Başbakan “IMF’ye borcumuzu erken ödeyeceğiz” demiş bu ne anlama geliyor?
Türkiye’nin 1999 ile 2008 yılları arasında IMF ile birlikte uyguladığı stand by düzenlemeleri aşağıdaki tabloda yer alıyor:
No
|
Tarih
|
Süre (Ay)
|
Tahsis (Milyon USD)
|
Kullanım (Milyon USD)
|
17
|
1999
|
36
|
22.707
|
17.726
|
18
|
2002
|
36
|
19.360
|
17.990
|
19
|
2005
|
36
|
10.060
|
10.060
|
17,18,19
|
Toplam
|
|
52.127
|
45.776
|
1 - 19
|
Toplam
|
|
56.942
|
49.557
|
Türkiye’nin 1999 yılı sonunda IMF ile başladığı ve 2008 yılı Mayıs ayına kadar uygulaması süren 17, 18 ve 19 numaralı stand by uygulamalarıyla IMF’den kullandığı desteğin dolar olarak karşılığı 45,8 milyar dolardır. Türkiye 1960 yılından itibaren IMF ile toplam 19 stand by düzenlemesi içine girmiş ve toplam olarak 49,6 milyar dolar destek kullanmıştır. Demek ki 1999 sonundan 2008 yılının Mayıs ayına kadar IMF’den kullanılan 3 stand by düzenlemesiyle alınan desteklerin toplamı tarih boyunca kullanılan stand by destekleri toplamının % 92’sidir.
Türkiye, IMF’den kullanılan stand by desteklerini, prosedür gereği, taksitler halinde geri ödüyor. 31 Ocak 2013 tarihi itibariyle Türkiye’nin IMF’ye kalan borcu (565 milyon SDR) yaklaşık 865 milyon dolardır. Bu miktarın 432,5 milyon doları 14 Şubat ve kalan 432,5 milyon doları da 14 Mayıs tarihlerinde ödenecek ve borç bitecektir.
Eğer Türkiye 14 Şubat’ta 432,5 milyon dolar yerine 865 milyon doların tamamını öderse erken ödeme yapmış ve borcunu erken kapatmış olacaktır. Ödemeler, kullanımlara göre daha uzun zamana yayıldığı ve daha küçük taksitler halinde geri ödendiği için 13 yıldan uzun sürmüştür. Mayıs ayında ödenecek taksitle bitecek olan borcu, bir taksit öne çekerek bitirmek ne kadar erken ödeme sayılır ve ne işe yarar takdiri okura aittir.
Merkez Bankası bağımsızlığı nedir? Niçin tartışma başladı?
Merkez Bankası’nın bağımsızlığı söz konusu olduğunda 4 tür bağımsızlık gündeme gelir: Amaç bağımsızlığı, araç bağımsızlığı, finansal bağımsızlık, kurumsal bağımsızlık. Amaç bağımsızlığı, merkez bankasının amacının ne olacağının seçimiyle ilgilidir. Günümüzde pek çok merkez bankasının yasasında bankanın amacının fiyat istikrarını sağlamak olduğu yazılı bulunuyor. Bu durumda merkez bankasının amaç bağımsızlığı gündemden düşer. Araç bağımsızlığı, merkez bankasının fiyat istikrarını sağlama amacına hangi araçları kullanarak varacağına ilişkin seçimin kendisinin karar vereceğini ifade eden bir bağımsızlıktır. Günümüzde merkez bankası bağımsızlığından genellikle araç bağımsızlığı anlaşılıyor. Finansal bağımsızlık, merkez bankasının finans kaynaklarını kendisinin belirlemesinin, siyasetin eline bakmamasının sağlanması anlamına geliyor. Finansal bağımsızlık olmadan ötekilerin sağlanması zordur. Kurumsal bağımsızlık, merkez bankası yöneticilerinin atanma, görevde kalma süresi gibi konuların açık ve net olarak yasayla belirlenmesi ve tartışmaya açık olmaktan uzak tutulması anlamına geliyor. Bu da yöneticilerin, siyasetten bağımsız kalabilmeleri için ön koşul olarak kabul ediliyor.
Eğer merkez bankasının amacı yasayla belirlenmiş yani amaç bağımsızlığı tanınmamışsa araç bağımsızlığı, finansal bağımsızlık ve kurumsal bağımsızlığın açık biçimde verilmesi gerekir. Finansal bağımsızlık ve kurumsal bağımsızlığın sınırları yasa ile çizilmeli ve ötesine karışılmamalıdır.
Merkez bankalarının amacı arttıkça, yani konu maliye politikasının alanına doğru genişlemeye başladıkça bağımsızlık da yavaş yavaş yitirilir. Bağımsızlığını yitirmiş bir merkez bankası siyasetin emrine girer. Bunun ilk sonuçları kredilerin kamu kesimi emrine tahsisi biçiminde gün yüzüne çıkar, sonraki sonuçları ise hükümetin isteğiyle para basmaya kadar gider. Türkiye, çok yakın zamana kadar kamu kesimini finanse eden bir merkez bankasına sahipti ve o dönemde Türkiye’nin enflasyonu iki haneliydi. O nedenle ben Stiglitz’in “krizde bağımsız olmayan merkez bankaları daha başarılı oldu” söylemine katılmıyorum. Stiglitz’in söylemine örnek olarak gösterdiği Çin ve Hindistan’da Yuan ve Rupi kurlarına baktığımız zaman dolara karşı en düşük tutulan döviz kurlarının bu ikisi olduğu görülüyor. Başarı buysa yarın kur savaşları başlayacak denmektir.
TCMB’nin “Merkez Bankasının Bağımsızlığı” kitapçığını yayınlamasının nedeninin asıl olarak banka üzerinde “faizleri düşürme” yönünde kurulan siyasal baskıya karşı bir tavır sergilemek olduğunu düşünüyorum. Srgilediği tavır nedeniyle TCMB’yi haklı buluyorum. Türkiye, geçmişte TCMB’nin bağımsız olmamasının sıkıntısını çift haneli enflasyon ve çift haneli reel faizlerle ödemiştir.
Kur savaşları ne anlama geliyor?
Bir ülkenin parasının öteki ülke paralarıyla eşitlendiği değerlere döviz kur ya da parite diyoruz. Örneğin 1 Dolar kaç TL eder diye sorduğumuzda bunun yanıtı 1,78 ise burada TL’nin Dolar kurunun 1,78 olduğu ortaya çıkıyor.
Burada sözünü ettiğimiz döviz kuru nominal yani görünürdeki kurdur. Reel döviz kur bundan farklı olabilir. Reel döviz kuru, iki ülkenin mallarının göreli fiyatıdır. Reel kur hesabı aslında bir anlamda satınalma gücü karşılaştırmasıdır. Reel kuru tam olarak hesaplayabilmek için ülkelerde üretilen aynı standartta birkaç maldan oluşan bir sepet yapmak gerekir. Bunu bulmak çok kolay değildir. The Economist Dergisi, Big Mac’in bütün dünyada aynı standartta üretildiğinden hareketle bir Big Mac indeksi düzenlemekte ve ülkelerin reel kurlarını buna göre hesaplamaktadır. Bu hesapta Big Mac’in asıl üretim yeri olan ABD’deki fiyatı baz kabul edilmekte ve diğer ülkelerde Big Mac’in satış fiyatları alınarak bu baz fiyatla karşılaştırılarak reel kurlar hesaplanmaktadır. Ocak 2013 itibariyle ABD’de Big Mac fiyatı (dört kentteki fiyatların ortalaması olarak) 4,37 dolardır. Aynı Big Mac, Çin’de (5 kentteki ortalama olarak) 2,57, Hindistan’da 1,67, Brezilya’da 5,64 dolara denk gelen yerel paralarla satılmaktadır. Euro bölgesinde ise Big Mac’in ortalama fiyatı 3,59 Euro ya da 4,88 Dolardır. Bu durumda Çin Yuanı (ya da renminbisi) dolara karşı % 41, Hint Rupisi dolara karşı % 62 düşük değerli, Brezilya Real’i dolara karşı % 29,2, Euro ise dolara karşı % 11,7 yüksek değerli durumdadır. Bu durumda Euro ile Yuan arasındaki çapraz kur farkı % 50’yi geçmektedir. Yani Çin’in Avrupa’ya mal satması çok kolay buna karşılık Avrupa’nın Çin’e mal satması o kadar kolay değildir. 2008’de küresel krizin Lehman Brothers olayıyla birlikte doruk noktasına tırmanmaya başladığı tarihten itibaren Japon Yeni değer kazanmış ve yakın zamana kadar da bu durum devam etmiştir. Ancak son dönemde durum tersine dönmüş ve Yen Dolara karşı biraz değer düşüşü yaşamıştır. Ocak 2013 itibariyle Japon Yeni Dolara karşı % 19,5 düşük değerlidir. Bu geri dönüşe karşın Japonya, Yen’in Dolara karşı zaman içinde değer kazanmış olmasından rahatsızdır çünkü ihracatı düşerken ya da yeterince artmazken ithalatı artmaktadır. Yeni Japon hükümeti Yen’in değerini daha da düşürmek ve Japonya’ya ihracat gücünü yeniden kazandırmak istemektedir. Kurlardan duyulan rahatsızlık son dönemde Euro’nun Dolara karşı hızla değer kazanması nedeniyle Avrupa’ya da sıçramış ve Fransa Euro’nun aşırı değerli olduğunu öne sürerek konuyu Euro Grup toplantılarına ve G20 toplantısına taşımaya karar vermiştir.
Kur savaşları deyimi, ihracatı artırmak, ithalatı sınırlamak için kendi paralarının değerini öteki paralara karşı düşük tutmak için girişilen çabaları ifade ediyor. Birkaç ülke paralarının değerini düşük tutarak dünya pazarındaki yerini genişletmeye yönelince öteki ülkeler de benzer hamlelere girişiyorlar. Karşılıklı adımların sonunda herkesin zarar göreceği aşamaya kadar gitmesi kur savaşlarının korkulan gelişim sürecini yansıtıyor. Bretton Woods Konferansının amaçlarından birisi de bu olayın dışticaret savaşları versiyonunu önlemekti. Bir ülke, cari açığını gidermek için ithalat kısıtlamalarına giderse öteki ülkeler de aynı yolu izlemeye başlayabilir ve bu durumda dünya ticaret hacmi küçülür. Kapitalizmin temel önermelerinden birisi “dünyada ticaret ne kadar artarsa refah da o kadar artar” olduğu için bu gelişmenin dünyada refahı düşüreceği düşünülmektedir. IMF, Dünya Bankası ve sonradan eklenen WTO bu tür ithalat kısıtlamalarına yol açacak gelişmeleri önlemek için dizayn edilmişlerdir. Günümüzde dışticaret savaşlarının yerini kur savaşları almış bulunuyor.
Ocak 2013 itibariyle Türkiye’de Big Mac fiyatı 8,45 TL’dir. O tarihteki nominal kurla bunun karşılığı 4,78 Dolar etmektedir. Bu durumda TL, Dolara karşı % 9,4 yüksek değerlidir. Ocak ayında TL’nin Dolar kuru 1 Dolar = 1,76 TL idi. Yani bu hesaba göre Ocak 2013’de TL’nin Dolar kurunun 1 Dolar = 1,92 TL olması gerekiyordu.
Burada ele aldığımız Big Mac kurunun sembolik bir anlamı olduğunu, dünyadaki kurları ve fiyatları bir sandviçle ölçmenin çok da anlamlı olmadığını belirtmekte yarar var. Çok anlamlı olmasa da sadece bu sandviç fiyatı, kur savaşlarından merkez bankası bağımsızlığına kadar birçok konuyu kuşbakışı da olsa anlamamıza yardım ediyor.