Karar yazarı Etyen Mahçupyan, hükümet kanadı tarafından da sık sık dile getirilen "Musul bizim Misak-ı Milli sınırlarımızın içinde olan bir yerdir" söylemiyle ilgili olarak "Kendi sesimizin coşkusuna fazla kapılmanın aldatıcı olabileceğini de akılda tutmak lazım. Misak-ı Milli sınırlarını hedef ilan eden bir yaklaşımın sorunlara gebe olabileceğini öngörmek zor değil" dedi. "O nedenle son dönemde ortaya çıkan abuk Batı karşıtlığını bir kenara bırakıp, gereksiz bir teslimiyete de düşmeden kendi çıkarlarımızı genel barış ve istikrar tasavvurunun parçası kılmaya çalışmamız lazım" diyen Mahçupyan "Bunun belki de ilk adımı siyasetteki ve yandaş medyadaki latent ulusalcılığın akılsızca olmak bir yana zararlı olduğunun görülmesidir" ifadesini kullandı.
Etyen Mahçupyan'ın "Misak-ı Milli hayali nasıl gerçek olur" başlığıyla yayımlanan (3 Kasım 2016) yazısı şöyle:
Büyük güçlerin geçen iki yüzyılda uyguladığı ‘böl ve yönet’ stratejisi kolaydı. Taraflar arasındaki husumet ve uzlaşmazlıklardan yararlanarak gerilim ortamı üretiliyor, her aktörle ayrı ilişki kuruluyor ve adım adım aralarında kopuş sağlanıyordu. Küresel çok kutuplu dünyada ise, sizden coğrafi ve kültürel olarak uzak bölgelerde bu strateji artık rakiplere yarıyor. ‘Birleştir ve yönet’ anlayışına geçmek gerek ama bu da çok daha ciddi emek ve bilgi istiyor. Oysa dış politika alemi böyle bir zihniyete alışık değil… Üstelik size ‘uzak’ olan o bölgeleri kendi çeşitlilikleri ve iç dengeleri içinde hakkıyla anlamanız da zor.
***
Ortadoğu’da ABD’nin durumu bu… Buna risk almak istememeyi de ekleyelim. Sonuç Ortadoğu’da en fazla söz sahibi olması gerektiği varsayılan bu gücün işlevini yerine getirememesi ve böylece bir ‘boşluk’ yaratmasıdır. Söz konusu boşluk ise, ahlaki kriterlere önem vermeyen ve yayılmacı bir tutum izleyen Rusya ve İran tarafından dolduruluyor.
Bu tablo Türkiye için bir açmazı ifade etmekte. İdeal durum ABD’nin kendi işini doğru yapabilmesiydi ama yapamıyor. Öte yandan Rusya ve İran ile gerçek işbirliği hayalleri kurmak sadece kendimizi aldatmak olur. Ancak Türkiye’nin kenara çekilip beklemek, olanı seyretmek gibi bir lüksü de yok. Ortadoğu’nun nasıl şekilleneceği Türkiye’nin belki bütün bir yüzyıl hangi sorunlarla ve avantajlarla yaşayacağını belirleyecek.
Dolayısıyla Türkiye doğruyu yaparak hem sahada hem masada olabildiğince sürekli ve etkili olabilmek için uğraşıyor. Bunu sağlamak üzere bir yandan bölgedeki ‘yandaş’ aktörlerin sayısını çoğaltmak ve onları güçlendirmek istiyor, diğer yandan büyük güçlerle ilişkilerini karşılıklı anlayış çerçevesine oturtmaya çalışıyor, bu arada da gerekirse tek başına inisiyatif almaktan çekinmeyeceği mesajını veriyor ve bunu sahada gösteriyor. Çünkü ipi elden kaçırırsak bir daha yakalamak zor ve maliyeti de çok yüksek…
***
Bu süreçte Türkiye’nin öncelikli amacı olası tehditlerin minimize edilmesi olmalı. Kaybedilebilir olanın maddi manevi ağırlığı, kazanılabilir olandan çok daha fazla. Karşımızda iki tehdit var… Kısa vadede ve daha taktiksel planda yeni bir göç dalgasına maruz kalmamız ve terörün azması. Uzun vadede ve stratejik açıdan daha önemli olan ise Ortadoğu’nun ‘yabancılaşması’. Hükümet bu tehlikelerin farkında ve şu ana kadar başarılı bir çizgi izliyor.
Ancak kendi sesimizin coşkusuna fazla kapılmanın aldatıcı olabileceğini de akılda tutmak lazım. Misak-ı Milli sınırlarını hedef ilan eden bir yaklaşımın sorunlara gebe olabileceğini öngörmek zor değil. Misak-ı Milli sınırlarına doğru fiziksel olmasa bile hegemonya anlamında bir genişlemeyi bu ülkede yaşayan herkes ister. Ama başkaları bunu niye istesin ki? Bizim Misak-ı Milli’miz varsa, başkalarının da var… Gerçekçi bakışı zorlayan bir tutum Türkiye’yi bölgesel bir koalisyon karşısında pratikte tek başına bırakabilir. Eğer yanımıza böyle bir gelişmeden kendisi için de yarar gören bir büyük gücü alamazsak başarı şansımız olmaz. Öte yandan elimizde çok fazla seçenek de yok. Zaten bölgede olan Rusya’nın buna ‘evet’ deme ihtimali olmadığına göre, ibrenin Batı’ya dönmek zorunda olduğu açık. Dolayısıyla bu türden bir ‘projenin’ başarılı olması ancak yanımıza ABD’yi alabildiğimiz takdirde mümkün.
***
O nedenle son dönemde ortaya çıkan abuk Batı karşıtlığını bir kenara bırakıp, gereksiz bir teslimiyete de düşmeden kendi çıkarlarımızı genel barış ve istikrar tasavvurunun parçası kılmaya çalışmamız lazım. Bunun belki de ilk adımı siyasetteki ve yandaş medyadaki latent ulusalcılığın akılsızca olmak bir yana zararlı olduğunun görülmesidir.