Gündem

Mümin olmayanlar şeriattan neden korkuyor?

Yeni Şafak gazetesi yazarı Hayrettin Karaman, laik ülkelerde yaşayan insanların 'şeriat korkularını' köşesine taşıdı.

15 Şubat 2010 02:00

T24 - Yeni Şafak gazetesinin ilahiyatçı yazarı Prof. Dr. Hayrettin Karaman, laik ülkelerde yaşayan insanların 'şeriat korkularını' köşesine taşıdı. Karaman, "laik ülkelerde İslam'a göre ayıp ve günah olan davranışları serbestçe uygulayarak yaşayan insanların korkularının, şeriat düzeninin gelmesi halinde bu özgürlüklerin kısıtlanacağından kaynaklandığını" yazdı. Karaman, "şeriat yasaklarının müminler için mutluluk getiren yasaklar olduğunu, diğerlerinin ise mutluluğu bu dünyada hazzı serbestçe yaşamakta  aradıkları için şeriat yasaklarından korkmalarının tabii olduğunu" öne sürdü.

Hayrettin Karaman'ın Yeni Şafak gazetesinde "Din bir, şeriat çok mu?" başlığıyla yayımlanan (14 Şubat 2010) yazısı şöyle:

"Bu türden örnekler gösteriyor ki; herkesin kabul etmek zorunda olduğu evrensel bir 'İslam şeriatı' düzeni yok. Uygulanan şey; iktidarı 'şu ya da bu' biçimde 'ele geçiren' bir grubun; kendi anlayışları çerçevesinde uyguladıkları bir Müslümanlık ve gene kendi "kafalarına göre" koydukları 'İslami kurallar!'dır."


Evet böyle diyor akademisyen köşe yazarı.


Bugün İslam dünyasında –ve çoğu kere tarihte- olup bitenlere bakılırsa söyledikleri doğrudur. Ama teoriye ve olması gerekene göre baktığımızda din-şeriat ilişkisi yazarın dediğinden farklıdır.


Din, şeriat ve millet kelimeleri ilgili kaynaklarda "bir hakikatin ve mahiyetin çeşitli bakış noktalarından isimleri" olarak tarif edilmiş ve "ilâhî bir düzen" olması bakımından din, "insanların ferdi ve sosyal hayatlarında takip ettikleri yol" olduğu için şeriat, "belli bir insan gurubunu çerçevesi içinde topladığı için" millet denmiştir.


"Ümmetin hayatında uyguladığı kurallar bütünü" manasında şeriatın her zaman ve mekanda aynı olan tarafları yanında farklı taraflarının da olması bilgi ve uygulama farkına dayanmaktadır.


Bilgiden, "ictihad ve yorum farkı ile bilgi eksikliğini" kastediyorum. Vahiy Arapça olarak müminlere tebliğ ediliyor ve ilk muhataplarının uygulama ihtiyaçlarına detaylı olarak cevap veriyor, sonra gelenlere ise ana hatlar ve örnek uygulamalar dışında geniş bir ictihad alanı bırakılıyor. Bilenler ictihad ederek Allah'ın muradını keşfediyor ve açıklıyorlar, bilmeyenler bilenlerin açıklamalarına uyuyorlar. Ama hiçbir zaman "kendi kafalarına göre koydukları İslami kurallar" olmuyor. Kuralların İslami olmasının vazgeçilmez şartı "ya açık ifadeli vahye dayanması veya vahiyden ictihad ve yorum yoluyla çıkarılmış olmasıdır". Beşeri düzenlerde olduğu gibi ilahi bir düzende de ictihad ve yorum farkının bulunması tabiidir, ayrıca istenen bir şeydir.


Uygulama farkının, ehlince ve usulünce yapılan ictihad ve yorum farkına dayananı meşrudur.


Meşru olmayan, islâmi olmayan ise işi kitabına uydurmak için yapılan zorlama, usulsüz, sözde yorumlara dayanan veya doğru olanı bilerek terk etmek manasındaki eksik ve yanlış uygulamalardır.


"İktidarı şu veya bu biçimde ele geçirmek" uygulamadaki kırılmanın en tipik örneğidir. Bundan önceki iki yazıda sıraladığımız "İslamî düzenin kurucu unsurları"nı terk eden ve bu yüzden "meşru" olmayan ilk uygulama da Emevilerle başlayan saltanattır.


Laik ülkelerde İslam'a göre ayıp ve günah olan davranışları serbestçe uygulayarak yaşayan insanların korkuları, şeriat düzeninin gelmesi halinde bu özgürlüklerinin kısıtlanacağıdır. Şeriat düzeni ne kadar müsamahalı ve aslına uygun yoruma dayanırsa dayansın hem Müslümanlar hem de Müslüman olmayanlara yönelik bazı yasakların ve kısıtlamaların olması tabîîdir. Ancak müminlere göre bu yasaklar kısa ve uzun vadede faydalı olan ve mutluluk getiren yasaklardır. Ötekilerin uzun vade ile ilgili bir hesapları bulunmadığı ve mutluluğu bu "dünyadaki hazları serbestçe yaşamakta aradıkları" için korkmalarını da tabii karşılamak gerekiyor.