Gündem

MHP’li Halaçoğlu: Yavru vatan Kıbrıs elden gitmektedir!

"Türkiye’nin resmi toprakları olan 18 ada işgal edildi"

13 Ocak 2017 00:20

MHP Kayseri Milletvekili Yusuf Halaçoğlu, Gaziantep Bağımsız Milletvekili Ümit Özdağ ile Meclis'te düzenlediği basın toplantısında, Kıbrıs görüşmelerini gündeme taşıdı. Prof. Halaçoğlu, son siyasi gelişmeler yaşanırken "yavru vatan Kıbrıs'ın elden gittiğini" söyledi ve “Türkiye’nin sigortası niteliğinde olan ve Türkiye’nin Akdeniz’e kapısı durumunda olan yavru vatan Kıbrıs elden gitmektedir” dedi.

Toprak konusunda Annan Planı'nın da gerisine düşüldüğünü belirten Halaçoğlu, Kıbrıs'ta Türklere ayrılan toprağın fiili olarak yüzde 25'e düşeceğini anlattı. Türkiye'nin garantörlük hakkına dikkat çeken Halaçoğlu, "Aksi takdirde yeni bir Girit Adası benzeriyle karşı karşıya geleceğimiz kesindir." değerlendirmesinde bulundu.

Bağımsız Gaziantep milletvekili Ümit Özdağ, "Türkiye'nin, Türk milletinin ve Kıbrıs Türklüğünün menfaatlerini ihlal eden rezil anlaşma kabul edilir ve şehit kanlarıyla sulanmış topraklar Rum emperyalizmine terk edilir, KKTC yıkılır ve Kıbrıs ikinci Girit olma sürecine girerse ki girecek, o zaman orada bu sonucun ortaya çıkması için şehit olan Türk askerlerinin ve mücahitlerimizin neden şehit olduklarının sorgulanması gerekir” dedi.

 Özdağ: Bu anlaşma kabul edilirse ailemizin şehidini Gaziantep’e geri getireceğiz 

Özdağ, halasının oğlu Asteğmen Nafi Kıvanç'ın da Kıbrıs'ta şehit düştüğünü ve buradaki Boğaz Şehitliği'nde yattığını anlattı ve “Aile ile görüştüm ve bu anlaşma kabul edilirse şehidimizi adadan Gaziantep'e geri getireceğiz. Böyle rezil bir anlaşmaya imza atan bir yönetimin olduğu yerde şehidimizi bırakmayacağız" dedi.

"Türkiye’nin resmi toprakları olan 18 ada işgal edildi"

 

 Prof. Halaçoğlu ve Özdağ’ın basın toplantısı şöyle:

Bütün bunlar olurken, Türkiye’nin sigortası niteliğinde olan ve Türkiye’nin Akdeniz’e kapısı durumunda olan yavru vatan Kıbrıs elden gitmektedir. Bilindiği üzere Erdoğan Hükümetleri döneminde, hem Misâk-ı Millî sınırları içinde, hem de Türkiye Cumhuriyeti’nin sınırları içinde olup Türkiye’nin resmi toprakları olan 18 ada, Yunanistan tarafından işgal edilmiştir ve hükümetçe buna maalesef bir tepki gösterilmemiştir. Nitekim bu Türk adalarından biri Aydın İli sınırları içinde yer alan Marathi Adası’dır. Eski Başbakan ve halen AKP Milletvekili olan Davutoğlu’nun, bu yılın Ağustos ayı başında, Ege Denizi’nde tatile çıktığı ve bu Marathi Adası’nı ziyaret ettiği basında yer almıştır. Bu ziyaret, maalesef işgali meşrulaştırmıştır.

Halbuki Cumhuriyetimizin kuruluşu sırasında Milletler Cemiyeti'ne tescil ettirilen Aydın Marathi Adası, Yunan işgali altında olan 18. Türk adasıdır. Marathi Adası'nın Türkiye'ye ait olduğu hem 25 Ocak 1933 tarihli T.C. Resmi Gazete'de belirtilmiş hem de 1943 tarihli İngiliz ve 1951 tarihli Amerikan haritalarında gösterilmiştir. Buradan AKP milletvekillerine sesleniyorum. Siz bir kişiye sınırsız yönetim hakkı tanırken, mensubu bulunduğunuz partinin hükümeti, vatan toprağını terk ederek vatana ihanet suçu işlemektedir ve siz buna sessiz kaldığınızdan aynı suça iştirak etmiş olmaktasınız. Elbette ilelebet iktidarda kalmayacaksınız. Dolayısıyla unutmayın ki, bu konu öylece kapanmayacaktır. Sizi bir tarihçi olarak ikaz ediyorum. Hiç şüpheniz olmasın ki bu tür hesaplar kapanmadan tarih sayfaları da hiçbir zaman kapanmamıştır ve bu olaylar tarih sayfalarına geçmiştir.

Başta Ümit Özdağ ve İsmail Ok milletvekillerimiz olmak üzere 21 Aralık 2016’da bir heyetle Kıbrıs’la ilgili doğrudan bilgi edinmek maksadıyla Kıbrıs’ı ziyaret ettik. Ziyaretimizde eski Cumhurbaşkanı Sn. Dervişoğlu, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Başbakanı Sn. Hüseyin Özgürgün, Meclis Üyeleri, Kıbrıs Türkiye Büyükelçisi Sn. Derya Kanbay, Maliye Bakanı Sn. Serdar Denktaş ve nihayet KKTC Cumhurbaşkanı Sn. Akıncı ile görüşmelerde bulunduk. Cumhurbaşkanı Sn. Akıncı dışında bütün yetkililer Sn. Akıncı’nın kendi başına bir görüşme gerçekleştirdiğini ve kimseyle görüşmeden Rumlarla müzakereleri yürüttüğünü belirttiler. Sn. Akıncı ise yaptığı görüşmelerle ilgili bilgi aktardı.

Kıbrıs görüşmelerinde şu hususlar ön plana çıkmaktadır. 1- Toprak meselesi 2- Yönetim 3- Nüfus 4- Garantörlük meselesi Toprak konusunda maalesef Annan planı gerisine düşüldüğü görülmektedir. Kıbrıs Türklüğü şu an bedelini kan ile ödeyerek Ada topraklarının yüzde 36’sını elinde tutmaktadır. Ancak Rum tarafı Ada’nın yüzde 75’ine ve kıyı şeridinin de yüzde 60’ına sahip olmak istemektedir. Bilindiği üzere 1992’de “Gali Fikirler Dizisi” diye adlandırılan ve BM Genel Sekreteri ButroButros Gali başkanlığında yapılan müzakere sürecinde KKTC kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş ancak bir paket anlaşma çerçevesinde olmak üzere toprak düzenlemesinde yüzde 29’a inmeyi kabul etmişti. Paket anlaşma gerçekleşmediği halde o günden sonra Rum tarafı hep pazarlığa yüzde 29’dan başlamak istemiştir. Halbuki tüm konularda anlaşmaya varılmadan hiçbir konuda anlaşılmamış sayılması Kıbrıs müzakerelerinin ana prensibi idi. Şimdi Anastasiadis da pazarlığa yüzde 29’dan başlamakta ve Türk tarafını yüzde 25’e inmeye razı etmeye çalışmaktadır.

Halbuki Güneyde kalan Türk ve Türk Vakıf mallarının da dahil olacağı bir mal paylaşımının ve sınır belirlemesinin gerekli olduğu kesindir. Zira Kıbrıs adasının 3/1’i Türk vakıf arazisidir. Nitekim Sömürge İdaresi ile ortak Cumhuriyet Yönetimi’nin hâkim olduğu 1878-1974 döneminde, vakıf emlâkin önemli bir kısmı, vakıf kurallarına aykırı bir şekilde, Sömürge İdaresi, Merkezî Hükümet, Yerel Yönetimler, Kıbrıs Rum Kilisesi ve Kıbrıs Rum halkı tarafından gasp edilmiş bulunmaktadır. Dolayısıyla 100 yılı aşkın bu gaspın bedeli milyarlarca dolara ulaşmaktadır.

Yapılmış olan kısmî tespitlere göre; Lala Mustafa Paşa ve Abdullah Paşa Vakıflarına ait gasp edilmiş arazi 76.650 dönüm olarak belirlenmiş olup, bunun 35.743 dönümü kentsel; 40.907 dönümü ise kırsal arazi niteliğindedir. Her iki vakıfın toplam arazisi 90 bin dönüm civarındadır ve vakıflar “Mülhak” vakıf olarak kurulmuştur. Bilindiği gibi Mülhak vakıflar satılamaz, devredilemez, hibe edilemez ve zaman aşımından etkilenmez.

İkinci konu Dönüşümlü Başkanlık meselesidir. Bilindiği üzere Dönüşümlü Başkanlık Annan Planı’nda Rum heyetince kabul edilmişti. Şimdi yeniden müzakere konusu haline getirilmesi ve kabul ettirilmesi bir başarı olarak gösterilmemeli ve bundan taviz verilmemelidir. Aslında burada asıl önemli olan husus, Türklerin temsiliyetinin 1960’ın gerisine düşmemesi ve yönetimde yer alacak Türk temsilcilerin yönetime etki edebilme gücüdür. Bunu da belirleyen pek çok faktör vardır. Bunlardan biri oy kullanımıdır. Eğer Rumlar Kuzey’e yoğun şekilde yerleşim amacıyla geçecekse, seçimlere katılımları meselesinin ayrıntılarıyla düzenlenmesi gerekmektedir. Aksi takdirde Türk temsilcilerin seçilmesinde, Rum oylarının belirleyeceği bir demografik yapı oluşabilir ve bu da Türk temsilcinin Türkleri temsil etmesini doğrudan olumsuz etkiler.

 Garantörlük Hakkı ile bir kez oynadığınız takdirde, o artık bir uluslararası anlaşmadan kaynaklı bir hak olmaktan ve asli görevini yerine getirmekten çıkar. Bu sebeple eğer anlaşmada garantörlük kurumu bir şekilde sınırlandırılır ise yeni anlaşmada İngiltere ve Yunanistan yer almayacaktır ve bu daGarantörlük hakkının uluslararası niteliğini ortadan kaldıracaktır. İkincisi sınırlandırılmış bir hak, gerçek bir Garantörlük Hakkı’nın yerini tutacak olsaydı Rumlar bunun için ısrar etmezlerdi. Bunun kesinlikle kabul edilmemesi ve garantörlüğün asli şekliyle devam ettirilmesi gerekir. Aksi takdirde yeni bir Girit adası benzeriyle karşı karşıya geleceğimiz kesindir.

Bu sebeple Garantörlük meselesinin Beşli Konferans’ta masaya konulacak olması durumunda Türkiye üzerinde çoklu bir baskı kurulacaktır. Bu konuda önlemler derhal alınmalı, Türkiye’nin bu husustaki kararlığı tekrar gerçek bir samimiyetle ve ciddiyetle dile getirilmeli ve bu sözün de arkasında durulmalıdır.

Bütün bu tespitlerimizi paylaşmak ve gerekli önlemlerin alınması konusunda bilgi vermek düşüncesiyle Türkiye Cumhurbaşkanı Sn. Erdoğan’dan Kıbrıs konusunda bilgi vermek üzere 27 Aralık 2016’da bir randevu talebinde bulundum. Ancak bu randevu verilmedi. Bir milletvekili ve bu konularda çalışmaları olan bir bilim adamı olarak Türk Milleti’ne karşı görevimi yerine getirmek arzusunda bulundum. Bundan sonra Kıbrıs’la ilgili gelişmelerden sorumlu olmadığımı özellikle belirtmek istiyorum.