Kültür-Sanat

Mario Levi: Yazarak bu dünyaya tahammül edebiliyorum

"Yalnız bir çocuktum; kendi kendime yetmeyi öğrendim"

21 Kasım 2015 14:06

Yazar Mario Levi, yazarak hayatını anlamlandırabildiğini söyleyerek, “Yazarak hayata tutundum. Şimdi de yazarak bu dünyaya tahammül edebiliyorum” dedi.

Hürriyet’ten Ayşe Arman’ın sorularını yanıtlayan Levi, yalnız bir çocukluk geçirdiğini, zamanla kendi kendine yetmeyi öğrendiğini söyledi. “Distopik bir dünyaya doğru yol alıyoruz sanki. Onun için yazıyorum işte...” diyen yazar, "muhafaza edilmeyi hak eden değerler olduğu sürece muhafazakârlığın doğru bir duruş olduğunu ifade etti. Levi, “Günümüzde kötü olan, yeniliğe kapalı tutuculuk. Daha da kötüsü tahammülsüzlük” dedi.

Siyasi kavganın en acımasız olduğu günlerde üniversitede olduğunu belirten Levi, “Yirmili yaşlarımdayken burada, topraklarımda, coğrafyamda kalmayı seçtim. Çünkü en çok burada kendimi var edebileceğime inandım. Şimdi olsaydı yine aynısını yapardım” diye konuştu.

Ayşe Arman’ın Hürriyet’te “Hayatlarımız birer oyundan ibaret” başlığıyla yayımlanan (21 Kasım 2015) Mario Levi röportajının ilgili bölümü şöyle:

Mario Levi, farklı bir roman yazmışsınız. İnsan okurken heyecanlanıyor. Bize neyi anlatmak istediniz?

Ben her zaman aramayı sevdim! Her romanımda da kendime farklı ifade yolları aradım. Vardığım yer, belki de yıllar önce başlamış bir arayışın sonucu. Ama amaç hiç değişmiyor. Sorular sormak, daha da önemlisi sordurtmak. Bu sefer, arayışa bir anlamda okuru da katıyorum...

Bu, yeni bir tür mü? Çok perdeli bir oyun, çok seçenekli finaller... Nedir bu türün adı?

Yeni bir tür demek çok iddialı olur. Romanın içinde bir kendini bulma ve var etme çabası diyelim. Bir de oyunlar söz konusu... Hatta oyun içinde oyunlar! Ama hayatımız, hayatlarımız da birer oyundan ibaret değil mi? Oyuna yüklediğiniz anlam önemli tabii burada...

Eğlendiniz mi yazarken?

Çok!.. Belli oluyor demek ki!.. Zaman zaman hüzünlendim de. Kahramanlarımla beraber güldüğüm kadar ağladım da... Yazarlık böyle bir şey zaten. Sahicilik böyle bir şey... Ama insan zamanın akışında, yaşananlara gülmeyi daha iyi öğreniyor. Eğlenebilmem bundan. İsterseniz buna bir çeşit savunma da diyebilirsiniz. Gülmek, devrimci bir eylem ya aynı zamanda...

Mario Levi'nin son kitabı 'Bu Oyunda Gitmek Vardı'

Sizin yazarlık kariyerinizde bu roman nereye oturuyor? Neyi temsil ediyor? Sizce nasıl bir yenilik?

Belki biraz daha yalınlaştı üslubum. Bunun yaşla ilgili olduğuna inanıyorum. Yıllar geçiyor ve birçok kaygınızdan yavaş yavaş sıyrılıyorsunuz. Kaybetmeyi de öğreniyorsunuz çünkü. Hata yapmayı da. Kısacası hayat size daha sade görünüyor. Ben sadeliğin, ustalığa mütevazı bir adım olduğunu gördüm galiba...

 

“Ne yaşayabiliyorsanız veya yaşayamıyorsanız ‘o’sunuz!”

 

Ne kadar otobiyografik öğeler taşıyor? Sizden parçalar hangi oranda?

Bu hikâyede anlatılanların hiçbirini yaşamadım. Daha açık konuşalım isterseniz. Bende Saffet’i aramayın! Ama o benim çok iyi tanıdığım bir insan. Bunu da mecazi anlamıyla söylüyorum. Böyle biri de geçmedi hayatımdan. Ama bu roman, bunlara karşın bayağı otobiyografik! Şimdi bu söylediğim az önce söylediklerimle çelişkiliymiş gibi geldi. Gelmesin. Ben her yazılanın otobiyografik olduğuna inanan yazarlardanım. Yaşananlar anlatılıyor anlamında söylemiyorum bunu. Yaşananlar bizi inşa ediyor. Yazdıklarımız da bu inşa edilme çabasının getirdiklerinden oluşuyor. Ne yaşayabiliyorsanız veya yaşayamıyorsanız ‘o’sunuz!

Biraz da geçmişe dönelim... Zor bir çocukluk mu geçirdiniz? Yalnız bir çocuk muydunuz?

Zor bir çocukluk geçirdiğimi hiç kimseden gizlemedim. Sadece yıllar geçtikçe bunu daha açık bir şekilde ifade etmeyi başardım. Evet, yalnız bir çocuktum. Bu yaşadıklarımın çok işime yaradığını ancak zamanla öğrendim. Bedeller ödedikten sonra. Bedel ödemeden gerçekler öğrenilmiyor. Kendi kendime yetmeyi öğrendim. Bunu yapamayan o kadar çok insan var ki...

Yazarlık sizi iyileştiren şey mi oldu? İlacınız edebiyat mı?

Kesinlikle! Yazarak hayatımı anlamlandırabildim. Yazarak hayata tutundum. Sait Faik’i örnek alarak söyleyeyim, yazarak çıldırmaktan kurtuldum. Şimdi de yazarak bu dünyaya tahammül edebiliyorum.

 

“Kötü olan, yeniliğe kapalı tutuculuk ve tahammülsüzlük”

 

Türkiye’nin giderek muhafazakârlaşmasına ne diyorsunuz?

Bütün dünya muhafazakârlaşıyor! Aslında burada ‘muhafazakârlık’ yanlış bir terim. Ben doğru muhafazakârlığın yeniliklere açık olabileceğine inanıyorum. Böyle olunca muhafazakârlık o kadar da kötü olmuyor. Muhafaza edilmeyi hak eden değerler olduğu sürece muhafazakârlık doğru bir duruştur. Günümüzde kötü olan, yeniliğe kapalı tutuculuk. Daha da kötüsü tahammülsüzlük. Bu gerginlik bizi hiçbir yere vardıramaz.

Azınlıklar seçim sonuçlarından sonra kendilerini daha mı sıkışmış hissettiler?

Sadece kendi adıma cevap verebilirim. Ben bu sıkışıklığı dünyanın her yerinde hissediyorum. Distopik bir dünyaya doğru yol alıyoruz sanki. Onun için yazıyorum işte...

Bu renksiz ortamda kurtarıcımız edebiyat olabilir mi? Sizin kitabınız dışında, bizi yukarı çekecek yazarlar önerebilir misiniz?

Kesinlikle doğru! Çivi çiviyi söker misali, Dostoyevski’nin romanlarını okuyun. Virginia Woolf’u okuyun, Mevlana’yı, Şeyh Galip’i, Turgut Uyar’ı okuyun. Yeter ki okunsun. Bu yaşadıklarımız biraz da kitapsızlıktan geliyor!

Her önüne gelen roman yazabilir mi?

Tabii ki yazar olmak o kadar kolay değil. Hatta hiç kolay değil! Hatta bazı tereddütleriniz varsa, yol yakınken dönün derim! Bu iş, tutkulu insanların işi. Sabretmeyi bilenlerin. Edebiyattan söz ediyorum tabii. Kitap yazarak meşhur olmak isteyenlerden değil!

Gençler gitmekten söz ediyor. Siz yirmili yaşlarınızda olsaydınız ne yapardınız?

Siyasi kavganın en acımasız olduğu günlerde üniversitedeydim. Yirmili yaşlarımdayken burada, topraklarımda, coğrafyamda kalmayı seçtim. Çünkü en çok burada kendimi var edebileceğime inandım. Hiç pişman değilim. Şimdi olsaydı yine aynısını yapardım.

Yeni Türkiye’de sizi heyecanlandıracak bir şey var mı?

Olmaz mı? Gençler. Kızlı erkekli hayata bir mizah penceresinden de bakmayı bilen gençler...


Röportajın tamamı için tıklayın.