Gündem

Murat Belge: Özkök'ün doğruyla, ilkeyle bir alışverişi yok

Ertuğrul Özkök’ün ''Duygusal Ricat'' başlığıyla yayımlanan yazısına değinen Taraf gazetesi yazarı...

04 Eylül 2011 03:00

T24 - Ertuğrul Özkök’ün ''Duygusal Ricat'' başlığıyla yayımlanan yazısına değinen Taraf gazetesi yazarı Murat Belge, Özkök'ün göre göre, bile bile, doğruyu gizlediğini, ifade ederek, "Özkök'ün doğruyla, ilkeyle bir alışverişi yok" dedi. 


Murat Belge'nin Taraf gazetesinde, ''Özkök’vâri özeleştiri'' başlığıyla (04.09.2011) yayımlanan yazısı şöyle: 


Özkök’vâri özeleştiri 

Işık Koşaner’in medyaya da düşen “kapalı oda konuşmaları”nda söylediği sözler, yayılacağını bilmeden yaptığı itiraflar Ergenekon Cephesi’nin zaten inandırıcı olmayan savunmasını iyice çökertti. Bu konuyu kendi çerçevesi içinde uzun uzun incelemek gerekiyor, ama ben bugün Ertuğrul Özkök’ün bu olay üstüne yazmak zorunda kaldığı “Duygusal Ricat” yazısı üstünde durmak istiyorum.

Özkök, ordusunu ne kadar sevdiğini anlatarak başlıyor. Buna göre “askerî darbelere karşı” olmuş hep. Ama “Türk ordusunun yüreğindeki yeri hep” başka olmuş –darbeleri yapan başka bir yerin ordusuymuş gibi. Böylece bugünlere gelmişiz ve şimdi “Ne yazık ki, Türk ordusu artık gözümde eski Türk ordusu değil.” Bunu hep birlikte bu noktaya getirmişiz: “bazı askerler... içerden”; “Başka bazıları ise dışarıdan; onlar bilinçli, yüzde yüz bilinçli darbelerle..” 

Yani bu ikinciler kötü niyetli insanlar. “Bilinçli darbelerle” Türk ordusunu yıpratıyorlar.

Niye böyle yapıyorlar acaba?

Akla gelecek ilk cevap “vatan haini oldukları için” türünden bir şey oluyor. Özkök de cümlelerini öyle bir anlam çıkacak şekilde kuruyor.

Yani, askerler bilerek veya bilmeyerek yanlış işler yapmış olabilirler. Ama bu “dışarıdan” olanlar zaten ve baştan kötü niyetliler

Yani, doğru olan, Ertuğrul Özkök gibi yapmak. Göre göre, bile bile, doğruyu gizlemek, yanlışı öne sürmek. 

Peki, Sonuç?

Sonuç, şimdilik (Özkök her an fikrini değiştirebilir tabii) hüsran! 

İlkin “Cengiz Çandar ve Mehmet Ali Birand’la ilgili andıç olayında” bir sarsıntı geçirmiş Özkök. “Onu son 4-5 yılda öğrendiklerim, ortaya çıkaranlar izledi. Darbe iddiaları, internet andıçları ve ötekiler.”

Şimdi, bu “ortaya çıkanlar”a yalan, yanlış, iftira demiyor Özkök. Nihayet, Işık Koşaner’in yalanlamadığı, “sonuna kadar arkasındayım” dediği sözlerden sonra, böyle demiyor. Peki, bu “ortaya çıkarılanlar”ı kim ortaya çıkarmış, kim duyurmuş? Burada o bilinçli kötü niyetliler devreye giriyor, “güya demokrasi getiriyorum bahanesiyle...” buyurmuş Özkök. İyi ama, onların dediği galiba doğru çıkmış. Üzüntüsünün nedeni bu değil mi?

Bir yanlışlık olmasın, bu işin içinde? Örneğin, “güya” ve “bahanesiyle” değil de, bu adamlar sahiden “demokrasi olmalı” diye bir şeyler söylemiş ve yapmış olamaz mı? Bunları söyleyince, bilmem kaç darbe yapmış (“ve ötekiler”e girmeden) bu ordudan sadece hakaret ve akıl almaz suçlamalarla karşılaşınca, bu yapıda ve bu zihniyette (Özkök kendisi, bunların “‘ben askerim, kimse bana bir şey yapamaz’ nobranlığıyla” böyle davrandığını yazmış) ısrar eden bir kurumun demokrasinin en büyük engeli olduğunu düşünemezler mi? Düşününce haksız mı olurlar? 

Kendi ellerinle “çakı gibi SAT komandoları” fotoğraflarını seç, kendi zevkin, kendi tercihin. Ama onları seçerken, bu kurumun demokrasiyle ilişkisi üstüne de beş dakika kafa yormak imkânsız mı?

Kurumun demokrasiyle ilişkisini olumsuz, sakat, sakıncalı ve tehlikeli bulanları “kötü niyetli” diye damgalayıp rahata ereceğine, söyledikleri sözün bir doğru yanı olup olmadığı üstüne de biraz düşünemez misin?

Ama Ertuğrul Özkök’ün böyle sorunları yok. Doğruyla, ilkeyle bir alışverişi yok. Şimdi, bütün bu olaylardan sonra, “Duygusal Ricat” başlıklı bir yazı yazmak zorunda kaldığında, hâlâ o “güya”ları, “bahane”leri, “bilinçli darbeler”i yazdıklarına yediriyor. Işık Koşaner konuşmasa da, bakmasını ve görmesini bilen için ortada bir sır yoktu, ama bu konuşma çıkınca artık laf dolandıracak, mugalâta yapacak imkân da, yer de, büsbütün kalmadı. Onun için bu “ricat”a geçti Ertuğrul Özkök ve “ricat” ederken, sevgili ordusuna “beni de kandırdınız” diye serzenişte bulunuyor. Gene, derdi, temize çıkmak. Oysa kandırıldığı filan yoktu, hiç olmadı. Her şeyi bile bile yaptı. Gene birilerine çatarak “ricat” geçmesi, asıl görevinin devam ettiğini gösteriyor. 

“Çölaşan’laşmak” diye bir laf bulmuş, belli ki bu da kötü bir şey. İyi de, Çölaşan, çölde falan değil, Ertuğrul Özkök’ün yayın yönetmeni olduğu Hürriyet gazetesinde, Çölaşan’laştı. Yönetmeninin “kuvvetli kalem” övgüleriyle (bu payeyi kazanan başkaları da var). Ama şimdi o adamın ipliği pazara çıkınca Özkök hemen onun sorumluluğunu da kendi dışında bir yerlere silkeledi. 

Daha bitmedi Ertuğrul Özkök’le işim. Düş kırıklığı yaratmaya devam edeceğim.