T24- Foreign Policy dergisinin hem editörü ve "The Net Delusion (Net Yanılsaması)" kitabının yazarı Evgeny Morozov, Arap dünyasındaki devrimin itekleyici gücü olarak gösterilen sosyal medyanın abartıldığını söyledi. Morozov, Mısır’da hükümetin internet bağlantısını kessmesine rağmen gösterilerin devam ettiğini, Libya'da sosyal medyanın gücünün var olmadığını ve 2009'da söylenilenin aksine İranlı'ların Twitter üzerinden örgütlenmediğini söyledi. Morozov, "Twitter ve Facebook'un demokrasi ve insan hakları türküsü söylemesi, aslında Amerikan tarzı kapitalizmin özünde ne kadar iyi bir şey olduğunu dünyaya anlatılması demektir" diyerek WikiLeaks dahil hiç bir sosyal medyanın otoriter rejimleri yıkamayacağını ileri sürdü.
Ezgi Başaran'ın Radikal gazetesinde yayımlanan (28 Şubat 2011) Morozov ile yaptığı röportaj şöyle:
Uzun süredir yeni medyanın demokrasi üstüne etkilerini araştırıyordu. Aslında bir siyaset bilimci. Stanford Üniversitesi’nde dersler veriyor. Prestijli Foreign Policy dergisinin hem editörü hem de derginin çatısı altındaki ‘Net Effect (Net Etkisi)’ blogunun yazarı. İnternetin karanlık köşelerinin otoriter rejimler tarafından nasıl tutulduğunu anlattığı ‘The Net Delusion- İnternet Bizi Nasıl Özgürleştirmez’ kitabı yeni çıktı. İran’la başlayan, Tunus ve Mısır’daki devrimlerle devam eden internet aktivistliğinin tam üstüne denk geldiği için çok konuşuluyor. Ona göre bu devrimlerin sosyal medyayla ilişkisini abartıyoruz. İnternetin veya WikiLeaks’in otoriter rejimleri yıkacağı filan yok.
Kitabınızda ‘siber-ütopyacılık’ diye bir şeyden bahsediyorsunuz, nedir o?
İnternetin sadece özgürleştiren bir doğası olduğuna dair naif inanç ve risklerini görmeye direnmek… Budur siber-ütopyacılık. Kökü 90’lara dayanır. O zamanlar dünyanın en prestijli üniversitelerine yerleştirilmiş eski hippiler internetin 1960’ların başaramadığı her şeyi başarabileceğine dair bir dizi argüman ortaya attı. “İnternet demokratik katılımı arttırır, can çekişen toplumlarda rönesansı tetikler, ortak hayat duygusunu güçlendirir” diyorlardı. Siber ütopyacılar Birleşmiş Milletler’in yeni ve geliştirilmiş bir versiyonunu yaratmayı hedeflediler ama ortaya dijital bir Cirque du Soleil çıktı. Bush hükümeti 2009’da Twitter’ı Nobel Barış Ödülü’ne aday gösterdi, olacak iş mi…
‘Siber-realist’ deyimi nedir peki?
İnternetin karanlık yönünü kavrayabilen ve Batılı şirketlerin sunduğu siber takip ve taciz teknolojilerinin otoriter rejimlere satılmasını eleştiren kişiler için kullanıyorum. Teknoloji, ne kadar iyi tasarlanırsa tasarlansın sonuçta insanlar ve siyaset tarafından yönetiliyor. Unutmayalıım.
Öyleyse siz internetin dünya siyaseti üstündeki etkisinin abartıldığını düşünüyorsunuz?
Hem evet hem hayır. Demokrasiyi yaymak konusunda rolü abartıldı ama dış politikayı değiştirme gücü yeterince anlaşılmadı. İki çok farklı şeyler. İnternetin oyunbozan bir doğası var ama bu, her zaman demokrasi getirir manasına gelmiyor. Olup bitene ‘Silikon Vadisi’ndeki kapitalistlerin pembe gözlüklerinden bakmayalım lütfen.
İyi ama Tunus, Mısır ve Libya örneklerinde Facebook ve Twitter’ın çok faydalı olduğunu görmedik mi?
Faydası oldu ama çok mu önemliydi? Sanmam. Kafası çalışan bir muhalif elbette sosyal medyadan yararlanır ama yararlanmasalardı da diktatörleri devirebilirlerdi. Mısır’da hükümet internet bağlantısını kesti ama gösteriler devam etti. Libya örneğinde de sosyal medyanın gücünden söz edilemez. Bana göre atlanan çok önemli bir detay var: Tunus ve Mısır devletlerinin internet kontrolü son derece zayıftı, 20’nci yüzyıldan kalma köhne bir yapıları vardı. Evet birkaç web sitesini kapatıp, blogger’ı tutukladılar ama Rusya ve Çin’de gördüğümüz tarzda siber saldırılardan, dijital propaganda ve takip sistemlerinden bihaberlerdi. Dolayısıyla Tunus ve Mısır’da internet bu sebeple fayda sağladı. Dünyanın geri kalanında işleyeceği anlamına gelmiyor. Muhalifler interneti kullanıyor ve devletler seyirci kalıyor zannetmeyin.
Twitter ve İran
İran hükümeti de interneti son derece sofistike yöntemlerle kontrol ediyor olmasına rağmen gençler Twitter’da yeşil devrim çağrısı yapıp örgütlenmediler mi?
İşte siz öyle sanıyorsunuz. 2009’da İran’da yaşanan, medyanın ve Batılı fikir adamlarının fantezilerini olmuş gibi göstermelerinden ibarettir. Gerçekte İran’daki protestolar Twitter üzerinden örgütlenmedi çünkü Twitter kullanan çok az İranlı vardı. Ama gazeteciler üşendikleri için rakamı kontrol etme gereği bile duymadılar. Twitter ve Facebook nedir? Amerikalı kapitalistler tarafından finanse edilen özel Amerikan şirketleri. Düşünürseniz, bu şirketlerin demokrasi ve insan hakları türküsü söylemesi, aslında Amerikan tarzı kapitalizmin özünde ne kadar iyi bir şey olduğunu dünyaya anlatılması demektir.
Facebook ve Twitter şirketlerinin böyle bir ajandası mı var?
Hayır elbette. Şu anda oyunun kurallarının Faceboook, Google ve Twitter tarafından belirlendiğini görelim diyorum. Çin, Güney Kore ve Japonya’da başaramadılar ama dünyanın geri kalanında ifade özgürlüğüne fayda sağlıyorlar. Çünkü devletlerin bu büyük şirketleri itip kakması, politikalarını dayatması o kadar kolay değil.
Ortadoğu’daki devrimin domino etkisini de sosyal medyayla açıklayanlar oldu. Yanlış mı?
Devrimlerin bulaşıcı olduğu 150 yıllık bir siyaset bilimi gerçeğidir. 1848’de Avrupa’da sosyal medya mı vardı ki devrimler yayıldı. Özellikle otoriter rejimler güçlerini bölgesel müttefiklerinden alır. Komşular düştüğünde onlar da düşer. O nedenle şu anda sosyal medyanın hiç de canlı olmadığı Libya’da olup bitenleri iyi incelemek lazım. Ortadoğu’daki devrimlerde bir itici güç aranacaksa, o sosyal medyadan çok El Cezire kanalıdır.
Otoriter rejimler sosyal medyayı nasıl kullanıyor?
Blogger’ları eğiterek ve onlara belirli bir ücret ödeyerek propaganda yapıyorlar. Muhaliflerin bilgisayarına casus yazılımlar(spyware) sayesinde nüfuz ediyorlar. Sosyal medyadaki diyalogları daima izliyorlar, muhalifleri ve bağımsız yayıncıları siber saldırılarla taciz ediyorlar. Çok yaratıcı olan diktatörler ise halkın kafasını karıştırıp, gerçek sorunları önemsiz kılmak için internet aracılığıyla eğlenceler, fuzuli sorunlar yaratıyorlar. Buna Latincede ‘panem et circenses ekmek ve eğlence’ taktiği denir. Halkın karnını doyur ve eğlendir, gerisi mühim değil! Örneğin benim memleketim Belarus’ta hükümetin sahip olduğu internet sunucuları müşterilerinin korsan film indirmelerine izin veriyor. Halk, oh ne âlâ derken, hükümet de asıl yapmak istediklerini yapıyor. Rusya ve Çin de bu işi mükemmel icra ediyor.
“Paralı propaganda blogger’lerı” ne kadar yaygın?
Azımsanmayacak kadar. Blogger’ların ve twit’çilerin diyaloğu birkaç ulusal aktörün tekelinden çıkardığı ve bir tür ademi merkeziyetçilik yarattığı doğru. Ama bu demek değildir ki siyasetçilerin ve büyük şirketlerin etkisine girip kullanılamazlar. 100 tane blogger’a rüşvet vermek, bir gazetenin yazıişlerini çıkarları için kullanmaktan çok daha kolaytakdir edersiniz ki. Bu işin çok ince ve başka taktikleri daha var. Örneğin Çin’de bir skandal patlak verdi. Hükümet hemen sansürlemiyor. ‘Halkın sesi’ kılığına girmiş blogger’leri kriz yönetimi yapsın diye internet sahasına sürüyor.
Demirperde.net
Hillary Clinton yakın zamanda Soğuk Savaş dönemiyle internet çağı arasında bir bağ kurarak “Yavaş yavaş bilgi çağının demir perdesi de iniyor” dedi. Katılmıyorsunuz anlaşılan?
Kitabımda bir bölümü Soğuk Savaş metaforlarının suiistimal edilmesine ayırdım. Blogger’lar ve Samizdat (Sovyetler’deki yeraltı basını) arasında gerçekte çok benzerlik yok. Örneğin Rusya, Çin ve İran’daki blogger’ların çoğu bırakın muhalif olmayı, rejimlerin kendisinden daha anti-demokratik ve muhafazakârlar. Clinton ve başka diğer ABD’li politikacılar ‘sanal duvarların’, Berlin Duvarı’nın yerini aldığını ima eden sözleri de yanıltıcı. Sanki o sanal duvarlar yıkılırsa, örneğin Çin’deki büyük firewall indirilirse, Doğu Berlin’de yaşananların benzerini yaşayacakmışız gibi… O sanal duvarları, yani otoriter rejimlerin internete koyduğu filtreleme sistemlerini aşsanız bile fazla ileriye gidemezsiniz.
WikiLeaks projesi
Ama WikiLeaks gibi ABD’nin bile kontrol edemediği bilgi akışları oluyor. İlerleme değil mi bu?
WikiLeaks tam bir siber-ütopyacılık projesi. Assange’ın ideali şuydu:
Ben sızan her şeyi internete koyarım, dünya fark eder ve ona göre davranır. Öyle olmadı. Cablegate’den (ABD Dışişleri Bakanlığı telgraflarının sızması) önce sitelerine koydukları birçok malzeme fark edilmedi bile. O yüzden bu kez sivil toplum örgütleri ve medya kuruluşlarıyla işbirliği yaptılar.
Demek ki gazeteciler ve kurumsal gazeteler olmadan bu iş olmuyor. Ayrıca Rusya ve Çin gibi ülkeleri doğrudan hedef aldıklarında, ABD’den gördükleri tepkinin kat be kat fazlasını göreceklerdir. O yüzden WikiLeaks’in otoriter rejimleri değiştirme gücünden şüphe ediyorum.
İnternet üstünden yapılan imza kampanyaları, Facebook’ta ‘Katıl’ butonuna basarak sanal olarak katıldığımız eylemler bizi politize mi ediyor pasifleştiriyor mu?
Dertlerini anlatmak için sosyal medyayı kullanan aktivistlerle, sadece sanal âlemde ses getirsin diye yaratılan kampanyaları birbirine karıştırmamak lazım. Mısır’dakiler katiyen online protestocular değildi. Mübarek’e karşı olduklarını anlatmak için sadece Twitter’daki fotoğraflarını değiştirmekle ya da Facebook’taki anti-Mübarek grubuna üye olmakla kalmadılar. Meydanlara çıktılar. Ama salondaki koltuklarından bu dediğim yöntemlerle politik bir aktiviteye girdiklerini sananlar var. Onların zaten hayatta bir karşılığı yok.
Kızdıran kitap
“Özgürlüğümüzü twit’le alırız” heyecanımızı kursağımızda bıraktınız…
Bu yanılgı üstüne kitap inşa ettim ben. Bir röportajda bunu başardıysam ne mutlu. Bu kitabı demokrasi aktivistlerinin dünyasından hareketle yazdım ve “İnternetin risklerini azaltarak demokrasiyi nasıl maksimize ederiz” sorusuna cevap aradım. İlk adım internet ve sosyal medyayla ilgili gerçekleri net olarak anlamak. Soğuk Savaş döneminden çıkardığımız yanlış dersleri internet çağını yorumlamak için kullanmamak. Yani kitabın başlığındaki ‘sanrıdan’ kurtulmak. Kitap, siber ütopyacıları çok kızdırdı. Bir yandan da ABD’deki birçok politikacı argümanlarıma büyük ilgi gösterip, ciddiye aldı. Özellikle Dışişleri Bakanlığı.