe, asgari düzeyde dahi olsa “rıza”ya dayalı, bu rızayı sağlayabilecek müzakere ve uzlaşma zemini üzerine yönetebilme kabiliyetidir. Çoğunluk rızası, belli zaman aralıkları için, icraat heyetini seçme yöntemi olarak meşruiyet zemini oluşturur, tüm siyasal sistemi çoğunluk rızasına dayalı biçimde kurgulamak, “çoğunluk sultası” yaratmaktan başka bir anlam ifade etmez. O şartlarda, çoğunluk ne derse, ne düşünürse, geride kalanlar ona uymak mecburiyetindedir. “Cumhurbaşkanlığı sistemi” diye ileri sürülen model, işte böylesi bir idare biçiminin resmileşmesinden başka bir şey değil.
“Ne dersek diyelim, önemli olan netice” diye sesimizi kesip oturmak, “oyvermeye bile gidesim yok” yılgınlığına kapılmak da, siyasetten vazgeçmek, vazgeçirmeye çalışanlara teslim olmaktan başka bir anlam taşımaz. Referandumun sonuçları ne olursa olsun, ne olacak olursa olsun, hiç olmazsa tarihe not düşmek durumundayız. “Bu ülkede biz de yaşıyoruz ve olan bitene razı değiliz” diyenler varlıklarını tescil etmek durumunda. Unutmayın, bu tescil “hayır” diyenlerin oyları ile olacak ve bu tescilden imtina etmek bu ülkede varlığımızdan vazgeçmek demek olacak. Ben şahsen, “hayır” diyenlerdenim, gerekçesi basit, otoriter bir idare altında yaşamak istemiyorum, bu seyri durduramasam da, rıza göstermediğimi, bu ilkede varlığını tescil etmek istiyorum.
Diğer taraftan, olayı “vatan, millet, güçlü Türkiye” gürültüsüne boğmak isteyenlere, “hayır” tutumunu terörle eşleştirerek korku salmaya çalışanlara karşı da, söyleyecek bir çift lafım var. Birincisi, bu ne saçmalık, hayır demekle terör, fitne fesatın ne alakası var, belli ki asıl niyet, hayır ve terörü bir arada zikrederek, hayır diyeceklere korku salmak. Daha önemli ve daha ciddi olan konu ise, şu; “Güçlü Türkiye” kavramı, göreceli, tartışmalı bir konu ve de öyle olmalı ve bu iddia da bu süreçte tartışılmalı. Bana göre güçlü bir ülke, hak ve özgürlükleri kısıtlamadan toplumsal barış içinde yaşamayı başaran bir ülkedir. İktidar çevresinin diline doladığı şekliyle “Türkiye her tür tehdit altında, o nedenle güçlü olması gerekiyor” öyle mi? Öyle ise, tam da bu nedenle, daha az değil daha fazla özgürlükçü ve demokratik olması gerekiyor, ancak bu manada güçlü olan bir ülke tehditlere, tehlikelere karşı kırılgan olmaktan çıkar. Vatandaşının bir bölümünü düşman, hain, fitne, ajan olarak tanımlayan bir siyaset anlayışından “güçlü” bir ülke çıkmaz. Tabii güçlü ülkeden anladığınız, “güç”ten ne anladığınıza bağlıdır, tek doğru anlayışı etrafında, her tür susturma, sindirme, cezalandırma, dışlama imkânını elinde bulunduran bir idareyi “güçlülük” işareti sayanlar için güçlü ülke tarifi başka. “Güç”ten ne anladığımız, “yıldırma gücü” ile “ikna etme gücü” arasındaki, “kaba fiziki güç” ile, “akıl, sevgi ve inancın gücü” arasındaki mahiyet farkını kavramamıza bağlı olarak değişiyor.
Ben kendi güç anlayışım çerçevesinde “Güçlü Türkiye için Hayır” diyorum, bilmem katılır mısınız?