Gündem

Nazlı Ilıcak 'Her taşın altında The Cemaat mi var' kitabını nasıl yazdı?

Yıldıray Oğur, Nazlı Ilıcak'ın 'Her taşın altında The Cemaat mi var?' kitabının kaynağının Gülen cemaati olduğu mesajını verdi

19 Ocak 2014 20:02

Türkiye gazetesi yazarı Yıldıray Oğur, Nazlı Ilıcak'ın Ocak 2012'de yayımlandıktan sonra yoğun ilgi gören "Her taşın altında The Cemaat mi var?" adlı kitabının nasıl yazıldığını sorguladı.

Oğur, yoğun yazı ve ekran trafiğine işaret ettiği Ilıcak için  "Oturup binlerce sayfalık polis fezlekelerini, savcılık ifadelerini, on binlerce sayfalık iddianameleri, mahkeme kararlarını, resmi raporları, özel yazışmaları buldu, onları tek tek okudu, 90’lı yıllardan günümüze kadar gazete arşivlerine girdi, binlerce sayfayı elden geçirdi ve 336 sayfalık The Cemaat kitabını yazdı. Karadeniz fıkralarına yer verdiği Pazar günleri dışında haftanın pek çok günü yazı yazıp, her gün televizyona çıkarken bu kapsamlı çalışmayı ancak duayen bir gazeteci yapabilirdi" ifadesini kullandı.

Oğur, "Her taşın altında olmasa da..." başlığıyla Türkiye gazetesinde yayımlanan (19 Ocak 2014)  yazısında, Ilıcak'ın kitabının kaynakları konusundaki kuşkularını paylaştı. Kitabı Ilıcak'ın yazmadığını iddia etmeyen, ancak bu yolda imalarda bulunan Oğur, yazısının bir bölümünde şunları kaydetti:

"Kitabın önsüzünde ya da daha sonra verdiği röportajlarda Nazlı Hanım, kitabın bu harika yazılış hikâyesini herhalde mütevazılığından anlatmadığı için ne kadar zaman üzerinde çalıştığını, kimlerden destek aldığını, hangi kaynaklardan yararlandığını bilemiyoruz. Ama pek çok resmi belgeye ilk kez atıf yapılan, bahsedilen her olayın en ince ayrıntısına, gün, sokak adına kadar büyük bir titizlikle verildiği, her belgenin belge numaralarına kadar anlatıldığı kitapta dipnot ve kaynakça olmaması kitabın tamamen orijinal bir metin olduğunu düşündürüyor. Ilıcak’ın 40 yıllık bir gazeteci olarak Emniyet’in literatürüne, iç işleyişin,  yazışma kültürüne,  dairelerinin görev dağılımına kadar vukufiyeti  ise hayranlık verici."

"Binlerce sayfalık ek klasörlere atıfların da olduğu titiz çalışmada Ilıcak’ın bilgisayar teknolojilerine de hâkimiyeti de görülüyor" diyen Oğur,  bu konudaki kuşkusunu da şöyle dile getirdi:

"Şu cümleyi yazmayı bırakın okuyunca anlayabilecek kaç gazeteci var memlekette: 'Müyesser Yıldız Uğur’un bilgisayarının hard diskinin normal alanında (Allocated Space) System Volume Information kayıtları arasında Ulusal Medya 2010 belgesi ele geçirildi. Ayrıca söz konusu dosyanın bir kısmı Barış Pehlivan’a ait hard diskin Unallocated Cluster bölümünde tespit edildiği gibi, aynı hard diskin dosyalama sistemine ait MetaData/ Logfile isimli dosyadan da çıktı.'”

"Kitabı bitirince istihbarat, Emniyet tartışmalarında Nazlı Ilıcak’ın hakimiyetine, belge belge dosyaları incelemekteki titizliğine, arşivciliğine şapka çıkarıyorsunuz. Sonunda tuhaf bir şekilde altına adının yazıldığı Sonsöz’de 'Olaylardan sadece bir kesit verebildim cümlesini okurken bu hayranlığınız  biraz daha artıyor" görüşünü dile getiren Oğur, kitabın Sonsöz'ünün altına, kitabın yazarı Ilıcak'ın adının yazılmasını yadırgadığını belli etti.

Oğur, yazısını, kitabın kaynağının Fethullah Gülen cemaati olduğu imasıyla noktaladı:

"Kitabı kapattığınızda 'Her taşın altında The cemaat var mı' sorusuna oldukça tatmin edici bir cevap bulmuş oluyorsunuz."

Aynı imayı köşesine koyduğu "Her taşın altında olmasa da..." başlığında da yansıtan Yıldıray Oğur'un yazısının tam metni şöyle:


Her taşın altında olmasa da...

Hükümet-cemaat savaşlarını izleyen bir sıradan laik Türkiye Cumhuriyeti vatandaşısınız ve nedir bu cemaat diye bir merak edip AVM’deki kitapçılardan birine gittiniz. “Cemaat üzerine yazılmış bir kitap arıyorum” diye sordunuz.  Karşınıza çıkma ihtimali en yüksek olan kitap Nazlı Ilıcak’ın Doğan Kitap’tan basılan “Her Taşın altında The Cemaat mi var?” kitabı. Ocak 2012’de yayınladıktan sonra sadece bir ay içinde 17 baskı yapan kitabın büyük bir kitleye ulaştığı kesin. Bunda Nazlı Ilıcak gibi duayen bir gazetecinin imzasını taşımasının etkisi muhakkak.

Darbelerin tamamına daha yeni yeni darbe demeye başlamış, askeri vesayet kavramını 90’ların ortalarında keşfetmiş, askeri vesayetten daha birkaç yıl önce kurtulmuş bir ülkede 27 Mayıs’ın doğrudan mağduru olmuş, 12 Eylül’de tutuklanmış, 28 Şubat’ta siyasi yasaklı ilan edilmiş, 12 Eylül’de tutuklu Süleyman Demirel’in, Meclis’e girerken Merve Kavakçı’nın, hakkında ciddi bir kampanya yaparken Fethullah Gülen’in, uzun bir süre askerlerin vesayeti altındaki Erdoğan’ın yanında durmuş  Nazlı Ilıcak bundan sonra sadece Pazar günleri Google’dan bayat fıkralar bulup köşesinde yayınlasa bile itibarından bir şey kaybetmezdi.

Ama o oturup, binlerce sayfalık polis fezlekelerini, savcılık ifadelerini, on binlerce sayfalık iddianameleri, mahkeme kararlarını, resmi raporları, özel yazışmaları buldu, onları tek tek okudu, 90’lı yıllardan günümüze kadar gazete arşivlerine girdi, binlerce sayfayı elden geçirdi ve 336 sayfalık The Cemaat kitabını yazdı.

Karadeniz fıkralarına yer verdiği Pazar günleri dışında haftanın pek çok günü yazı yazıp, her gün televizyona çıkarken bu kapsamlı çalışmayı ancak duayen bir gazeteci yapabilirdi. Kitabın önsüzünde ya da daha sonra verdiği röportajlarda Nazlı Hanım, kitabın bu harika yazılış hikayesini herhalde mütevazılığından anlatmadığı için ne kadar zaman üzerinde çalıştığını, kimlerden destek aldığını, hangi kaynaklardan yararlandığını bilemiyoruz. Ama pek çok resmi belgeye ilk kez atıf yapılan, bahsedilen her olayın en ince ayrıntısına, gün, sokak adına kadar büyük bir titizlikle verildiği, her belgenin belge numaralarına kadar anlatıldığı kitapta dipnot ve kaynakça olmaması kitabın tamamen orijinal bir metin olduğunu düşündürüyor. Ilıcak’ın 40 yıllık bir gazeteci olarak Emniyet’in literatürüne, iç işleyişin,  yazışma kültürüne,  dairelerinin görev dağılımına kadar vukufiyeti  ise hayranlık verici.

Kitap, “Ergenekon Davası ve Fethullah Gülen” ve “Fethullah Gülen (İddialar ve Davalar)” başlıklı iki temel bölümden oluşuyor.  Birinci kısım ilginç bir şekilde cemaatten çok Ergenekon soruşturmasını yürüten cemaatçi polislerin savunması gibi. İlk bölüm Sabri Uzun’a cevaplar (12 sayfa), ikinci bölüm Hanefi Avcı’ya cevaplar (25 sayfa), sonra kitabın belge ve bilgi yoğunluğunun bir anda zirve yaptığı “Hedefteki isim Ali Fuat Yılmazer” başlıklı bölüm. Tam 35 sayfa. 192 sayfalık ikinci bölümü ise birinci bölüm kadar orijinal değil. Daha önce kitaplarda çıkmış olaylar, mahkeme kayıtları, gazetelerde çıkan yazılar, Gülen’in röportaj ve konuşmalarından alıntılar ağırlıklı.

ODA Tv, Hanefi Avcı davalarında savcıları ve polisleri cümle cümle, belge belge savunan kitabın Nazlı Ilıcak imzalı önsözündeki temkinli ifadeler hakkaniyetli bir gazetecinin şerhi gibi: “Bununla beraber, merkez gibi gösterilen ODATV’nin aklanma ihtimali olduğunu da söylemek isterim. Çünkü bir geçiş dönemindeyiz, hiçbir şey durağan değil.” Aynı temkin önsöz biterken de sürmüş: “Her an değişmesi muhtemel hadiseleri kendime göre yorumladım ve pozisyon almaktan çekinmedim. Yazdıklarım hüküm değil, sadece kanaatlerimdir.”

“Ergenekon davası ve Fethullah Gülen” diye başlayan kitap bir sürpriz yaparak Sabri Uzun’a ve onun Ahmet Şık’ın kitabından yer aldığı söylenen iddialarına cevaplar olarak başlıyor. Bayağı içerden bir tartışma bu okuduğumuz. Şemdinli olayı bagajdan çıkan mermi sayısına kadar anlatılırken kitabın ender dipnotlarından ilki çıkıyor karşınıza:  “Hakkari İstihbarat Şube Müdürü, Hüseyin  Keskinkılıç’tan Jandarma ile Emniyet’in birlikte çalıştıklarını gösteren eski tarihli bir yazı istenmiş ama İstihbarat Daire Başkanı C Şubesi Müdürü Ali Fuat Yılmazer ile temasa geçen Keskinkılıç, Yılmazer’in gerçek dışı beyanda bulunup sahte belge imal etmesinin yanlış olacağını söylemesi üzerine teklifi kabul etmemişti.”

İlk kez kitabın ortaya çıkardığı iki kişi arasında geçmiş mühim bir telefon görüşmesi. Birkaç sayfa sonra sorulduğu gibi: “Niçin Ali Fuat Yılmazer günah keçisi yapıldı? Bunu daha sonraki sayfalarda inceleyeceğiz.?”

Kitap şimdilik “her taşın altında cemaat var mı” sorusunun olmasa da bu vaadinin gerçekten hakkını veriyor.

Kitabın Hanefi Avcı’nın kitabına cevapların verildiği ve neden tutuklandığının açıklandığı ikinci bölümünde Nazlı Hanım’ın bu meselede kaldırıp altına bakmadığı taş kalmadığı anlaşılıyor. İhbarcıların adlarından dinlenen telefon numaralarına, tarihlere kadar hiçbir ayrıntı atlanmamış. “Kılıç’ın ikametinde örgütsel buluşmaların belirlenmesi için, 6 Kasım 2009’da yapılan çalışmada”, “0531..70 94 nolu telefonun –genellikle organize suç ve terör örgütü mensuplarınca teknik takipten kurtulmak amacıyla kullanılan tarzda-“ gibi cümleler Ilıcak’ın Emniyet literatürüne hakimiyetinin sadece birkaç örneği.  “Ayrıca incelediğimde gördüm ki polis fezlekesinin hiçbir aşamasında” gibi referanslar, “öyleyse savcı tarafından niçin yakalama kararı çıkarıldı? Açıklayayım” gibi emin ifadeler meseleye ne kadar hakim olduğunu gösteriyor.

Kitabın bir sonraki ODATV bölümünde önsözdeki temkin yerini  iddianamenin kararlı bir savunmasına terk etmiş. Binlerce sayfalık ek klasörlere atıfların da olduğu titiz çalışmada Ilıcak’ın bilgisayar teknolojilerine de hâkimiyeti de görülüyor. Şu cümleyi yazmayı bırakın okuyunca anlayabilecek kaç gazeteci var memlekette: “Müyesser Yıldız Uğur’un bilgisayarının hard diskinin normal alanında (Allocated Space) System Volume Information kayıtları arasında Ulusal Medya 2010 belgesi ele geçirildi. Ayrıca söz konusu dosyanın bir kısmı Barış Pehlivan’a ait hard diskin Unallocated Cluster bölümünde tespit edildiği gibi, aynı hard diskin dosyalama sistemine ait MetaData/ Logfile isimli dosyadan da çıktı.”

Herhalde bunca belge ve teknik bilgiden yorulan okuyucu dinlendirmek için araya atılan 28 Şubat, Başbuğ dönemi medya brifinglerinin köşe yazılarından uzun alıntılarla anlatıldığı bölümden sonra kitabın en ince işçilik eseri olan bölümü başlıyor: “Hedefteki İsim Ali Fuat Yılmazer.”

Ilıcak’ın kitabında altı adet orijinal resmi belgenin fotoğrafına yer verilmiş. Ne tesadüf ki hepsi Yılmazer bölümünde ve onla ilgili bu belgelerin. 90’lardan itibaren Yılmazer’le ilgili bütün külliyatı, iddiaları araştırmış ve bunlara satır satır, belge belge cevap vermiş Ilıcak. En çok da kitaplarında “polisteki iç çekişmelere bir taraftan bakmakla” suçladığı Nedim Şener’in kitaplarındaki Ali Fuat Yılmazer iddialarına. Yılmazer’in bütün kişisel arşivinin birer kopyasını Ilıcak’a verdiği, onun da Susurluk’ta İbrahim Şahin’e inandığı gibi, Yılmazer’e de samimiyetle inandığı anlaşılıyor.

Yoksa şu cümleler kitap hakkındaki  türlü tevatüre ilham verebilirdi ancak: “C Şubesinin vazifesi sadece ilgili illere sorumluluk vermek ve ihbarları sisteme girmek. Nitekim ihbar, asıl Emniyet arşivi olan İstihbarat Denetleme Programı’na (IDP) girmiş. Sabri Uzun bunları bilmez mi. Bilir.”

Hayır. En azından biz fani gazeteciler ne C Şubesinin ne iş yaptığını, ne IDP sistemini ama en çok da Sabri Uzun’u, hakkında “Bunları bilmez mi bilir” diye cümle kuracak kadar bilemeyiz.

İşte Nazlı Ilıcak farkı da bu olsa gerek.

Kitabı bitirince istihbarat, Emniyet tartışmalarında Nazlı Ilıcak’ın hakimiyetine, belge belge dosyaları incelemekteki titizliğine, arşivciliğine şapka çıkarıyorsunuz. Sonunda tuhaf bir şekilde altına adının yazıldığı Sonsöz’de “Olaylardan sadece bir kesit verebildim” cümlesini okurken bu hayranlığınız  biraz daha artıyor.

En önemlisi de kitabı kapattığınızda “Her taşın altında The cemaat var mı” sorusuna oldukça tatmin edici bir cevap bulmuş oluyorsunuz.

 

İlgili Haberler