Gündem

Namus cinayetlerinin özü: Kadına aşk yasak

19 yaşındaki Hülya, 22 yaşındaki Goncagül, 19 yaşındaki Esra, 18 yaşındaki Dilek. Âşık oldular. Gizlemediler. Ve öldürüldüler

18 Ocak 2009 02:00

19 yaşındaki Hülya, 22 yaşındaki Goncagül, 19 yaşındaki Esra, 18 yaşındaki Dilek. Âşık oldular. Gizlemediler. Kendilerine ait bir hayat, isteklerine uygun gelecek istediler. Ve öldürüldüler

“Hülyam öldü, başka Hülya’lar sevdalandı diye ölmesin...” İstanbul’un göbeğinde ağabeyi tarafından öldürülen Hülya’nın annesi böyle ağlıyordu kızının ardından. Ağabeyinin mahkemede son sözü ‘Pişman değilim’ oldu. Mahkeme ağabeyin kardeşinin cinsel ilişkiye girdiğini öğrenince yaşadığı ‘hiddet’i hesap ederek cezada indirim yaptı.

Radikal gazetesindeki habere göre Hülya Taş, sadece âşık olduğu, âşık olduğu kişiyle yakın olmak, birlikte olmak istediği ve istediğini de yaptığı için öldürülen, yüzü dava dosyalarında sararıp solup unutulan binlerce kadından sadece biri. 16’sında evlendirilip, 17’sinde anne, 22 yaşında da ‘âşık’ olan, bunun ‘ceza’sını sokak ortasında ağabeyi tarafından başından vurularak ödeyen Goncagül Köseoğlu gibi...

Hülya için ve Goncagül için hayat bitti. Ama onları öldürenler, öldürülmesi gerektiğine karar verenler için hayat öyle ya da böyle bir yerden devam ediyor.
Taş ailesi Batman’dan İstanbul’a göç etmişti. Pek çok aile gibi metropolde töre kurallarına göre yaşıyorlardı. Ailenin kızı Hülya Fatih Kız Lisesi’nde üçüncü sınıf öğrencisiydi. Aynı mahalleden Ömer Karaboğa’ya âşık oldu. Ailesi Ömer Karaboğa ile görüşmesini istemiyordu. Hülya ve Ömer kaçtı, birlikte oldular. Aradan dört gün geçtikten sonra Ömer’in ailesi ‘Sen evine dön, Biz gelip seni isteyelim. Telli duvaklı gelin ol’ diyerek Hülya’yı evine yolladı. Hülya umutla beklemeye başladı. Aradan birkaç gün geçti gelen olmadı.

Ağabey Taş, kardeşinin Ömer Karaboğa ile görüşmemesini söylüyordu. 14 Haziran 2007’de Hülya Ömer ile buluşmak için evden çıktığında onun adımlarını başka adımlar da izliyordu. Hülya ve Ömer Balat Firketeci Sokak’taki Meryem Ana Rum Ortodoks Kilisesi’nin önünde buluştuklarında karşılarında ağabey Okan Taş da vardı. Taş, onlarca insanın gözü önünde kardeşi ve sevgilisini kurşun yağmuruna tuttu. Ömer olay yerinde, Hülya ise kaldırıldığı hastanede hayatını kaybetti.

Hülya ertesi gün diplomasını alarak liseden mezun olacaktı. Ağabey Taş teslim olduğunda pişman olmadığını söyleyerek “Dört gün Ömer’in ailesinin yanında kaldı. Sonra Hülya’yı evimize yolladılar. Bu durumu gururuma yediremedim. İkisini de vurarak namusumu temizledim” dedi. Anne Rabia Taş ise kızının fotoğraflarına sarılarak gözyaşı döküyor, isyan ediyordu: “Gelinlik giydiremeden kefen giydireceğim. Kızım mezara oğlum mapusa gitti. Hülyam öldü, başka Hülya’lar sevdalandı diye ölmesin.”

Ağabeyi hiddetlendi

Okan Taş tutuklu olarak, Hülya’nın anne ve babasının da aralarında bulunduğu altı kişi tutuksuz olarak yargılandı. Bir yıl sonra çıkan kararda pek çok benzer ‘kadın’ cinayetinde olduğu gibi indirim uygulandı.

Mahkeme önce Taş’a kız kardeşini tasarlayarak öldürdüğü için ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verdi. Olaydan önce kız kardeş Hülya Taş’ın Ömer Karaboğa ile kaçarak rızasıyla cinsel ilişkiye girdiği ve durumu öğrenen sanığın hiddetin etkisi altında suçu işlediği belirtilerek ceza indirildi. Taş 17 yıl 6 aya mahkûm oldu. Cinayette payları olduğu gerekçesiyle tutuksuz yargılanan ve aralarında aile üyeleri de bulunan altı sanıksa beraat etti.

‘Oğlan Kurtlar Vadisi seyreder, ondan olmuş olabilir’


Dilek ile Alper nikâh kıymıştı. Düğünleri 27 Ocak’ta yapılacaktı.
Malatya’da üniversite öğrencisiydiler. Mezhepleri farklı olsa da, yollarını birlikte çizmek istediler. Nikâh kıydılar. Dokuz gün sonra, 27 Ocak’ta düğünleri olacaktı. Ama 18’indeki Dilek ile 20’sindeki eşi Alper, 15 gündür toprak altında, ayrı ayrı mezarlıklarda yatıyor.
Dilek ve Alper, İnönü Üniversitesi İktisadi ve Ticari Bilimler Fakültesi’nde okuyordu. Dilek Sünni, sevdiği Alevi’ydi. Belki de bir heyecanla, acele bir kararla evlenmek istediler. Dilek’in ailesi istemedi.

Özdemir ailesi defalarca Dilek’i istemeye gitti, hep olumsuz yanıt aldı. İki genç daha fazla beklemedi, ailelerinden habersizce nikâh kıydılar.

Bunun üzerine iki taraf bir kez daha konuştu, iş tatlıya bağlanmış gibiydi. Nişan yapıldı, düğün hazırlıkları başlandı. Yıldırım nikâhını kimse duymadan, konu komşuya rezil olmadan çocukları düzgünce evlendireceklerdi. Dilek’in babası Şahin A. “Kız düğüne kadar bizimle kalsın” demişti.

Alper Özdemir, 3 Ocak günü öğle saatinde, annesi ve teyzesini de yanına alarak eşi Dilek Özdemir’i görmeye evlerine gitti. Düğün için yapılacakları konuşacak, tarih belirleyeceklerdi. Dilek’in halası, erkek kardeşi ve amcası arka arkaya eve geldi.

Dilek’in lise öğrencisi 17 yaşındaki erkek kardeşi A.A., eniştesinin evde olduğu haberini alıp geldiğinde çok sinirliydi. Üstüne yürüdü, eniştesine, cebinden çıkardığı tabancayla dört el ateş etti. Dilek, mutfakta kahve pişiriyordu. Mutfağa giden A.A. ablasına da kurşun yağdırdı. Dilek ve Alper Özdemir, kan kaybından öldü.

A.A. olay günü yakalandı. Üzerinden bir Browning marka tabanca, şarjör ve kurşunlar çıktı. Polislere “Silahı amcamdan aldım” dedi. Aile büyüğü amca Soner A. yeğenini azmettirdiğini inkâr etti.

Ama Alper’in acılı babası Hasan Hüseyin Özdemir, oğlunun olaydan önce Soner A. ve Dilek’in kardeşlerinden tehdit aldığını, bu sözleri ciddiye almadığını, mezhebi yüzünden canından olduğunu söylüyordu. Ailenin onları, “Kızımızı dışarıdaki köpeğe veririz de size vermeyiz” diyerek geri çevirdiğini anlatan baba Özdemir, şoktaydı: “Alper, annesi ve teyzesi düğün gününü belirlemek için kızın evine gittiler. A.A. Alper’in üzerine yürümüş, önüne geçen annesini kenara iterek ateş etmiş. Dilek’e eli kanlı kardeşi tarafından mutfakta ateş edildi. Evden aceleyle çıkan A.A.’yı halası ‘Kız daha yaşıyor’ diye uyarmış, kardeşi dönüp iki el daha ateş ederek ablasını öldürmüş.”

Kardeşi sinirlendi

A.A. ve amcası Soner A. tutuklanıp cezaevine kondu. ‘Acaba cinayet töreden mi, mezhepten mi?’ soruları yükseldi. Ailelerin uzlaştığını, hatta ortamı kendisinin yatıştırdığını söyleyen baba Şahin A.’ye göre olanların tek sebebi damadı. Alper, Dilek’e ailesine küfreden mesajlar atmıştı. Erkek kardeşi A.A. da sinirlenmişti. Baba Şahin A.’ya göre mezhep çatışması iddiası doğru değil: “Alevi-Sünni kardeşiz, ayrım yapmayız.”
17 yaşındaki oğlunun silah kullanmasına şaşırmamış görünen baba Şahin A., “Silahı nerden buldu bilmiyorum, babamdan kalma bir silah vardı, o olabilir belki. Bizimki bir kenar mahalle. Burada silah özenti halinde, çocuk Kurtlar Vadisi’ni de çok seyredermiş. Ondan olabilir” dedi.

Cinayetin doğusu, batısı yok

“Namus adına işlenen cinayetler Doğu ve Güneydoğu Anadolu’yla özdeşleştirilse de yüzde 23’ü Doğu ve Güneydoğu’da yüzde 19’u Marmara, yüzde 19’u Ege’de işleniyor.”
(Töre ve Namus Adına Cinayet İşleyen Suçlu ve Zanlıların Sahip Oldukları Toplumsal Değer Yapıları, Aile İlişkileri ve Kişilik Özellikleri ile Sosyoekonomik Analizi adlı çalışmadan. Doç. Dr. Mazhar Bağlı başkanlığındaki antropolog, sosyolog ve psikologlardan oluşan ekip 46 cezaevinde töre ve namus cinayeti işleyenlerle görüştü.)

Öfkeli kardeşle aynı odada...

19 yaşındaki Esra gece vakti telefonla konuştuğu için öldürüldü.
Birlikte uyudukları odada silahı ablasına doğrulttu, bir el ateş etti. 19 yaşındaki Esra Aksel cansız yere yığıldı.

Diyarbakır Huzurevler Mahallesi’ndeki bir evde iki kardeşin kaldığı odadan bir telefon sesi yükseldi. Tarih 2006 yılının 23 Aralık’ını gösteriyordu. Abla Esra Aksel, cep telefonunu açtı. Telefonun diğer ucunda erkek arkadaşı vardı. Telefon sesiyle uyanan 17 yaşındaki kardeşi Ahmet Aksel, ablasının konuştuğu kişinin kim olduğunu sordu ve cep telefonunu istedi. Abla Esra telefonunu vermek istemedi. İki kardeş arasında tartışma çıktı. Ahmet Aksel ablasına önce tokat attı ardından kemeriyle dövdü. Sonra ranzanın altındaki silahı çıkardı, ablasına doğrulttu. Bir el ateş etti. Ahmet Aksel silahta kalan beş mermiyi cebine koydu. Silahı ise vestiyerin içine sakladı. Abla Esra Aksel Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’ne kaldırıldı ama tüm müdahalelere rağmen kurtarılmadı. Kardeşinin itirafıyla Esra 19 yaşında ‘aile şerefine leke getirdiği için’ öldü.

Ahmet Aksel hakkında 1 Şubat 2007’de Diyarbakır Çocuk Ağır Ceza Mahkemesi’nde dava açıldı. Davanın iddianamesinde ailenin oğullarını korumaya çalıştığı anlaşılan ifadeleri de yer alıyordu. Anne Remziye Aksel ve kardeşler, Ahmet ve Esra arasındaki kavgayı ayırıp, Ahmet’i diğer odaya aldıklarını, sonra evde bulunan silahla Esra’nin intihar ettiğini anlatıyordu. Oysa olay yerinde yapılan incelemesi ailenin anlattıklarını doğrulamıyordu. İddianamede Ahmet’in cinayeti itiraf ettiği ve cebindeki beş kurşunu polise teslim ettiği de belirtiliyordu.
Esra Aksel’in erkek arkadaşı S.Ş de Esra ile telefonda konuşurken birden kesildiğini, tekrar araması üzerine telefonu bir kadının açması üzerine kapattığını anlatıyordu. S.Ş ardından telefonun çaldığını kim olduğunu sorduktan sonra kendisine küfür ve hakaret edildiğini, Esra’nın ablasının da onu tehdit ettiğini anlatıyordu.

15 yıl 6 ay hapis

Dava yaklaşık beş ay sürdü. Ahmet Aksel kasten kardeşini öldürmek suçundan ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanun’a muhalefetten 15 yıl altı ay hapis cezası aldı. Ailenin avukatı kararı temyiz etti. Ancak Yargıtay mahkemenin kararını onadı. Bu kez karar düzeltme talebinde bulunuldu.