Taraf gazetesi yazarı Murat Belge, “Tayyip Erdoğan’ın söylemleri ve davranışları ile ‘işin doğrusu’ yalnızca kendisiymiş gibi” davrandığını belirterek “Erdoğan sanırım Kenan Evren’i de geride bıraktı. 12 Eylül döneminde her Allah’ın günü beş general yan yana dizilir, ortalarında Kenan Evren konuşur, o da “işin doğrusu”nu halkına anlatırdı. Erdoğan hayatın ayrıntılarıyla Evren’den de daha yakından ilgili. Üzerinde bir “kanaat” oluşturmadığı bir konu da galiba yok” dedi.
“Erdoğan, bir vesileyle “toplumun imamı” olduğunu ya da öyle sayılması gerektiğini beyan etmişti. Gerçekten de böyle gördüğü, böyle hissettiği belli. ‘İşin doğrusu’nu o biliyor. ‘Biliyor’dan öte bir durum. ‘Bilgi’ denilen olayda, ‘bilen özne’ ile “bilinen nesne” arasında bir mesafe olur. Erdoğan’ın durumunda böyle bir mesafe ortadan kalkıyor. Tayyip Erdoğan zaten ‘işin doğrusu’nun ta kendisi” ifadelerini kullanan Murat Belge’nin Taraf gazetesinde “İşin doğrusu” başlığıyla yayımlanan (13 Temmuz 2014) yazısı şöyle:
'İşin doğrusu'
Tayyip Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı seçiminde rakibi Ekmeleddin İhsanoğlu’na “saksı” diyerek işe başladı. Daha önceleri bir aralık askerliğin “yan gelip yatma” yeri olmadığını söylemişti. Şimdi, kendi Cumhurbaşkanlığı söz konusu olunca, bu makam için de benzer şeyler söyledi. Bunu söylemekle, mantıken, Abdullah Gül hakkında da bir değerlendirme yapmış oluyor. İhsanoğlu “saksı” olmaya adaysa, Gül de --anlaşılan o ki-- bir “vazo” olarak oturmuş Çankaya’da.
Ama şimdi Tayyip Erdoğan Çankaya’ya çıkacak ve işin doğrusu başlayacak.
“Taraflılık/ tarafsızlık” gibi konuları Tayyip Erdoğan çerçevesinde konuştuğumuzda, varacağımız nokta burası: Tayyip Erdoğan’ın “işin doğrusu” ile sözleşmesi var; Tayyip Erdoğan nerede, “işin doğrusu” da orada.
Düşünün, Abdullah Gül, şimdi Tayyip Erdoğan’ın olmayı planladığı tipte Cumhurbaşkanı olsa, yani hükümetin icraatına müdahale etse, gelen yasaları geri çevirse, “Başbakan” Tayyip Erdoğan ne derdi, ne yapardı? Ne diyeceğine, ne yapacağına karine teşkil edecek birkaç küçük örnek var zaten. Örneğin Gül, “Demokrasi yalnızca oy değildir,” yollu, gerçekten de doğru bir söz söyleyince Başbakan Erdoğan hemen, “Hayır! Oydur!” diye dikleniyordu.
Erdoğan sanırım Kenan Evren’i de geride bıraktı. 12 Eylül döneminde her Allah’ın günü beş general yan yana dizilir, ortalarında Kenan Evren konuşur, o da “işin doğrusu”nu halkına anlatırdı. Erdoğan hayatın ayrıntılarıyla Evren’den de daha yakından ilgili. Üzerinde bir “kanaat” oluşturmadığı bir konu da galiba yok. Şimdi Cumhurbaşkanı olarak birine “dövme yaptırma”, ötekine “içki içme” derken berikine de “daha iki çocuk yapman gerekiyor, geç kalmışsın,” diye yetişecek. Arada bir yaptığı gafı düzeltmeye veya bir aşırılığını dengelemeye yeltenen biri çıkarsa, onu da azarlayıp susturacak. Bir vesileyle, “toplumun imamı” olduğunu ya da öyle sayılması gerektiğini beyan etmişti. Gerçekten de böyle gördüğü, böyle hissettiği belli. “İşin doğrusu”nu o biliyor.
“Biliyor”dan öte bir durum. “Bilgi” denilen olayda, “bilen özne” ile “bilinen nesne” arasında bir mesafe olur. Erdoğan’ın durumunda böyle bir mesafe ortadan kalkıyor. Tayyip Erdoğan zaten “işin doğrusu”nun ta kendisi.
Yani olay gelip “keramet”e dayanıyor.
Cumhurbaşkanlığı adaylığını ilân ederken, geçmişte “balkon konuşması” diye adlandırılan söylem biçimine geri döner gibi yaptı ve “bütün toplumun Cumhurbaşkanı” olacağını söyledi. İyi de, Tayyip Erdoğan balkona çıkıp bunları söylüyor, balkondan indi mi bambaşka bir üslûpla var oluyor. Dolayısıyla da bu “kucaklayıcı olma” söyleminin inandırıcı bir yanı kalmıyor. Tayyip Erdoğan’ın asıl “taraf” olduğu nokta, kendisi! Partisine karşı tarafgir, eşine dostuna, ailesine karşı tarafgir olabilir de, olmayabilir de. Ama kendi doğru bellediklerine karşı, böyle bir mesafe koyarak bakması mümkün değil. En azından, bugünkü tavırlarıyla, mümkün görünmüyor.
Bu da, hepimiz için, tehlikeli bir durum.