Mehmet Altan*
Görünen o ki 7 Haziran seçim sonuçlarını beğenmeyip Türkiye’yi kana bulayarak zoraki seçim kazanma çıldırması işe yaramadı… Siyasal iktidar 1 Kasım seçimlerinde muhtemelen daha da ağır bir tokat yiyecek.
Derin siyasi analizlere girmeden sadece halkın güvenini ölçen ‘Tüketici Güven Endeksi’ndeki yuvarlanışa bakmak bile 1 Kasım’da kendilerini bekleyen akıbeti gösteriyor.
***
Çaresizlik nedeniyle de şiddet ve hileden medet umuyorlar.
Bir yandan, 17-25 Aralık’ta hırsızlık yaparken yakalanmaları üzerine Ergenekon ve mafya ile kurdukları ilişkileri devreye sokarak gazete bastırıp gazeteci dövdürtüyorlar…
Bir yandan da sandıklardan oy çalmaya hazırlanıyorlar. Daha doğrusu ‘çalmaya hazırlanıyorlardı’. Bunun için sandıkları taşımaya güveniyorlardı.
Ama rüzgâr döndü… AKP’nin ‘gidici’ olduğunu görenler artık eskisi kadar rahat hukuksuzluk yapamıyor. Yüksek Seçim Kurulu da hiç beklemedikleri bir şekilde sandıkların taşınması taleplerini ‘kanunda böyle bir düzenleme de, yetkimiz de yok’ diyerek reddetti.
Bu vesileyle, kanunda olmayan bir yetkiyi YSK’dan talep edenlerin ve buna öncülük edenlerin kimler olduğunu üşenmeyip araştırmanız halinde, devletteki AKP’li bürokrat kadrolarının kimliği açısından çarpıcı ipuçları elde edebilirsiniz.
YSK kararı, siyasal iktidarın 7 Haziran’da yitirdiği ama zorbalık ve şiddet kullanarak oturmaya uğraştığı koltuklardan düşeceğinin ifadesi olarak okunmalıdır, sandıkları taşıyarak oy çalma ihtimali böylece sıfırlanmış oldu.
***
Her türlü karanlık icraatlarının davasında olduğu gibi, Yargıtay’daki MİT davasına yayın yasağı koyarak, hırsızlıklarını yakalayanlara ‘darbeci’ üç kağıdıyla zülüm ederek içine gömülmeye devam ettikleri suç bataklığından kurtulacaklarını sansalar da rüzgar hem içerde hem de dışarıda çoktan döndü bir kere.
Her yerden bunun işaretleri geliyor… Örneğin Tahran’dan.
1979’daki İran İslam Devrimi’nin ardından kurulan ve devlete karşı işlenen suçların, uyuşturucu kaçakçılığı gibi davaların görüldüğü Devrim Mahkemesi’nde tutuklandıktan 630 gün sonra yargılanmasına başlanılan Babek Zencani’nin dünkü gazetelerdeki resimlerini gördünüz mü?
Bildiğiniz gibi Zencani, Türkiye’de 17 Aralık rüşvet ve yolsuzluk operasyonunda gözaltına alınıp tutuklanan ancak savcıların görevden alınmasından sonra 17 Ekim 2014’te hakkında ‘takipsizlik’ kararı verilen Reza Zarrab’ın ortağı olarak tanınıyor.
4 bin sayfadan fazla ekleri bulunan 237 sayfalık iddianamede büyük yolsuzluk ve sahtecilikle suçlanan Zencani’nin İran dışında Türkiye, Tacikistan ve Malezya’da para ticareti ve bankacılık faaliyetlerinde bulunduğu vurgulanıyor… İddianamede, Türkiye’deki Arap-Türk Bankası’ndan Tacikistan’daki Kont Bankası’na yapılan havalede sahtecilik iddiası da yer almakta…
Alman yargısının ağır cezalara çarptırdığı ve asrın dolandırıcılığı olarak nitelediği ‘Deniz Feneri’ davasının üzerini yüz kızartıcı dalaverelerle örttükleri gibi 17-25 Aralık dosyasının da üzerini kapatacaklarını sanıyorlar.
Ama yanılıyorlar…
Bırakın Avrupa’da bu dosyanın tüm ayrıntılarına sahip devletleri, İran’daki davadan çıkacaklar bile 1 Kasım sonrasında dava dosyalarını yeniden açmak için yeterli olacak…
***
Ortadoğu padişahlığı, halifelik rüyaları görerek IŞİD ile Suriye’de iktidar devirmeye kalkan şaşkınlık, ‘Emevi Camii’nde Cuma namazı’ hayali görecek kadar cahil ve öngörüsüz olmanın faturasını Türkiye’ye ödetmeye devam ediyor.
İran-Rusya koalisyonu Ortadoğu’ya bu şaşkınlar sayesinde yerleşti, şimdi orayı kendine göre sert bir şekilde dizayn ediyor, Ankara’daki zevat da sayıklama kabilinden söyleniyor.
ABD de Kürtlere doğrudan silah yardımı yapma kararı alarak, Kürt koridorunun oluşumunu hızlandırıyor.
Suriye’de demokrasiye ve Kürtlere sahip çıkarak bambaşka bir Ortadoğu ve bambaşka bir Türkiye yaratma ihtimalini elinin tersiyle iten bizim siyasi iktidar yüzünden Türkiye çoktan devre dışı bırakıldı… Koca ülkeyi ciddiye alan kimse kalmadı dünyada.
Çaldıkları paraları sıfırlamaya çalışırken Türkiye’yi sıfırladılar.
***
Göz ucuyla da olsa, New York’ta BM Genel Kurulu’na katılan Başbakan Ahmet Davutoğlu’nu izlediniz mi? ABD’li hiçbir yetkiliyle görüşemeyerek, Dışişleri Bakanı Kerry ile ayaküstü de olsa bir el bile sıkışamadan geri döndü.
Başbakan olduğu Ağustos 2014’ten beri bir kez bile Obama’yla telefonla dahi görüşemeyen Davutoğlu’nu Amerikalılar ‘yetkisiz eleman’ olarak görüyorlarmış.
Ancak ‘yetkili elemanın’ da aynı akıbete uğramamak için Birleşmiş Milletler açılışına gitmediği söyleniyor.
Sanırım artık muhtarlarla idare edecekler.
***
Hukuku, ekonomiyi, dış politikayı batıran AKP iktidarı şimdi bir şiddet dönemi yaratarak bütün toplumu baskı altına almaya çalışıyor.
Azınlıkta olmalarına rağmen Türkiye’yi şiddet yoluyla bir diktatörlüğe sürüklemeye uğraşıyorlar.
Güneydoğu’da ardarda sokağa çıkma yasaklarıyla, vurdurttukları çocuklarla, yaşlılarla, şehirlerde dövdürdükleri gazetecilerle, açtıkları davalarla, Erdoğan’ı her eleştireni hapislere attırarak yarattıkları terörden kendilerine yeni bir iktidar çıkartmaya çabalıyorlar.
Ama nafile.
Ne ‘devlet, Ergenekon, mafya şiddeti’, ne de sandıklarda hile umudu…
İşe yaramıyor, işe yaramayacak.
Türkiye AKP’nin iktidarını da, ‘başkanlık’ kılığında bir diktatörlüğü de istemiyor.
Neler yaptıklarını, neler yapabileceklerini bu halk çok yakından gördü çünkü.
1 Kasım’a çok az kaldı.
Paldır küldür gidiyorlar…
Bu yazı gazete360.com'da yayımlanmıştır