06 Eylül 2015 15:34
Politik gündemle ilgili olarak "Maalesef ki hiçbir şey görünmüyor, her taraf sis" ifadelerini kullanan şarkıcı Nil Karaibrahimgil, "Özellikle bir anne olarak daha da endişeliyim. Düşünsene bir yandan çocuklar sahile vururken, bir yandan askerlerin, polislerin, annelerin yüreği yanarken içimiz nasıl gülsün?"" diye konuştu.
Hürriyet'ten İzzet Çapa'ya konuşan Nil Karaibrahimgil, "Ben politika okudum. Bu yüzden de medyayı takip ederek, gerçeğe varılamayacağını çok iyi biliyorum. Bilmediğim şeyler hakkında da konuşmak istemiyorum. Siyaset erkeklerin güç oyunudur. Eril bir şey yani. Dişi tarafları olsaydı, emin ol ki dünya daha iyi bir yer olurdu!" dedi.
İzzet Çapa'nın Nil Karaibrahimgil'le yaptığı söyleşinin bir kısmı şöyle:
Herkes seni 'Özgür Kız' olarak tanıdı. Ama ondan önceki hikâyeni hiç bilmiyoruz. Gel Ankara Tunus Caddesi'ndeki evinizden ve çocukluğundan başlayalım...
- Misafirliğe gittiğimiz teyzelerin korkulu rüyasıydım (kahkahalar). Benim geleceğimi duyunca bütün kırılacak eşyaları kaldırırlarmış. Çünkü bulduğum ilk boşlukta, ortalığı karıştırmaya başlardım. Düşün o kadar yaramazmışım ki, annem haylazlıklarımdan 'illallah' deyip, sigaraya bile başlamıştı. Hatta "Senden sonra bir daha çocuk doğurmam" diye serzenişlerde bulunduğu bile olurdu.
"Ankara sokaklarının dili olsa da konuşsa" diyorsun...
- Aynen öyle! Gündüzlerim sokakta geçerdi. Mahalledeki çocukların beni bir gün derdest edip, arabanın bagajına kapatmaları aklımdan hâlâ çıkmaz. Geceler başka bir güzeldi. Sana evimizdeki herhangi bir akşamı anlatayım. Annemlerin, Ankara'nın arkadaşlık şehri olduğunu kanıtlayacak kadar çok dostu vardı. Büyük bir masanın etrafında toplanırlardı. Babam onlara gitar çalar, ben de gururla dinlerdim. Bas bas şarkılar söyleyip, gitar çalan o adama hayrandım! Evimizde şen kahkahalar ve müzikler hiç susmazdı... Ben de odamda bunları dinleyerek uyurdum.
Aa ben de sizinkilerin seni uyutmak için mutfakta tencere çaldıklarını duyup, birkaç tahtalarının eksik olduğu düşünmüştüm...
- Tam üstüne bastın! Bana sorarsan bizimkiler hippiydi! Âşık olduklarında babamın saçları beline kadarmış. Gecenin sonunda çaldığı gitarı kırarmış. Zaten barda evlenmişler, hatta barmene "Bizi sen evlendirir misin?" diye sormuşlar. Annemi 12 telli gitarda cover'layarak çaldığı Orhan Gencebay şarkılarıyla tavlamış. Bana o şarkıları çalardı ama ben en çok kendi bestelerini severdim. O kadar uçuk sözleri vardı ki, benimkiler bile yanında sıkıcı kalır. Yılan bakıcısının ağzından kobraya yazılmış, "Bakkal Müslüm yavaş yavaş süpermarketlerle savaş" diye şarkıları var. Maalesef ki kıymeti bilinmedi. Ona gençken Unkapanı'nda "Bunlar satmaz, Kayahan gibi aşk şarkıları yaz" deyip, kendisi olmasını istememişler. Bugün olsa tam tersini söylerlerdi!
Babanın müzik karmasının sende devam ettiğini düşünüyor musun?
- Yıllar önce Savgito adında bir uzmana aile dizimine gitmiştim. Aile geçmişimden kalan manevi yükleri soru-cevap ve canlandırma yoluyla açığa çıkarıyordu. Onunla konuşurken karşıma hiç tanımadığım anneannemle babaannem çıktı. Ne tuhaf değil mi? Babaannem bebekliğimi görmüş ama ben onları hiç hatırlamıyorum. Anneannem felsefe öğretmeni, babaannem de şairmiş. Saliha Anıl adıyla şiir kitapları varmış. İkisi de çok güzel, cesur ve ilham dolu kadınlarmış. Savgito "Onlara teşekkür etmek ister misin? Çünkü bayrağı onlardan devralmışsın" dedi. Gerçekten inanılmaz duygulu bir andı. Onlara bana bıraktıkları cesaret, ilham ve kelimeler için defalarca teşekkür ediyorum. Bir de meleklerim olup, beni koruduklarına inanıyorum. Bence babam da bu kelime büyücülüğünü onlardan almış.
Senin gibi yaratıcı bir kızın, başkentin gri rengini gökkuşağına çevirmek için başvurduğu numaraları var mıydı?
- Asıl gökkuşağı bizim evdeydi. Dedim ya annemle babam gerçekten çılgın tiplerdi, hâlâ da öyleler... Küçücük yaştan beri müzik benim hayatımdı. Masa lambasının ışığını spot yapar, Michael Jackson ve Sezen Aksu şarkıları söylerdim. Çok tuhaf ama bir gün ünlü olup sahneye çıkacağımdan emindim. Sadece nasıl olacağını merakla bekliyordum ve gerçekten en umulmadık şekilde Boğaziçi'nde başarılı bir öğrenciyken hayatım çok farklı dönemeçler alıp beni bugünlere getirdi.
O günlere gelmeden önce İstanbul'a gelsek... Hayallerini gerçekleştirip, popstar olmak için mi geldiniz bu taşı toprağı altın şehre?
- 10 yaşında ne popstar'ı canım... Hiç unutmuyorum Ankara'dan İstanbul'a taşındığımız tren yolculuğu boyunca ağlamıştım. Hatta o gün polen alerjim başladı. Bu yüzden de alerjilerin psikolojik olduğuna inanmışımdır. Buraya geldikten sonra, sık sık babamla el ele Boğaz'da yürürdük. Boğaziçi Üniversitesi'nin Bebek kapısından geçerken "Kızım bak bir gün inşallah burayı kazanacaksın" derdi. İçimin müzikle dolu olduğundan emindi ama onun Unkapanı'nda aldığı cevapları benim de duymamdan korkup, hayal kırıklığına uğramamı istemiyordu.
Haydi her şeyi anladım da, 12 yaşında bir insan nasıl dışarıya bakıp "Yağmur yağıyor seller akıyor, Arap bacı camdan bakıyor" şarkısını söylemek yerine, "I see clouds, rain is coming" diye şarkı yapar ki?
- O yaşlar, bence insanın en karanlık dönemleri... Odana kapanıp, şarkı dinler, kitap okursun. Yapayalnız dünyana anneni, babanı bile istemezsin. Hayatı tam olarak anlamaz, anladığın kadarını da beğenmezsin. O yüzden ben şaşırmıyorum içimden bu kelimelerin gelmesine... İlk bestelerimi dinlesen, içindeki karanlığa şaşırırsın. Aa bu arada ben yağmura bayılırım.
Küçükken de böyleydin yani, sonradan olma değil anadan doğmasın...
- Küçükken derken, ben küçüklüğümüm zaten hâlâ... Geçen gün Instagram'da biri benim için "Anne olmanın bile büyütemediği kadın" yazmıştı. Gerçekten de büyümeyi hiç düşünmüyorum.
Peki bu küçük kız, onu yolundan döndürmek isteyenlere nasıl kulaklarını tıkadı da herkese Nil olmanın nasıl bir şey olduğunu gösterebildi?
- Bak sana çok güzel bir hikâye anlatacağım. Benim kendime güvenim Boğaziçi'nde okuduğum bir yaz geldi. Aslında Rehberlik- Psikolojik Danışmanlık bölümünü kazanmıştım ama ilk tercihlerim olan İşletme, Ekonomi ya da Uluslararası İlişkiler'e geçmek istiyordum. Fakat ortalamam o kadar kötüydü ki, bırak yatay geçişi okuldan atılmak üzereydim. Bir gün Politika bölüm başkanı Muzaffer Hanım'ın kapısını çalıp "İkinci senemdeyim ama sizin bölüme geçmek istiyorum" dedim. "Bir sürü ders alman lazım, çok zor. Ortalaman kaç?" diye sordu. "1,7" cevabım üzerine, elini havada sallayarak "Çık çık çık, arkadan da kapıyı kapat" diyerek beni odasından kovdu
Sen de "Bir zamanlar ortalaması düşük ama gururlu bir Nil vardı" mı dedin?
- Aynen! O anı hâlâ unutamıyorum. İki dönem ve iki yaz boyunca normal bir öğrencinin alması gereken dersin iki katını alıp, 4 ortalama getirince Uluslararası'na geçtim. O gün anladım ki ben kim ne derse desin istediğim şeyi yapabilirim!
Metin yazarlığı fikri nereden çıktı peki? Serdar Erener aşkından mı, yoksa edebiyat tutkundan mı?
- İki insanın parmağı bana Serdar'ı gösterdi. Birincisi "Sen git Serdar Erener'in ajansında metin yazarlığı yap" diyen Atılgan Bayar, diğeri de RPM Radar'da staj yaparken "Sen burada durma, seni Serdar anlar" diyen Kurtcebe Tuğrul. Bu iki insana da diğer yarımla karşılaşmamı sağladıkları için borcum büyük!
Reklam jingle'ı yazmaya, patronunun "çalışana yaptıralım ucuz olsun" bakış açısı yüzünden başlamış olabilir misin?
- Bak hiç böyle düşünmemiştim, olabilir (gülüyor). İlk jingle işimi Serdar ile Uğurcan (Ataoğlu) "İngilizce şarkılar yazan ukala stajyere verin bakalım, bir de o denesin özgürlük şarkısı yazmayı" diye vermiş. Önce Zülfü Livaneli'nin 'Ey Özgürlük'ünü kullanacaklardı ama vazgeçtiler. Hazır şarkılarla olmayacağını anladıklarında bir de bana şans verdiler. Yazdıktan sonra onlara dinletince çok beğendiler. Serdar'ı şaşırtan, özgürlük şudur budur gibi bir söz yerine "Ben özgürüm" diye birinci tekil şahısla şarkı yazmam oldu! Rebekka Çetin "Madem Nil yazdı şarkıyı başkası reklamda dudak oynatacağına, kendi oynasın" deyince kanatlarım açıldı. Sonra da uçtum!
Ruhundaki o kanatlar, ısmarlama şarkı yazarken hiç zorlanmıyor mu?
- Zor değil, çünkü öyle zamanlarda hemen E.T.'deki çocuk gibi kulübeme koşup sinyal var mı diye bakıyorum ve genelde de oluyor. Çocukken de böyleydim. Arkadaşlarım istiyor diye kimya hocasına şarkı yazardım; gazete kupürlerine beste yapardım. Şimdi sahnede seyircilerden aldığım üç kelimeyle emprovize şarkılar söylüyorum. Nasıl olduğunu bilmiyorum ama galiba bir tür masal gücü bu! Tuhaf gelebilir ama beste yaparken şarkıyı biliyormuş gibi söylemeye başlıyorum. Sinyal geliyormuş ya da sanki ben bir faks makinesiymişim de bilgi aktarılıyor gibi... Çoğu zaman ağzımdan çıkanlar bir şeye benzemez. O zaman gitarı hemen bir kenara bırakıp, "bugün değilmiş" derim. Bazen de güzel olur ama ben yine de emin olamam. Mesela iPhone'um kaybolursa yanarım, çünkü içinde aklıma gelir gelmez kaydettiğim yüzlerce beste fikri var. Gece yarısı uyanıp, gizlice banyoya gider ve aklıma gelen şarkıyı fısıldarım telefonuma.
Öyle şarkılar yazmak için kafanı nasıl besliyorsun peki?
- Ben yeni bir şey öğrenmezsem mutsuz olurum. O yüzden de kitap okumayı çok severim. Mesela şu sıralar doğada yaşamış, hayvanları incelemiş, yazmış, çizmiş Beatrix Potter adında bir çocuk kitabı yazarının hayatını okuyorum. İlham alıyorum. Hatta bir gün ben de onun gibi çocuk romanları yazmak istiyorum. Felsefe de okurum, çizgi roman da... Öğrendiklerimi de köşemde ve kitabımda anlatırım. Hiçbir şeyi saklamam.
Ara ara "Ya benim içime Aysel Gürel kaçmış olabilir mi?" diye düşündüğün oluyor mu?
- Olabilir valla! Bir keresinde bir yönetmen arkadaşım benim için 'uslu isyankar' demişti.
Yüzünde sinir bozucu, devamlı bir mutluluk ve tebessüm hali var. Sen hiç mutsuz olmaz, ağlamaz mısın arkadaş?
- Valla tip olarak güler yüzlüyüm ama insanlar da devamlı sırıttığımı zannetmesinler şimdi. Ben insanların dünyaya bir mutluluk derecisiyle geldiğine inanıyorum. Sabit bir sayı gibi düşün; zengin, fakir, ne olursan ol hiç değişmiyor. Bir tür dünyaya bakış açısı sabiti... Sanırım benimki doğuştan yüksek. Sadece şarkılarda ve aşklarda karanlığa girerim. "Nil'in Karanlık Yüzü" diye bir albüm yapıp, içine karanlık şarkılarımı koyacağım.
'Uslu isyankar', küfür eder mi?
- Niye etmeyeyim canım, tabii ki gerektiğinde ederim. Kibarcık olmayı hiç sevmem ben.
Çılgın mı çılgınsın ama seni geceleri hiç flaş bombardımanı altında görmedik. Kontrollü delilerden misin sen?
- Aynen, acayip kontrollüyümdür. Kendimi kaybetmeyi sevmem. Bu yüzden içki bile içmem!
Her sanatçının bir rol modeli vardır. Senin de bilinçaltında Türkiye'nin Leonard Cohen'i olma gibi bir arzu olabilir mi?
- Onun gibi olmayı çok isterim. Bir insan "Hallelujah" şarkısını nasıl yazar yahu? Deli gibi araştırıp, bütün hayatını okudum.
"Aslında ben dünya starı olurdum da..." ile bas¸layan cümleyi nasıl tamamlarsın?
- Tamamlamam, çünkü bu cümle bana kibirli gelir.
Albüm, konser, reklam, dizi müziği derken sesini israf ettiğini düşünmüyor musun?
- Bazen düşünüyorum. Aslında butik işler yapıyorum. Çok jingle yapmıyorum. Çünkü tekrara girmekten, fabrikasyon yetiştirme çabasından korkarım. Geçenlerde biri "Neredeyse Finansbank'a gidip, Pınar Süt isteyeceğim" yazmış mesela. O yüzden sesimi korumaya çalışıyorum bu aralar ama benimkine benzer başka sesler de çok fazla kullanılıyor. Hatta bazen ben bile "Acaba bu jingle'ı ben mi söylemiştim ya" diye düşünüyorum (kahkahalar).
Niye hiç Eurovision'a gitmeyi düşünmedin?
- Gitmem, çünkü Eurovision'u bir televizyon şovu olarak görüyorum. Ayrıca şarkıları yarıştırmayı da çok saçma buluyorum.
Kimileri için hiç büyümeyen genç kız, kimileri için ülkenin en seksi kadınısın... Bu iki birbirine zıt figürü tek bünyede nasıl barındırıyorsun?
- Beni dışarıdan anlamak çok zor, çünkü benim yükselen burcum karışık. Joker gibiyim! Bana bakan bazen çok boş, her şeye gülen bir kız, bazen de gözlüklü bir filozof görebilir. Kalıplara sokulması pek de kolay olmayan bir insanım. Tutarlılığı sevmem, halim belli olmaz. Kısaca içimde binbir kadın var ve o zenginliği istediğim zaman serbest bırakmam gerektiği düşünüyorum!
Özgür Kız olarak karşımıza çıktın, "Tek Tas¸ımı Kendim Aldım" diye atarlandın, sonra "Çocuk da yaparım kariyer de" dedin, gerçekten de hem müzik piyasasını salladın hem de anne olmayı başardın. Hedefinde şimdi ne var?
- İyi anne ve iyi insan olmak! Herkese bir şeyler katıp, varlığımı biraz daha anlamlandırmak istiyorum. David Brooks'un "Road to Character" diye çok güzel bir kitabı var. İçimizde iki insanın olduğunu söyler. Birincisi "çalış, başar, aferin, süpersin, paran olsun, itibar da lazım" diyen profesyonel tarafımız... Diğeri de "Değerlerin ne, hayata ne kattın?" diye sorup cenazende hakkında ne konuşulacak diye düşünen yanın... Bunlar insanın hayatı boyunca bir kavga halinde olurlarmış. Ben ikincisini beslemek istiyorum!
Evli, mutlu, çocuklu olup özgün kalabilmek zor değil mi? "Ya artık yazamazsam" diye korkmuyor musun?
- Niye zor olsun? Bu söylediklerin insanın özünü yemek yerine aksine besleyen şeyler. Annelik, kadınlığıma ve evliliğime başka bir boyut kattı. Serdar'ı Aziz Arif'i bana verdiği için daha çok seviyorum. Bir daha yazamazsam diye bir korku da yaşamıyorum, çünkü önümde Woody Allen gibi bir örnek var. 70 küsur yaşında hâlâ her sene film yapıyor, yani musluk akmaya devam ediyor. Ben de ona ihanet etmiyorum, temiz tutup sevgiyle şükrediyorum.
Bizim 'Özgür Kız' evlendikten sonra kendini kapana sıkışmış hissetmedi mi?
- Hayır, hiç hissetmedim. Çünkü ben eline konunca avucunu kapatmayan biriyle evlendim. Serdar benim hiçbir şeyime karışmaz, kısıtlamaz. Kıskansa bile bir köşede oturup tek başına kendi kendini yer. Kendine güvenen, ender Türk erkeklerinden biriyle evliyim.
Gerçek Nil hangisi sence: Çocuk kalan 'tomboy' Nil mi, kendini inşa eden Nil Karaibrahimgil mi, Serdar'ın âşık olduğu kadın mı, yoksa Aziz Arif'in annesi mi?
- Hepimiz parçaları birleşince tam olan Transformers gibi değil miyiz zaten? Annelik, taşıyamayacağın kadar büyük bir sevgi, insanın kalbine sığmıyor. Aziz Arif bana hayatı baştan gösteriyor. Sanki yeni bir bölüm başlamış gibi, yaşamı yeniden başkasının gözünden izliyorum.
Hayatını Aziz Arif'ten önce ve sonra diye ayırsak, iki resim arasındaki 7 fark ne olur?
- Eskisine nazaran her şeye daha anlayışlı ve sevgi doluyum. Bedenimin farkındayım, sütümle bir insanı büyütebileceğimi gördüm. Mucizelere tanıklık edip, geri gelmiş bir gezegen gibi hissediyorum. Bunun yanında Aziz Arif'e ben, babası, yardımcımız ve anneannesi bakıyor. Onun ikinci ya da üçüncü çocuğum gibi büyümesini istiyorum. 24 saat üstüne düşmek değil, tersine rahat bırakmak niyetindeyim. Ama geceleri ben uyuttuğum için eve erken gelmek zorundayım, kafama göre oraya buraya seyahat edemem. Aa bir de sürekli endişeliyim (gülüyor).
Türkiye'deki eğitim sisteminden dolayı, çocuğunun geleceğinden endişen var mı?
- Olmaz mı! Genel olarak okulların yaratıcılığı öldürüp herkesi tekdüze hale getirdiğine inanıyorum. Kırmızı kalemle yanlışların işaretlendiği sayfaları sevmiyorum. Mesela Almanya'da okuyan sekiz yaşındaki kuzenim Peri'nin gelecek yıl 'hayır deme' diye bir dersi olacak; çocuklara nasıl hayır denmesi gerektiğini öğretiyorlar. Amerika'da karakterine göre arkadaşlarının seni puanladığı okullar var. Ben oğlumun hatırlanan bilgilerle değil, yalan söylemeyen ve iyi insanların ödüllendirildiği bir okulda eğitim görmesini isterdim!
Peki Serdar'ın ilk evliliğinden olan çocuklarıyla Aziz Arif arasında bir çatışma yaşandı mı?
- Serdar'ın 21 yaşında bir kızı ve 15'inde bir oğlu var. Emine ve Ali Ömer, büyük oldukları için hiç çatışma yaşanmadan kardeşlerini sevgiyle karşıladılar.
Nil Dünyası, Nil Kıyısı gibi kendin merkezli albüm isimleri koyup, yetmeyip bir de Serdar'la Nil Nehri kıyısında evlendin. Konseptlerin kadını mısın?
- Kendimin kadınıyım ben! Kendim olmaktan korkmamayı öğrendim. Ben Nil Dünyası diyerek aslında sende İzzet Dünyası düşüncesi doğurmaya çalışıyorum. Ayrıca Nil Nehri'nde evlenmek Serdar'ın fikriydi ve bana göre dünyanın en romantik düşüncesiydi! Bir gemide 50 sevdiğimizle, üç günlük bir rüya yaşadık. Öylesine yapılmamış her şeye bayılırım ben. Bu yüzden konsept kelimesini sevmem, hiç de kullanmam. Konserlerim ve albümlerimde de bir konsepti değil, hikayelerimi anlatırım.
Kıskanç mısın, hiç "Serdar beni aldatıyordur" diye düşünüyor musun?
- Kıskançlık benim 20'li yaşlarımda kaldı. Artık kıskandığım herkesi seviyorum, demek ki iyilerdi ki kıskandım.
Nasıl yani sizin evde de zaman zaman kavgalar ve ayrılıklar olmuyor mu?
- Olmaz olur mu! Eskiden çok oldu, kopup kopup barıştık. Ama aramızdaki ip zamanla daha da kuvvetlenip halat oldu! Kıymetlinin kıymetini elindeyken bilmek gerek. Kimse bizim değil, bize mecbur değil. Bizi bugün seçiyor, peki yarın? Yarın da seçmesi için elimizden geleni yapmamız lazım!
Serdar da sen de çok değişik, tuhaf hatta bize göre farklı kafalarda karakterlersiniz. Sanki birbirinizi bulmasanız ömür boyunca yalnız kalacakmışsınız gibi geliyor insana. Arada birbirimizi bizden başka kimse anlamazdı diye düşünüyor musun?
- Evet, bunu çok düşündüm. Serdar'la aşkımız çok eskiymiş gibi geliyor bana, sanki daha önceki hayatlarımızdan beri var. O benim ayaklarım, ben onun kanatlarıyım.
Bazıları seni bir Serdar Erener projesi olarak görüyor. Serdar olmasaydı buralara gelemez miydin?
- Serdar benim kanatlarımı açmama vesile olmuş bir şans meleğidir. Bu doğru ama gel gör ki, ben Serdar'ın söylediklerini pek dinlemem. Hatta istersen bunu arayıp ona da sorabilirsin, çok da komik bir cevap alırsın. Bana hep "Eğer dinlemeyeceksen niye soruyorsun" der, çünkü ben genelde söylediklerinin tam tersini yaparım. Ben bir şeyin projesiysem, Serdar'ın değil kafamın dikine gitmenin projesiyim.
Nereye kadar bu Pollyanna halleri, nereye kadar Küçük Prens'in güzelim dünyası? Kötülüğün bu kadar alıp başını gittiği bir dünya için neler söylersin?
- Yazık derim. Bu dünya kimseye kalmayacak!
Bunca yıl Boğaziçi'nde dirsek çürütüp Uluslararası İlişkiler mezunu olarak ülke politikası hakkında ne düşünüyorsun?
- Maalesef ki hiçbir şey görünmüyor, her taraf sis. Özellikle bir anne olarak daha da endişeliyim. Düşünsene bir yandan çocuklar sahile vururken, bir yandan askerlerin, polislerin, annelerin yüreği yanarken içimiz nasıl gülsün? Ben politika okudum. Bu yüzden de medyayı takip ederek, gerçeğe varılamayacağını çok iyi biliyorum. Bilmediğim şeyler hakkında da konuşmak istemiyorum. Siyaset erkeklerin güç oyunudur. Eril bir şey yani. Dişi tarafları olsaydı, emin ol ki dünya daha iyi bir yer olurdu!
Gezi döneminde de sanki hiçbir şey yaşanmıyormuşçasına, tepkisiz kalman çok eleştirildi. Biraz fazla apolitik değil misin?
- Ben fikrimi "Sökülen ağacın bildikleri" ve "Ben özgürüm" yazılarımla söyledim zaten. Gezi'den önce birçok defa "korku imparatorluğunda yaşamak istemiyorum" diye de yazdım. Evet, bağırıp çağıran ve öfkeyi dillendiren biri değilim, çünkü benim üslubum bu! Ben günlük hayatta da bağırmam. Ama yaptığım her işle, özgürlük ruhunu çağırdığıma fazlasıyla inanıyorum.
Türkiye'nin şu andaki durumu için bir şarkı yaz desem, nakaratı nasıl olurdu?
- Yazdım zaten! "Burası neresi / Bu neyin savaşı / İmkansız mı düşmanın / Olmak arkadaşı?"
Sertab Erener'in Demir Demirkan'la ayrılıp pat diye Emre Kula'yla evlenmesi aile içine nasıl yansıdı? Hepimiz gibi siz de şoke oldunuz mu?
- Evet, çok şaşırdım! Bir tek Serdar şaşırmadı. Ben de Serdar'ın hiç şaşırmamasına şaşırdım.
Söyleşinin tamamını okumak için tıklayın
© Tüm hakları saklıdır.