Mehmet Altan*
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda adeta tüm dünya yöneticileri tarafından protesto edildiği için bomboş bir salona konuşan Tayyip Erdoğan ve uzantılarına dünya kesin bir yanıt almak amacıyla bir tek soru soruyor: ‘IŞİD’in yok edilmesini istiyor musun, istemiyor musun?’
Kıvırtarak topu taca atmaya çalışan cevaplarla karşılaşılıyor.
xxxxxxxxxxxxxx
Halifelik, Yavuz Sultan Selim‘in Memluk Devleti’ne son vermesiyle birlikte Osmanlı Devleti’ne taşınmıştı.
3 Mart 1924’de de Cumhuriyet tarafından lağvedilmişti.
Müslüman Kardeşler üzerinden Ortadoğu’ya yayılma, silahlı külahlı işbirlikleriyle Esat rejimini yıkma rüyaları kâbusa dönüşmüş olsa da, anlaşılan o ki bu rüyadan vazgeçmeyip, hala halifelik peşinde koşma gibi amansız bir sanrıya tutulma durumu var.
Zaten atama ile gelen oyuncak başbakanın siyasal kimliği de bu patolojik durumun zorla sürdürülme gayretinin bir ifadesi.
Washington’da dara düşünce radikal bir şekilde ağız değiştirilse de, IŞİD’e karşı harekete geçmek siyasal iktidara hala çok zor geliyor.
Çeşitli demeçlerle oyalanmayı tercih ediyorlar.
Ne ki durumun ve dünyanın beklemeye, oyalanmaya, hastalıklı rüya görülmesine zaman tanımaya vakti yok.
xxxxxxxxxxxxxxx
IŞİD, Ezidiler gibi kapı komşumuz Rojava’daki Kürtleri de topla tüfekle imha etmeye kalkışmış iken ağırdan almanın, salınmanın, ağır silahlarla saldıran IŞİD’e vakit tanımanın getireceği bir büyük fatura var.
Rojava, Kürt hareketinin en somut kazanımı olarak kabul edilirken, buranın zulümle yok edilmesi, barış sürecinde gelinen noktanın da kezzaplanması anlamına geliyor.
İçerde PKK ile görüşüp, Rojava’daki IŞİD katliamına böylesine duyarsızca ağırdan ve aldırmaz bir tutum takınmak, içerdeki gizli ve kuralsız alaturka müzakere sürecini yok etmekle kalmaz, Türkiye’yi acılı bir çalkantının da içine sürükler.
Rojava’da sıkıştırılan, bastırılan, geriye sürülen enerji Türkiye’de patlar.
Kürtler, Rojava’da özellikle de Kobani’de meydana gelebilecek olası bir gerilemenin sorumlusu olarak Türkiye’yi göreceklerini baştan beri söylüyorlar, birçok ülke gibi onlar da Türkiye’nin gizlice IŞİD’i desteklediğine inanıyorlar.
Rojava’daki Kürt özerkliğini IŞİD’le bastırmaya kalktığınızda, Türkiye’deki sürecin samimiyetine inanan tek bir Kürt bulamazsınız ve o öfke Türkiye’ye taşınır.
Patlamanın bu sefer dağlarda değil, Ortadoğu’nun yeni şartlarının da getirdiği değişimlerle şehirlerde olacağını hiç akıldan çıkarmayın.
‘IŞİD’i yenemeyen PKK Türk ordusunu mu yenecek’ saçmalıklarını piyasaya sürenler bu sefer bir ‘örgütle’ dağlarda değil, bir ‘halkla’ şehirlerde karşılaşacaklarını unutmasınlar.
Barış için Kobani’nin IŞİD’in eline düşmemesi de, Rojava’daki özerkliğin sağlıklı bir şekilde sürmesi de bu aşamada hayati öneme sahip gözüküyor. Bunu görmemek, halifelik hayalleriyle hala IŞİD’i arkalamak, Kürtlerin acısına sırtını dönmek Türkiye için bir felaket olur.
xxxxxxxxxxxxxxxxxx
Ortalığa saçılan resmi belgelerle her gün biraz daha vahimleşen 17/25 Aralık ‘yolsuzluk ve rüşvet’ sürecini buharlaştıracağım diye sivil darbeden ve ölçüsüz bir din sömürüsünden medet uman Ankara’daki çaresiz zevat, olup biteni okuma kabiliyetini çoktan yitirdiği için kaotik bir ortamda sallanıp duruyoruz.
Belki de körlük buradaki siyasal yönetimlerin ortak özelliği.
Tam yüz yıl önce İngiliz donanmasının izlemesinden kaçan Almanların, Goeben ve Bresleau adlı zırhlıları, Çanakkale Boğazı’ndan geçerek Türkiye’ye sığındı. Bu gemiler satın alınmış gösterilip, Türk bayrağı çekildi. Adları Yavuz ve Midilli olarak değiştirilmelerine rağmen gemilerin yönetimi Alman denizcilerde kaldı.
Ve Osmanlı Devleti, İtilaf Devletleri’ne (Birleşik Krallık, Rusya, Fransa) resmen savaş ilan etti.
Ardından da Osmanlı Devleti kayıplara karıştı.
O zaman da İttihatçı akılsızların yanlış hesapları, hırsızlıkları, baskıları, Enver Paşa’nın ‘dünya lideri’ olma hayalleri vardı.
xxxxxxxxxxxxx
Ankara’da içerde ‘gemi aslanı’, dışarıda ‘boş korkuluk’ şeklinde seyreden zihniyet, yüzüncü yılını yeni idrak ettiğimiz 1914 sonrasını toplumsal bir laboratuardan geçirmekten aciz olduğu gibi, 21’inci yüzyılı da okuma kabiliyetinden tümüyle yoksun.
Hâlbuki sınırları da dâhil Ortadoğu yeniden şekilleniyor.
Şark, Sanayi Devrimi’ni yakalayamadığı için bir sonraki çağı da kolayca yakalayamayacak gibi.
Hala din, ırk ve mezhep üzerinden kanlı bir cenkleşmenin kurbanıyız.
Türkiye’nin tüm bu çalkantıya karşı kendisine değer katan AB üyeliği gibi çok önemli bir can simidi vardı ama siyasal iktidar ‘Sünni-Müslüman’ liderlik saplantısı ile bu imkânı da bıçakladı.
Anlaşılan o ki hem Irak, hem Suriye ‘mezhepler’ üzerinden yeni bir toplumsal örgütlenmeye doğru yürüyor. Birbirini hasım görmeyen ve bir arada yaşayabilecek bir noktada denge sağlanacak. Bunun ne kadar zaman alacağını ise kimse bilmiyor.
Ancak bu yeni şekillenmenin en yeni ve önemli aktörü Kürtler.
21’inci yüzyıl, Ortadoğu’da Kürtlere geniş bir yer ayırmışa benziyor.
xxxxxxxxxxxxxx
AKP, dünya nüfusunun dörtte birini oluşturan ama dünya üretiminin ancak yüzde onunu gerçekleştiren Müslüman âlemine, AB üyeliği patenti ile ‘cumhuriyeti demokratikleştirerek’ çok önemli bir rol model olacak iken, aklını Sünni-Müslümanlık üzerinden Halifeliğe taktı ve ağır bir şekilde duvara tosladı.
O nedenle IŞİD’e çok daha yakın, Kürtlere ise çok uzak.
Bunun getireceği belaları göremeyecek kadar da kör.
xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx
Küreselleşmenin üzerinden dış politikayı okuyabilseler, demokrasi, insan hakları, piyasa ekonomisi ilkelerine sadık kalsalardı, hırsızlık, yolsuzluk, rüşvet, kara para aklama bataklığına batmasalardı, sivil darbelerle paçalarını kurtaracaklarını sanmasalardı, Suriye dâhil yakın gelişmeleri çok sağlıklı okuyacak, çok kalıcı bir başarı elde edeceklerdi.
Bugün ise kâbusa dönmüş eski rüyalarında ısrar ederek çoktan dolmuş siyasal ömürlerini daha da kanırtıyorlar.
Hem kendilerini, hem de muhteşem tarihsel imkânı heba ederek çöpe döndürdüler.
Dilerim, Kobani’de gözleri açılır da gittikleri yoldan geri dönerler.
Yoksa bu körlük ve çıkmaz sokakta sürat yapma çılgınlığı bütün ülkeyi dipten doruğa sarsacak.
*Bu yazı gazete360.com'dan alınmıştır