Muğla Üniversitesi Felsefe Bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Necdet Subaşı, bugün Zaman gazetesinde 'Mevta'yı nasıl bilirdiniz?' başlıklı yayımlanan yazısında, cenaze törenlerini inceleyerek, zamanla oluşan değişiklikleri, farklılaşma biçimlerini dile getirdi. Ancak ne olursa olsun herkesin sonunda cami kapısından geçeceğini belirten Subaşı'nın yazısında öne çıkan başlıklar özetle şöyle:
* Geçtiğimiz günlerde hayatını kaybeden DHKP-C'nin meşhur lideri Dursun Karataş'ın cenaze töreni, Türkiye'de dinin mevcut ağırlığının sanıldığından daha güçlü ve kuşatıcı olduğu gerçeğini bir kere daha gözler önüne serdi. Oldukça hareketli geçen yaşamını radikal din karşıtlığı üzerine inşa eden Karataş, son yolculuğuna pek çoğumuz için bir hayli şaşırtıcı gelebilecek şekilde uğurlandı. Törenlerde örgüt üye ve sempatizanları liderlerinin mirasına sadakat duyduklarını ısrarla vurgulayıp mücadelelerinin devamlılığı üzerine antlar içseler de sonuçta cenaze namazı kılındı ve defin işlemleri de İslami usullere göre gerçekleştirildi.
* Son yıllarda özellikle cenaze törenlerinde ortaya çıkan bir farklılaşma biçimi, toplumun ölüm ve ölüm karşısındaki tutumlarının ötesine sarkarak, ölüye karşı "son görev"in nasıl olması gerektiği konusunda da derin kimlik tartışmalarının açığa çıkmasına yol açmıştır. Yaşamını din dünyasında günahkâr sayılabilecek bir evren içinde sürdürenlerin dinî prosedürlerle uğurlanmayı beklemesi hiç de şaşırtıcı değil. Asıl şaşırtıcı olan din karşıtlığı aşikâr olanların öldükten sonra kendi cesetlerinin hangi çerçevede yolcu edileceğinin bedenin sahiplerince hâlâ bir karara bağlanamamış olmasıdır.
* Aslına bakılırsa sanki ateist bile olsa herkesin cenazesinin kılınmasında ilginç sayılabilecek yeni bir bilinç durumu söz konusudur. Ateist olanlar da sanki kendi ateistliklerini pek fazla ciddiye almamaktadırlar, bir tür çocuksu günahkârlık gibi tavır takınmaktadırlar. Dolayısıyla onları da mazur görmek gerekebilir.
* Cenazelerde slogan atmak, alkış tutmak da gün geçtikçe yaygınlaşan bir alışkanlıktır. Laik /seküler ilgilerle maruf olanların cenazelerinde siyasi hassasiyeti dışa vuran ana semboller arasında slogan atılmakta, alkış tutulmaktadır. Sloganlar da paradoksal bir şekilde çok kere şeriat karşıtı vurgular taşımaktadır. Dinsel ilgileri görece ideolojik kabullerle bütünleşmiş cenazelerde ise tekbir getirmek bir âdet halini almıştır. Yanı sıra şehitler ve diğer resmî cenazelerde de mevzuata uygun bir tören düzenlenmekte, törenler mevcut siyasi ortamın etkisine bağlı olarak şekillenmektedir.
* Din alanında yegâne doğrunun ne olduğu sorusu bugün giderek artan bir şekilde tartışılmakta ve bireysel tercihler manevi tatmin alanını kuşatmaktadır. Bu bağlamda geçtiğimiz aylarda İtalya'da hayatını yitiren devlet sanatçısı Leyla Gencer'in iki ayrı dinde cenaze töreninin yapılması, ardından da cesedinin yakılarak İstanbul Boğazı'na serpilmesi bu türden arayışlar arasında değerlendirilebilir.
* Cenazelerin ebedi istirahatgâhlarına gönderilmelerinde karşılaşılan bir başka olay ise, artık kadınların da bu törenlerde hazır bulunmaları, zaman zaman cenaze namazına da iştirak etmeleridir. Öte yandan geçmişte ancak dar elitist muhitlerde gözlemlenen ve cenaze namazına katılmak yerine o güne has kostümlerle tören alanında yerini almakla yetinen bir pratik de bugün bir hayli kabul görüyor.
* Müslüman olmadığını açıkça beyan etmemiş olmaları şartıyla tek tek herkesin cenaze töreninin, sonuçta İslami geleneklere göre yapılmasında genelde toplumun hemfikir olmasıdır. "Her Türk Müslüman'dır" şeklinde formüle edilebilecek bir kültürel-dinsel evren, son tahlilde camiyi bir geçiş kapısına dönüştürmektedir.
* Ancak bütün bunlar bir yana, kabul etmek gerekir ki Dursun Karataş'ın cenaze töreni, diğerlerine nazaran her bakımdan ilginç sayılabilecek bazı işaret, ima ve metaforlara sahipti. Cenaze önce Gazi Cemevi'ne getirilmiş, buradan da camiye götürülerek namazı kılınmıştır. Cenazenin cemevine getirilmesi kimi Alevi kurumlarınca tepkiyle karşılanmış, rejim karşıtlığı herkesçe bilinen bir kişinin onca müktesebatıyla ne diye cemevine getirildiği açıkça sorgulanmış ve tartışma konusu yapılmıştır. Burada ilginç olan bir başka husus ise Dursun Karataş'ın Alevi olmadığının herkesçe bilinmesidir. Sünni bir aileye mensup olan Karataş'ın cemeviyle olan bağı ne diye kurulmuştur? Üstelik öteden beri toplumsal gerilim üslerinden biri olarak lanse edilen Gazi Mahallesi'yle Karataş'ın siyasi mirası arasında kurulan bağlantı ne diye cemevi söz konusu olduğunda tartışılabiliyor da cami söz konusu olduğunda asla tartışılamıyor.
* Karataş'ın ölümünden sonra nasıl uğurlanacağı konusunda bir vasiyeti var mıydı? Bunu bilmiyoruz. Örneğin Aziz Nesin gibi, kendi duruşuyla çelişmemeyi göze alarak ailesine ya da sempatizanlarına bir vasiyet kaleme almış mıydı? Ancak hukuki ve ahlaki açıdan cenazenin nasıl kaldırılacağı hakkında son sözü söyleme hakkına sahip olan ailesinin, bütün o bildik Dursun Karataş portre ve imgesini altüst edecek şekilde, cenazeyi camiden kaldırmasındaki ısrarını anlamak için Türk toplumunun kimlik beyanlarındaki altüst oluşları bir yana bırakıp esas olana derinlemesine bakmak gerekecektir.
* Belki bütün bunların arkasında toplum nezdinde 'gavur' olarak anılmanın ağır ve yıpratıcı külfetinden kurtulma arzusu yatmaktadır.