Yaşam

Nasıl bir sivil toplum?

15 Aralık 2008 02:00

Sivil toplum, batıda olduğu kadar Türkiye’de de, toplumun, kamusal alanda yurttaşların örgütlü olduğu ve toplumsal iletişim sürecine katılarak iradesini yalnızca seçimden seçime değil, her zaman gösterebilecekleri bir alan yaratması bakımından önemsenen bir kavram olarak yerini alıyor .

Habermas, açık bir tanım boşuna arıyoruz diyerek, sivil topluma ilişkin bir çerçeve çizer: “‘Sivil toplum’un kurumsal çekirdeğini, sistematik olmayan birkaç örnek vermek gerekirse, kiliselerden, kültür derneklerinden ve akademilerden bağımsız medyaya, spor ve boş zaman derneklerine, tartışma kulüplerine, vatandaş forumlarına ve yurttaş inisiyatiflerinden meslek birliklerine, siyasal partilere, sendikalara ve alternatif kurumlara dek uzanan devlet-dışı ve ekonomi-dışı gönüllü birliktelikler oluşturuyor.”1 Bu geniş çerçeve Batıda yerleşik olan NGOs (Non-governmental Organizations)’a karşılık geliyor. NGOs kavramı, sivil toplum örgütünün devlete göre konumunu belirleyen bir kullanımdır; sivil toplumun devlete göre ne olduğunu değil ne olmadığını göstermektedir.

Türkiye’deki sivil toplum terminolojisine ilişkin karmaşa da, özellikle İngilizceden transfer edilmiş bu kavramlardan kaynaklanıyor. “Hükümet dışı kuruluşlar” olarak Türkçe’ye çevrilen NGOs kavramı, STK / “Sivil Toplum Kuruluşu” na karşılık kullanılmaktadır. Asıl olarak “governmental” sözcüğü “hükümet” ten daha geniş bir resmi örgütlenmeyi kapsar. O nedenle devlet-dışı kurumlar ifadesinin daha doğru olduğu kabul edilir. Oysa, Aydın Uğur’un belirttiği gibi NGOs’lar, kendilerini resmi devlet örgütleriyle aynı zeminde konumlandıran kuruluşlardır.2 Uluslararası Af Örgütü bu kuruluşların ilk örneklerindendir. Yasal olarak bir yaptırımları mevcut değilse de, örgütlenmeleri ve faaliyetleri açısından caydırıcı olabilmektedirler.

Türkiye’de bu alanı tanımlamak üzere çeşitli kavramlar bir arada kullanılıyor: Üçüncü Sektor, Sivil Toplum Kuruluşu, Sivil Toplum Örgütü, Demokratik Kitle Örgütleri, Kar Amaçlı Olmayan Kuruluşlar vs. Elbette her bir kullanım, aynı zamanda bir bakış açısının ve siyasi yaklaşımın da ifadesidir.

Şerif Mardin “sivil toplum”un ne olduğunu tanımlamaya başlarken, aslında ne olmadığı noktasından hareket ediyor.3 O’na göre sivil toplumun karşıtı askeri toplum değil, “gayrı medeni” toplum…

Ayrıca, her ne kadar bugün sivil toplumu “siyasal olmama” (–ki yine bunun nedeni 1980 sonrasında sivil yurttaşın devlet tarafından kamusal alandan kovulduğu ve toplumsal hayata yerleştirilen siyasal olma korkusuna dayanır) durumuyla sınırlandıran eğilimler varsa da (bazı sivil toplum örgütleri siyasal alana mesafeli durduklarını öncelikli olarak ifade ederler) sivil toplum siyasal bir yaklaşımında görüntüsüdür. Amacı, kullandığı söylem, iletişimde bulunduğu kişi ve kurumlar, kısacası kendi yaşama evreni aynı zamanda siyasal tercihlerinin de ürünüdür.

“Sivil Toplum Kuruluşu”ndaki “kuruluş” ifadesi de bir başka tartışmalı konudur. Bu noktadaki düşünce karışıklığını gidermemize ise İonna Kuçuradi yardımcı oluyor. Kuçuradi kuruluş ve kurum sözcüklerinin birbirlerine karıştırıldığını ifade ediyor(1998; 26).4 İki kavram arasında kesin sınırlar çizilemese de bazı ayrımlar yapılabileceğini söyleyerek, “kurum”un geleneksel olarak daha çok kendiliğinden oluşan, değişmeyen bir toplumsal ilişkiler ve pratikler düzenlemesi olduğunu belirtir. “Sivil Toplum Kuruluşu”ndaki “Kuruluş”un ise “sivil toplum denilen bir toplum tipinde belirli bir amacı ya da amaçlar demetini gerçekleştirmek üzere oluşturulan, kurulan bir örgütü” dile getirdiğini ifade eder. Bunu kabul etmekle beraber, iktisadi bir kavram gibi görünen “kuruluş” sözcüğü yerine “örgüt” sözcüğünü kullanmak daha yerinde gibi görünüyor. Çünkü “sivil toplum” derken, devletin, hükümetin, ticari yaşamın dışındaki sosyal alandan söz edilir. Sivil toplumda amaç kâr elde etmek değil, topluyaşama dair fayda üretmektir. Dolayısıyla “Sivil Toplum Kuruluşu” yerine “Sivil Toplum Örgütü” ifadesini kullanmayı tercih edeceğim.

Prof. Kuçuradi’nin önerdiği şu tanım makul görünüyor: “Sivil toplum kuruluşları belirli mekan ve zamanda, bilgiye dayanarak teşhis edilen bir ihtiyacı ya da bir ihtiyaçlar demetini karşılamayı amaç edinen, kar amacı gütmeden hizmet veren, böylece de kamunun yönetimine katılan kuruluşlardır.”5

Açık olan bir şey var ki, serüveni çok yeni olan Türkiye’deki sivil toplum hareketlerinin kendine ilişkin kavramları özgün deneyimlerinden çıkacaktır. Batıdan ithal kavramlarla değil, Türkiye’deki koşullar içinde, kavramın kendine özgü formunun oluşması süreci toplumsal değişime paralel olarak gelişmeye devam ediyor.

Türkiye’de sivil toplum serüvenini özetleyerek, aynı zamanda bu kavramın toplumsal değişime parallelliğini de gösteren Aydın Uğur, Türkiye sivil toplum serüveninde 3 dönem belirliyor: 1965-1975 arası dönemde sivil toplum tartışmaları açısından en dikkate değer çalışma 1969’da yayınlanan Küçükömer’in “Düzenin Yabancılaşması: Batılılaşma”sıdır. Osmanlı’ nın ve Türkiye’nin Batı’dan çok farklı tarihsel gelişme içinde olduğ unu, “güçlü merkeziyetçiliğin tayin edici önemi”ni vurguladığını ve “sivil toplum” kategorisinin bir “yok”luğun altını çizdiğini belirtir.

1975-1990 arası 2. Dönem: Sivil toplum, bir arzunun/özlemin ifadesidir. Merkeziyetçi devlet geleneğinin cazibesinden kurtulmayı başarmı ş bir avuç özgürlükçü sol eğilimli yazarın var olduğunu ve Birikim Dergisi’nin bu yöndeki çalışmaların bir araya gelebildiği en dikkate değer platform olduğunu söyler.6

Yeri gelmişken hatırlatalım: 1980 darbesi, sivil toplumun sosyal alandaki varlığını sona erdirmiş, yasakları, korkuları hem psikolojik şiddetle hem de kapatılma, işkence şiddetiyle başarılı şekilde yerleştirmişti. Şerif Mardin, modern anlamda bir sivil toplumun varlığından söz edebilmek için, orada kamuoyu oluşturma şartlarının bulunması gerektiğini belirtiyordu.7 Oysa bu dönemde, kamuoyu oluşturma şartları asla var olmadığı gibi, dil ve akıla da darbe vuruldu. “Örgüt”, “eylem” gibi tam da bu alana ait olan sözcükler yasaklanarak, hem dil fakirleştirildi hem de “düşünme!” dendi yurttaşa.

Bu nedenle; söylem olarak sivil toplum “kuruluşu” ifadesi, adeta kavramı devletin meşru gördüğü alana çekme hamlesidir. Öyle ya; TBMM Başkanı Köksal Toptan, sivil toplumu yasama sürecine katma tartışmalarının yapıldığı zamanlarda “örgüt” deyince Türkiye’de “karışık işler”le uğraşanların anlaşıldığını söylememiş miydi?!

Uğur’a göre, sivil toplumun 3. dönemi ise 1990’larla başlıyor... Sivil toplumun bu dönemdeki kullanımı artık bir “yok”luğa değil bir “var olma başlangıcı”na ve bir siyasal stratejiye gönderme yapı- yor.8 1990’larda yaşanan Susurluk Kazası, Marmara Depremi gibi olaylar sonrasında hızla gerçekleşen sivil toplum örgütlenmeleri, özellikle de deprem sonrasında devletten çok sivil toplum örgütlerine duyulan güven, Türkiye’de sivil eylemliliğe dair bir değişimin göstergesiydi.

Uğur’un bu döneme ilişkin en dikkat çekici tespiti ise sivil toplumun daha çok bir “rüşvet-i kelam” izlenimi verse de artık merkez sağın da diline bulaşmış olduğudur. Gerçekten bugün Türkiye’deki sivil toplum söylemlerine bakıldığında, İslam’ı n ağır bastığı bir milliyetçiliğin savunmasını yapan siyasi partilerden, merkez sağdaki siyasi partilere kadar geniş bir ideolojik yelpazede sivil topluma rağbet edildiğini görüyoruz. İslamcı hareket, kamusal alanda edindiği bugünkü yeri son 25 yılda içinde olduğu sivil örgütlenme çalışmalarına ve kurduğu binlerce dernek ve yüzlerce vakıf vb.nden oluşan ağa borçlu değil midir?

Sivil toplum alanı, tıpkı bir başka önemli aktör olan medya gibi toplumsal zihniyetimizin aynasıdır. Bugün Türkiye’de yalnızca derneklerin sayısı 80 bin civarında ifade ediliyor. Bu rakamlar bizi yanıltmasın. Bu derneklerin yarıdan fazlasını yardımlaşma dernekleri, kuran kursu ve cami yaptırma dernekleri ve ardından da hemşehricilik dernekleri oluşturuyor. Ayrıca, yaklaşık 5 bin vakıf ve birçok kooperatif, meslek odaları ve birlikler de mevcuttur.

Bugün yasama sürecine sivil toplum örgütlerini katmak isteyenler, hem toplumdan kopuk olmadıklarını ve katılımın yollarının açık olduğu bir demokrasi inşa edeceklerini vaat ederken, yıllarca yasaklanmış ve bastırılmış bir eylemliliğe kapıları açarken, nasıl bir yol izleyeceklerini de bilemiyorlar doğal olarak. Öyle ya, şimdiye kadar yurttaşın devlet karşısındaki durumu hep bir bağımlılıkla ilgili olmuştur. “Önce kul vardı, sonra tebaa, ardından‚ hoş geldin yurttaş, güle güle tebaa!” 9 diyerek, meşakkatli bir serüveni özetleyen Artun Ünsal bu süreci özetlemiş oluyor. Türkiye Cumhuriyeti’nin “vatandaşı”, kul ve tebaa olmaktan kurtulmuştu; fakat hakları da olan ama devlete karşı görevlerinin öncelikli olmasından kurtulamadı. Füsun Üstel’in söylediği gibi makbul, iyi vatandaş söylemi devlete “bağlılık ve itaat diline dayalı”dır.10

Bir sivil yurttaş örgütlenmesinin amaçladığı şeyin kim(ler)e faydası var ve bu eylemlilikte insanın temel hak ve hürriyetlerine ne oluyor? Ortaya çıkan –ya da çıkacak olan fayda kalıcı, hak ve özgürlüklerimiz lehine bir değişim yaratı yor mu ve bu değişim sürekli mi? Yoksa yaşadığımız günü kurtarıyor ve birilerinin manevi rahatlamasını sağlayıp acıma hislerini mi yatıştırıyor? Sivil toplum örgütlenmesinin temeline bu soruları yerleştirmenin gerekliliğini vurgulamak gerek: Yasama sürecine işkenceye sıfır tolerans diyenlerin, yaşama hakkının garantiye alınmasını isteyenlerin, düşünceye özgürlük diyenlerin, konuştuğu dil, inandığı din, sahip olduğu etnik kimlik nedeniyle öldürülmeyecekleri bir toplumda yaşamak isteyenlerin, kadın olduğu için erkekler tarafından ezilmeyi reddeden ve kısaca temel hak ve hürriyetlerini talep edenlerin temsil edildiği örgütlenmelerin iradesi kamusal alana yansıyor mu? Sokaktaki hayatın ve yasa yapanların kapıları açık mı? 
                                                                    
(Esengül Ayyıldız, Güncel Hukuk Dergisi)

Kaynakça

1-
Habermas, kamusallığın Yapısal Dönüşümü, çev. Tanıl Bora-Mithat Sancar, İletişim Yayınları, 6. Baskı:2005, syf.52

2- Aydın Uğur, “Batı’da ve Türkiye’de Sivil Toplum: Kavram ve Olgunun Gelişim Serüveni”. 75 Yılda Tebaa’dan Yurttaş’a Doğru. Editör: Artun Ünsal. İstanbul:Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları ve Tarih Vakfı, 1998, syf. 222

3- fierif Mardin, Türkiye’de Toplum ve Siyaset, İletişim Yayınları, 1995

4- Prof. Dr. İonna Kuçuradi, “Sivil Toplum Kuruluşları: Kavramlar” (Türkiye’de Sivil Toplum Kuruluşları Sempozyumu 16-17 Aralık 1994’te sunulan tebliğ) içinde Sivil Toplum Kuruluşları Üç Sempozyum. İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, syf. 27

5- Kuçuradi, a.g.m., syf.30

6- Uğur, a.g.m., syf. 217

7- Aktaran Uğur, syf. 219

8- Uğur, a.g.m., syf.218

9- Artun Ünsal, “Yurttaşlık Zor Zanaat”. 75 Yılda Tebaa’dan Yurttaş’a Doğru. Editör: Artun Ünsal. İstanbul:Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları ve Tarih Vakfı,1-36

10- Füsun Üsteli “Makbul Vatandaş”ın Peşinde, İletişim Yayınları, 2. baskı, 2005, İstanbul, syf. 318