Mehmet Altan*
17 yaşındaki Mehmet Hıdır Tamboğa’nın annesi Zeynep Tamboğa çığlık çığlığa haykırıyor:
“Oğlumu kapımın önünde ayağında terlikle göğsünden vurdular.
Dilerim bu acıları bize yaşatan Erdoğan da aynı acıyı yaşasın…”
Biri 3 aylık, biri 1,5 yaşında, diğeri 3 yaşında 3 çocuk babası Kamuran Bilin’in amcasının oğlu Fatih Başlığ feryat figan sorguluyor:
“Kamuran kendi evinden dedesinin evine, onların bir ihtiyacı olup olmadığını sormak için çıkmış.
Ama keskin nişancı tarafından dedesinin evinin önünde vuruluyor.
Hastane hemen karşıda ama olaylar devam ettiği için hastaneye götüremediklerinden kurtarılamadı.
Kamuran marangoz ustası idi.
Evini güçlükle geçindiriyordu. Geride kalan eşinin, çocuklarının hali ne olacak? Bunun hesabını kim verecek?”
***
10 çocuğu olan, hamallık, amelelik, çobanlık yaparak evini geçindirmeye çalışan 58 yaşındaki Hamdi Ulaş’ın amcasının oğlu Şehmus Ulaş feryat ediyor:
“Hamdi Ulaş, kardeşinin evinin yakınında yangın olduğunu öğrenince oğlu ile birlikte yangını söndürmeye yardım etmek için gidiyor.
O sırada polis zırhlısından ateş ediliyor ve vuruluyor.
Hastaneye vardıklarında ise arabanın önü polis tarafından kesiliyor.
Önce araba taranıyor. Daha sonra şoför arabadan indirilip yerde tekmeleniyor.
Polisler daha sonra da arabanın arkasını açıp, yaralı olarak yatan Hamdin Ulaş’ı infaz ediyorlar.
Olayı hastanenin güvenlik kamerasının gördüğü söyleniyor ama polisler kayıtları alıp gitmişler.”
***
Bunları, Cumhuriyet Gazetesi’nde Silopi’de ne olup bittiğini anlatan Mahmut Oral’ın haberinden aldım.
Hala aydınlatılmayan ve muhtemelen de aydınlatılamayacak olan Suruç katliamından sonra Türkiye kanlı bir çarmıha gerildi.
Garip ve asla kabul edilemez bir şekilde infaz edilen gencecik iki polisin ölümünün ardından PKK’nın, polisin ve askerin şiddeti, kanlı bir girdap gibi kurbanlarını içine çekiyor.
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları olmalarına rağmen hükümet kararı ile Habur’da cehennem sıcağında bekletilerek uzunca bir süre yakınlarına verilmeyen cenazeler, Roboski’yi anımsatan Zergele bombardımanı, Hakkari’nin Yüksekova ilçesinde özel harekat timlerinin 5 Ağustos’ta bir şantiyeye yaptıkları baskında gözaltına aldıkları inşaat işçilerini ellerini arkalarından bağlayarak yere yatırıp hakaretler etmeleri ve bölgede iyice ivme kazanan polis infazları.
Ne oldu da ‘çözüm sürecinden’ bir anda ’devlet terörüne’ geri dönüldü?
Cevabı biliyoruz: Türk usulü başkanlık senaryosu duvara tosladı.
Şansını bir de insanları öldürerek denemek istiyor şimdi.
İnsanları öldürerek, ülkeyi yakarak, nefreti bileyerek ‘başkanlığa’ bir yol açmanın hesapları ülkeyi bu hale getirdi.
***
Türk usulü başkanlık hayalleri duvara toslayınca siyasal iktidar Apo’culukta demir atıp, Selahattin Demirtaş ve HDP düşmanlığına girişti.
Başbakan Yardımcısı Akdoğan, “HDP’nin seçimden önce barajı geçmek için yaptığı taktik amaçlı hamleler süreci bu noktaya getirdi. HDP’nin artık yol ayrımına geldiğini düşünüyorum. HDP bir terör örgütünü, terör eylemlerini kınamanın ötesinde bu örgütle ilişkilerini yeniden belirlemek durumunda. Yani bir elinde silah, bir elinde siyaset olmuyor” diyor…
Ve devam ediyor: “İmralı ile ilgili birimlerimiz görüşürler o ayrı bir şey. HDP heyeti görüşemez. HDP heyeti bu sürece ihanet etti ve Öcalan adına sürekli yalan söylediler. Öcalan’ı da istismar ettiler. Hangi aktörlerle nasıl olacak? Bunu da yeniden değerlendirmek gerekli.”
Birkaç gün önce de aynı kişi Apo adına görüş bildiriyor:
“Sürekli Öcalan adına yalan söylüyorlar. Öcalan başkanlık sistemine karşı, Öcalan Ak Parti’ye karşı… Külliyen bunlar yalan. Öcalan bunları yakalasa sopayla kovalar diye düşünüyorum.”
***
Bunları okuyunca, AKP’nin fanatik bir hale dönüşen Apo’culuğu ile takıntı haline gelen ‘Demirtaş ve HDP düşmanlığı’ çelişkisi çok daha iyi anlaşılıyor.
Akdoğan açıkça, “Apo, Erdoğan’ın başkanlığından yana, Demirtaş karşı” diyor.
Bu söyledikleri ne kadar doğru kimse bilmiyor ama AKP, ‘Apo, Erdoğan’ın başkanlığını destekliyor’ propagandasına Demirtaş’ın lanetlenmesini de ekliyor.
PKK’yı, PKK’nın kurucusu Apo’dan özenle ayırırken, Demirtaş’ı PKK’nın lideri gibi göstermeye çalışıyor.
Demirtaş, “herkes elini tetikten çeksin” diyerek ‘barış mitingleri’ düzenlerken, her gün şiddetini artıran AKP’nin ‘geçici’ hükümeti onu çatışmanın sorumlusu olarak sunmaya çabalıyor.
Bir de, Öcalan’ın MİT Müsteşarı Hakan Fidan’a “…PKK içinde Sünni, ben ve Murat Karayılan kaldı. Selahattin Demirtaş uluslararası bir projeydi. Cumhurbaşkanlığı seçiminde uluslararası güçler tarafından parlatıldı. Ben bu topraklardan çıktım. Milliydim. Selahattin Demirtaş’ı parlattınız. Artık gidin sorununuzu onunla çözün. Bir daha benimle görüşmeye gelmeyin” dediğini iddia eden haberler yayınlanıyor medyada.
***
AKP artık bir siyasi parti olmaktan çıkıp tümüyle Erdoğan’ın ‘emirerine’ dönüştü, halkla bağlarını her gün biraz daha kopartıyor.
Tek derdi, tek sorunu, yolsuzlukların üstünü örtüp, Erdoğan’ı ülkenin ‘tek ve tartışılmaz’ lideri yapmak, devlet hazinesini ve yargıyı Erdoğan’ın emrine vermek.
Halk bunu istemiyor.
İstemediğini de seçimlerde açıkça ortaya koydu.
AKP ve Erdoğan şimdi halkla inatlaşıyor, siyasetle ulaşamadığı amacına başka yollardan ulaşmaya uğraşıyor, HDP’yi siyasetin dışına atmayı hesaplıyor, bunun için Türk-Kürt düşmanlığını ölümler üzerinden keskinleştirmek için savaşı şiddetlendiriyor.
Kapısının önünde terlikle oturan genci, yangını söndürmeye giden on çocuklu adamı bunun için vurdurtuyor.
Bunun için ‘on sekiz bin lira verip çocuğunu askerlikten muaf tutamayan’ ailelerin yoksul çocuklarının her gün birer ikişer ölmesine göz yumuyor.
Bunun için ‘başkalarının’ evlatlarını ‘feda’ ediyor.
Bunun için, öldürdükleri her askerle, her polisle, HDP’nin ve Demirtaş’ın siyaset alanını daraltan PKK’yı Demirtaş’ın emrindeymiş gibi göstermek için propaganda bombardımanına girişiyor.
***
Bir siyasi iktidar, iktidarda kalabilmek için savaştan başka çare bulamaz hale geldiğinde, artık tükenmiş demektir.
AKP tükendi.
Halkın istemediği ‘başkanlık’tan başka bir davası, bir projesi, bir sözü yok.
AKP, Erdoğan’ın ‘emireri’ olmaktan kurtulmadıkça, ‘başkanlıktan’ başka bir amaca sahip olmadıkça zorbalaşacak ve ülkeyi kana boğacaktır.
Bu gidişat, ülkeyi çok kanlı, çok belalı günlere sürükler ama bu yoldan başkanlığa ulaşılamaz.
Bu ülkenin insanlarının, AKP’nin oynadığı bu korkunç oyunu gördüklerini ve AKP’yi sandıkta bir kez daha durduracaklarını düşünüyorum.
Bu halk, “biz çocuklarımızı sen sarayında otur diye ölüme göndermeyeceğiz” diyecektir.
‘Milliyetçiliğin’ arkasına saklanan ülkeyi iç savaşa sokma planlarına, bütün ülkenin nefretle bölünmesine, çocukların ‘feda’ edilmesine bu halktan izin çıkmayacaktır.
Toplum, gözü kararmış siyasetçilerin ülkenin çocuklarını kanlı oyuncaklar gibi kırıp atmasına izin vermeyecektir.
Bu cinayetleri ne kadar çabuk durdurursak o kadar çok çocuğu kurtarırız.
Barışın etrafında kenetlenmenin ve hazine soyguncularının cinayetlerine ‘dur’ demenin zamanı şimdi.
Bu yazı gazete360.com'da yayımlanmıştır.