T24 - Diyanet Vakfı Kadın Merkezi Başkalığı görevinden alınan Ayşe Sucu, Diyanet'teki çalışma arkadaşlarına sitem etti. TürkTime adlı internet sitesinde kendi kaleminden bir yazı yayımlayan Sucu; " Düne kadar beni göklere çıkartan Diyanet’ten emekli birkaç isim bile, anlaşılan gazetelerde isimleri arzı endam eylesin diye, bilir bilmez, yalan ve iftiralarla bir gazeteye (vakit) beyanat bile verdiler. Hatta gönüllü çalışan, her fırsatta maddi-manevi katkıda bulunan yönetimdeki arkadaşlarıma bile iftira atmaktan geri kalmadılar." dedi.
Sucu'nun (4 ocak 2011) tarihinde yayımlanan yazısı şöyle:
Kamuoyuna Duyuru!
Bir haftadır yazılıp çizilenleri gördüğümde, çok ciddi bir desteğin yanı sıra, meğer alınmamı dört gözle bekleyenlerde varmış, bunu anlıyorum… Düne kadar beni göklere çıkartan Diyanet’ten emekli birkaç isim bile, anlaşılan gazetelerde isimleri arzı endam eylesin diye, bilir bilmez, yalan ve iftiralarla bir gazeteye (vakit) beyanat bile verdiler. Hatta gönüllü çalışan, her fırsatta maddi-manevi katkıda bulunan yönetimdeki arkadaşlarıma bile iftira atmaktan geri kalmadılar. Hâlbuki bu saldırılar şahısları aşmakta, kurumlara yönelik bir saldırı haline gelmektedir. Bu bir de din-dindarlık adına yapılıyor ise, Allah’a sığınırım.
Yorumlara baktığımda ise bazı okuyucular bana makam sevdalısı gibi ifadelerde bulundular. Bütün bunlara cevap vermek için bu yazıyı kaleme alıyorum. Niye görevden alındığımı net olarak biliyorum. Bunu açıklamamakta ısrarlıyım, tek nedeni hassasiyetlerimden dolayıdır. Balçiçek İlter Hanım’ın programında bunu söyledim.
Öncelikle kuruluşla ile ilgili kısa bir ön bilgi vermek istiyorum.
90’lı yılların başında, bir taraftan Müftülük bünyesinde yaptığım resmi görevim, dışarıdan ek derslere girdiğim Ankara İmam Hatip Lisesindeki öğretmenliğim devam ederken, diğer taraftan davet edildiğim Dostlar sitesinde bir gurup hanıma yönelik başlattığım küçük bir çalışmanın içindeyim. 15-20 kişiye başlattığım dersler ve seminerlere katılım birkaç yıl içinde iki-üç katına çıktı. Dolayısıyla bu çalışmanın evlerde yapılamayacağını, buna bir hüviyet kazandırmamız gerektiğini hanımefendilerle konuşur hale geldik. Arayışlarımıza bir vakfın başkanından cevap geldi ve bize mekânlarını kullanabileceğimizi söylediler. Ankara-Akay yokuşunda olan bu mekânda çalışmaları başlattık. Çalışmayı takip eden katılımcıların sayısı bir anda iki yüzlere çıktı. Özellikle çalışan, aktif ve yetkin konumdaki hanımların, dini, felsefi alanda birkaç saatlik veya haftanın birkaç gününü ayıracakları hizmet mekânlarına olan ihtiyaçlarını görmemek mümkün değildi… Bu çalışmayı Diyanet’e taşımak ve bu çatı altında faaliyetleri yürütmek, çalışmaların sağlıklı yürümesi açısından önem arz ediyordu.
Sene 1995… Dönemin Diyanet İşleri Başkanı ile yaptığımız uzun soluklu görüşmeler sonucunda bize bir küçük konferans salonu tahsis edildi. Haftada iki yarım gün, ve bir cumartesi tam gün olmak üzere yoğun bir şekilde çalışmaya başladım. Özellikle çalışan hanımefendilere yönelik gönüllü olarak yaptığım bu faaliyete katılım gün geçtikçe artmaya başladı.
İlk yaptığımız çalışmalar arasında, Kuranı Kerim derslerinin ve dini sohbetlerin yanı sıra temel kavramları ele aldık… Bir de özellikle karşılaştığımız güncel toplumsal sorunları…
İlgi çoğaldı. Lakin bütün gün konferans salonunda olmaktan dolayı oldukça zorlanıyorduk ve tekrar mekân arayışı içine girdik. Israrla yetkililerle görüşmeleri sürdürdük… Bu çalışmanın önemini ve gereğini görmelerini istiyordum.. Hemen ifade edeyim ki; kadın çalışmalarının kabulü noktasında oldukça zorlandım... Belki de zor olan “yeni bir şey” ortaya koymak idi… Zorluklar içinde yaklaşık iki yıl derslere devam ettik.
1996’nın son ayında nihayet sesimi duyurabildim. Gelip yerinde çalışmaları tetkik ettiler. Dönemin DİB başkanı Mehmet Nuri Yılmaz beni Vakfın genel müdürü olan Mehmet Kervancı beyefendiye yönlendirdi. Kendilerine projemi yani; Diyanet çatısı altında yapılacak ilk büyük kadın çalışmasını anlattım… Dikkatlice beni dinlediler. Destek vereceklerini ancak başarılı olup olunmayacağı noktasında rezervlerinin olduğunu söylediler. Bana güvenmelerini söyledim.
Yıl 1997… Bize Genel müdürlük Kızılay-GMK Bulvarında bir yer tahsis etti. Aramızda hukukçular, eğitimciler, hekimler, sosyologlar, iş kadınları vardı. Bizden istenen talimatnameyi hazırladık. Heyetten gelen onay ile çalışmalarımıza başladık.
Peki neydi bu çalışmalar? ( Hani bazılarınca dinle ilgisi yok denilen çalışmalar var ya!)
Öncelikle eğitim dedik. (Alak1) Çünkü eğitim öz güven demekti. Ötelenmek, ikincileşmek, hor görülmek kadının yazgısı olmamalıydı… Kadının eğitimi son tahlilde toplumun eğitimi demekti. Zihinlerdeki yanlışları bertaraf etmenin öncelikli koşullarından biriydi hiç şüphesiz eğitim.
Eğitim konusuna üç cepheden yaklaştık.
-Birincisi dinin doğru anlaşılması. Çünkü yanlış kanaatler, ön yargılar, hurafeler ile en çok kadın istismar ediliyordu, kadın incitiliyordu…
-İkinci husus Türkiye’nin temel meselelerine kadınların bakışı olmalıydı… Yani kadınların toplum meselelerine katılması ve hayata etkin bir şekilde müdahil olma meselesi.
-Üçüncüsü ise okuma yazma ve meslek edindirme kursları.. . Biliyorduk ki toplumumuzda eğitim ve iş hayatı yönünden kadın-erkek arasında hala önemli uçurumlar vardı.
Çalışmalarımız her geçen gün çeşitlendi… Yeni boyutlar kazandı.. Her faaliyet büyük ilgi gördü ama bu ilgi bize büyük sorumlulukları da beraberinde getirdi.
Türkiye’nin en önemli sorunlarını masaya yatırdık. Dini, tarihi, felsefi, sanatsal derslerin yanı sıra, toplumsal sorunları dikkate alan seminerler, konferanslar, sempozyumlar büyük ilgi gördü.
En önemlisi belki de bugün tartışılan KFM, statükonun dışına çıkıp, farklı bir konsepte, buna belki kentli İslam anlayışı demekte mümkün, hitap ettiği kitleyi oluşturdu. Her görüş ve düşünceden insanı bir araya getiren bu çalışma, tam da üzerinde odaklanılması gereken, bu gün toplum olarak pek çok sorunumuza cevaplar bulabileceğimiz bir tutum ve bakış açısıyla büyüdü.
Koltuk Sevdası Diyenlere!
Bilinmeyen birkaç noktanın da altını çizmek istiyorum. Öncelikle bu çalışmaları 2005 yılına kadar, gönüllü olarak, Vakıftan hiçbir ücret almadan yürüttüm. Bu arada Diyanet İşleri Başkanlığı’ndaki uzmanlık görevim sürdüğü için Mütevelli heyet bana iki görevimden birini tercih etmem gerektiğini söylediler. Ya Vakıf Kadın Faaliyetleri Merkezi ya da Diyanetteki resmi görevim. İstemeyerek beş yıl önce memuriyet hayatıma son verdim. Çünkü benim için Kadın Faaliyetleri Merkezi büyümesi gereken, Türkiye’nin ihtiyacı olan çalışma idi. Beni Vakıf Mütevelli Heyeti faaliyetin başına resmen atadı. Aldığım maaş ise iki bin yüz lira civarında idi. Cumartesi günleri ve bazı akşamları saat dokuza-ona kadar mesai yaptığım halde bu güne kadar hiç mesai ücreti almadım. Ayrıca bu merkezin müdürlüğü ne vakıf içinde ne de vakıf dışında kişiye hiçbir maddi ayrıcalık kazandırmamaktadır. Yani Kadın Faaliyetleri Merkezi için harcadığım zamanın fırsat maliyeti göz önüne alındığında maddi anlamda bana bir getirisinin olmadığı açıktır. Bunun yanı sıra Kadın Faaliyetleri Merkezi, Diyanet Vakfı’nda ki 9 müdürlükten sadece biridir. Bu merkezin müdürlüğünün bürokratik bir ayrıcalığı yoktur. Makam hırsı diyenlere ithaf olunur. Kadın Faaliyetleri Merkezi bugüne kadar yaptığı çalışmalar sayesinde Türkiye’nin en önemli kadın kuruluşlarından biri olmuştur.
Merkezin Bütçesi
Ayrıca, Merkez hükmi şahsiyet olmadığı için özel bütçesi olmayan bir birimdir. Harcama yapma ve harcamalarını finanse etme yetkisi yoktur. Yani; ne para toplama ne de harcama yetkisine sahiptir. Her birim gibi senede bir ya da iki defa teftişten geçer. Yönetim kurulundaki arkadaşlarımın hepsi gönüllü olarak, herhangi bir ücret almadan çalışmışlar ve hatta maddi desteklerini kurumdan hiç eksik etmemişlerdir.
Merkezden ayrılırken şahsi eşyaların dışında herhangi bir şeyi almanın mümkün olmadığını her resmi kurumda çalışan bilir. Her yıl birkaç kez demirbaş kayıtlarının tutulması Diyanet Vakfının titiz uygulamaları arasındadır. Şahsım ve yönetimde bulunan arkadaşlarım kendimize ait(şahsi) eşyalarımızı alarak ayrıldık. Hatta arkadaşlarımız, bizzat aralarında paylaşarak aldıkları yönetim odasındaki koltukları dahi bırakarak çıkmışlardır. Yalan ve iftira ile haber yapmak ne hukuka, ne ahlaka ne de İslam’a yakışır. Gazetelerde ve internet haberlerde çıkan asılsız haberlerle ilgili hukuki işlem başlatılacaktır.
Diğer bir husus görevden alındı ifadesidir. Görevden alınmalar, kurum içinde yapılır bu da son derece doğaldır. Hiç kuşkusuz makamlar gelip geçicidir, hiç kimseye oturduğu masalar kalmamıştır, kalmayacaktır da… Bana yapılan ise yeniden yapılanma denilerek vakıfla tamamen ilişiğimin kesilmesidir. Başarılı olduğum her fırsatta ifade edilirken, Diyanet Vakfı dışında başlattığım bu çalışmayı kuruma taşıyarak, sıfırdan üye sayısını on iki binlere çıkarttığım dikkatlere alınırsa, karşılık olarak, uygun görülen muameleyi vicdanlara ve nihai noktada Yüce Mevla’ya bırakıyorum.
Kamuoyuna saygıyla arz olunur.