Gündem

Mahçupyan: AK Parti toplumu cemaatçiliğe dönmeye zorluyor, muhafazakâr kesim militanlaştı

"Bu ortamda seçilecek kişiyi 'tek adam' yapacak bir sistem değişikliğini tartışıyoruz"

02 Nisan 2017 14:15

Karar yazarı Etyen Mahçupyan, 16 Nisan'da halk oylamasına sunulacak anayasa değişikliği teklifiyle ilgili olarak "AK Parti toplum tasavvurunu taşımaktansa yeniden cemaatçiliğe dönmeye zorluyor" dedi. Mahçupyan "İslami muhafazakâr kesimin militanlaştığını" savundu.

Etyen Mahçupyan'ın "Cemaatçiliği aşamadık" başlığıyla yayımlanan (2 Nisan 2017) yazısı şöyle:

Sosyal medyanın militan aparaçiklerle dolması ve kişilik infazının yaygınlaşması beklenen bir sonuç. Medyanın bu denli hızla seviye kaybettiği, gazeteciliğin amigoluğa dönüştüğü, üniversite hocalarının bile kendilerini siyasetin emrine sundukları bir ortamda, sosyal medyanın çapsızlaşması kaçınılmaz. Çünkü zaten eleştiriye açık, haddini bilen, olgun bir kültürel ortama sahip değildik. AK Parti’nin ilk on iki yılında geçmiş ayak bağlarından kurtulmaya, birbirimizi tanımaya ve ‘normal’ görmeye başlamıştık. Türkiye yüz küsur yıl öncesinin gelgitli ortamından sonra ilk kez ‘toplum’ olma fırsatını yakalamıştı. Bütün kültürel ve kimliksel farklılıklarına rağmen insanların aynı eşit vatandaşlığı paylaştıkları ve bundan memnun oldukları bir birliktelik hali elimizi uzatıp tutacağımız kadar yakınlaşmıştı…

***

Bu açılımı taçlandıran hamle ‘Çözüm süreciydi’. Sadece duygu olarak değil, sistem olarak da ‘toplum’ olabilmenin zeminini oluşturma fırsatıydı. Ama bu süreçte paralel bir başka duygu daha güçleniyordu. Erdoğan’ın ‘ustalık’ dönemi olarak adlandırdığı, kafasındaki Türkiye tasavvurunu hızla hayata geçirmek istediği, bürokratik ayak bağlarından kurtulmayı planladığı, özgüvenin çok yükseldiği bir dönem… Ne var ki Gülen örgütünün girişimleri bu hayale sekte vururken, Rojawa hedefi de PKK’yı çözümden uzaklaştırdı. AK Parti güç dengesinde yalnızlaşırken önüne iki alternatif çıktı: Ya Meclis’i güçlendirerek meşruiyetini sağlama alacak, ya da salt toplumsal desteğine dayanarak sistemi zorlayacaktı.

AK Parti Kasım 2015 seçimleri sonrası net bir tercihle ikinci yola girdi. Ancak seçtiği yol aynı zamanda daha da yalnızlaşma ve ayrışmayı ifade ediyordu. Böyle bir ortamda toplumsal desteğin konsolide edilmesi ise tek bir anlama gelmekteydi: İslami muhafazakar kesimin ‘militanlaşması’… Kurtuluş savaşı, üst akıl, batı düşmanlığı, yayılmacılık, yerlilik millilik retoriğinin işlevi de bu oldu. Kısa zamanda Türkiye siyaseti kültürel iki kampa bölünmekle kalmadı, kültürel ayrışmanın temellendirilmesi de kaçınılmaz olarak kültürel farklılıkların kaşınmasını gerektirdi. Bunları kimin yapacağı konusunda ise sıkıntı yoktu… Medya zaten teşneydi ve gerisinde de fazlasıyla hevesli bir sosyal medya oluşmuştu.

Bugün bu ortamda, “seçilecek kişiyi ‘tek adam’ yapacak” bir sistem değişikliğini tartışıyoruz. Partiye, yasamaya, yargıya ve bürokrasiye tek başına hakim olacak biri… Bu kısa süreçte medyanın ve sosyal medyanın çığırından çıkması hiç şaşırtıcı değil. Oportünizmle bir yerlere gelmiş veya gelebilecek geniş bir kitle olaya ölüm/kalım meselesi olarak bakıyor ve ayrışmayı bilerek derinleştiriyor. Buradan büyük bir kavga üretmek ve o kavgayı kazanarak bunun meyvelerini yemek istiyorlar. Türkiye’yi belki de bir daha tamir edilemeyecek şekilde manen bölme pahasına…

***

AK Parti iktidarının ilk on küsur yılında laik ve muhafazakar cemaatlerin sınırları gevşemiş, geçirgen hale gelmişti. İki kesim arasındaki etkileşim ailelerde melezleşmenin, İslami kanatta bireyselleşmenin, laik cenahta ise ‘yumuşak’ dindarlaşmanın önünü açmıştı. Her iki taraf da kendi ideolojik kabullerine mesafe alma eğilimi göstermekteydi. Şu an tam tersi yönde gidiliyor… Her iki taraf kabuk sertleştiriyor, aradaki mesafe açılıyor, arada kalanlar hain ilan ediliyor ve bir barış projesi savaş bezirganlığına dönüşüyor.

Ancak bu kez ‘suç’ sadece diğer tarafta değil… Aynı tercihi muhafazakar kanat içinde yapanlar da var. AK Parti toplum tasavvurunu taşımaktansa yeniden cemaatçiliğe dönmeye zorlanıyor. Oysa bu ne AK Parti hareketinin gelmek istediği, ne de Türkiye’yi getirmek istediği noktaydı…