Temmuz sonunda iddianameyi okumaya başladığımda, doğrusu bu kadar uzun sürecek bir diziye girişmek gibi bir düşüncem yoktu. Niyetim, iddianamenin tümü üzerinde bazı genel gözlemlerde bulunup, ardından ağustos ayı için planladığım başka bir projeye yönelmekti.
Gelgelelim, okumaya başlamamla birlikte iddianame beni rehin aldı. Okuduğum her sayfa, karşıma çıkan her yeni belge, zihnimde yeri soruları tetikledi. Her sorunun yanıtı, başka soruların kapısını açtı.
Bu arada, ek klasörlerin açıklanmasıyla birlikte sanıkların ifade tutanakları ve ayrıca iddianamede atıf yapılan delillerin orijinal belgeleri de ortaya çıkınca iş yükü arttı. Ancak yüklenen suçlarla şüphelilerin savunmaları birlikte değerlendirebildiğim daha dengeli bir bakış geliştirebilme imkânı doğdu.
BAZI OLGULARI SONRADAN FARK EDİNCE
Hemen itiraf etmeliyim ki, okudukça ve dosyaların içine girdikçe, geçen ocak ayının sonundan bu yana Türk kamuoyunu meşgul etmekte olan ve sıkça hükümet-ordu ilişkilerini de rehin alabilen Balyoz soruşturması hakkında yeni çok şey öğrendim.
Bu konudaki haberler ilk kez ocak ayı sonunda yayımlandığında bu konuda 3-4 yazı yazmış, ilk kez Taraf’ta çıkan belgeleri dikkatli bir şekilde okumuştum. Ancak soruşturmanın genişlediği sonraki süreçte, özellikle gözaltı ve tutuklama dalgaları sırasında işin kazandığı boyutları yeterince yerli yerine oturtamamış olduğumu gecikmeli olarak anlıyorum.
Ve Balyoz soruşturmasının ana parametreleriyle ilgili bilgi eksikliğimin ve bazı yanlış algılarımın, dizinin başlangıcında bana kendimi bugün mahcup hissetmeme yol açan bazı hatalar yaptırdığını da sonradan fark ettim.
Örneğin diziyi yazmaya başladığımda, İstanbul’daki Birinci Ordu Komutanlığı karargahında 5-7 Mart 2003 tarihlerinde yapılan plan seminerine katılan askerlerin tümünün sanık olarak yargılandığını zannediyordum.
Oysa dosyayı daha derinlemesine kavramaya başlayınca, soruşturmanın öncelikli olarak Birinci Ordu’daki plan semineri üzerine odaklanmakla birlikte, seminer katılımcılarının yalnızca bir bölümünün iddianamede sanık olduğunu gördüm.
Buna göre, iddianamedeki 196 sanığın yalnızca 48’i seminer katılımcısı gözüküyor. Ayrıca Deniz Kuvvetleri’nin toplam 52 olan sanık sayısı, seminer katılımcılarını oran olarak geride bırakıyor. Ayrıca sanıklar arasında Kara ve Deniz Kuvvetleri’ne ek olarak Hava Kuvvetleri ve Jandarma’dan da çok sanık var.
DAHA İŞİN BAŞINDAYIM
İddianameyi detaylı bir şekilde inceledikçe, şüphelilere yüklenen suçlamaların kalıpları ve burada başvurulan hukuki ölçütler konusunda karşıma ilginç bir tablo çıktı. Çünkü, seminere katılan ve savcıların darbe hazırlığı olarak gördüğü senaryo üzerinde konuşarak katkı sunan, bu görüşleri iddianame metninde alıntılanan bazı generaller hakkında takipsizlik verilirken, üç aşağı beş yukarı benzer bir çizgide hareket etmiş olan başka generallerin sanık olarak yer aldığını gördüm.
Bir başkası tarafından hazırlanan imzasız bir bilgisayar çıktısında isminin karşısında “+” işaretinin konmuş olması keyfiyeti bir şüpheli için delil olarak dosyaya konarken, benzer bir “+” işaretinin soruşturulan başka bir general için suç isnadı oluşturmaması dikkatimi çekti.
Bu gibi başka örnekler de verebilirim. Kuşkusuz, burada verilen kararlar savcıların takdir hakkı içindedir. Bu şekilde davranırken muhakkak başka verileri de dikkate almışlardır diye düşünüyorum. Ancak dikkatli bir gözle taradığımda, zihnime takılan bu gibi durumları objektif bir saptama olarak not etmekten kendimi alıkoyamıyorum.
Balyoz iddianamesi, bir darbe davasının metnidir. Türkiye’de yargı tarihinin en önemli davalarından biri olmaya adaydır. Toplam 196 emekli-muvazzaf asker, sanık olarak hakim karşısına çıkacaktır. Bu kadar büyük bir davanın detaylı bir şekilde analiz edilmesi toplumun bilgilenme hakkı içindedir diye düşünüyorum.
Yarın çıkacak olan 28’inci bölümle bugüne kadar yazdıklarım ışığında Balyoz iddianamesinden şu ana kadar ne anladığımı değerlendirip, parantezi “şimdilik” kaydıyla kapatacağım.
Ancak bundan dosyadan çekilmekte olduğum gibi bir sonuç çıkartılmasın. Buraya kadar yazdıklarım bir genel giriş niteliğindeydi. Henüz Jandarma ve Hava Kuvvetleri’yle ilgili bölümlerin detaylı değerlendirmesine başlamadım. Daha doğrusu, Balyoz’da işin daha başındayım.
(Sedat Ergin/Hürriyet 8 Eylül 2010)