Zülfü Livaneli, Dışişleri Bakanlığı’nın, “Livaneli adaylık başvurusunda bulunmadı” açıklamasına cevap verdi ve UNESCO tartışmasının perde arkasını yazdı. İşte Livaneli'nin yazısı...
Aslında UNESCO meselesini yazmak ve uzatmak niyetinde değildim. Sadece küçük bir açıklamayla işi geçiştirmek istemiştim ama olmadı.
Dışişleri Bakanlığı’nın, “Livaneli adaylık başvurusunda bulunmadı” açıklaması, beni bu konuda bir cevap vermeye mecbur bıraktı.
Çünkü herkesin bildiği gibi hükümetlerarası kuruluşlara şahsen aday olunmaz.
Ancak hükümetler aday gösterebilir.
Türk hükümeti beni aday göstermeyi kabul edip sonra aradan çekilseydi bile seçilmemiz kesindi. Çünkü dünyadan büyük bir destek vardı.
Ama dünya, Türk hükümetinin kendi yurttaşını aday yapmama inadını kıramadı.
Mısır’la bu işin pazarlığı, Ekmeleddin İhsanoğlu’nun İslâm Konferansı Örgütü başkanı olarak görev süresinin uzatılması döneminde yapılmıştı.
Türkiye bu uzatma karşılığında Mısır adayını UNESCO başkanlığında desteklemek için söz vermişti.
Fakat Mısır adayı sonunda “kitap yakma” sözünü edince dünyada büyük bir reaksiyon oluştu.
Bizim hükümet Mısır’a, “Kusura bakmayın. Bu skandaldan sonra sizin adayınızın seçilmesini mümkün görmüyoruz ve kendi yurttaşımızı aday gösteriyoruz” diyebilirdi. Ama demediler ve Mısır’a sadakat göstermeye devam ettiler.
Sonunda akılda hayalde olmayan Bulgaristan aradan çıkıverdi.
Bakın, uluslararası gelişmeleri çok iyi izleyen Yasemin Çongar bu konuda Taraf gazetesinde neler yazdı:
“Amerika, Avrupa ve Asya’dan birçok devlet, UNESCO’nun kitap yakmaktan söz edebilen bir adama teslim edilmesine direndi. Arap dünyası ise ümmet dayanışmasını, kültürel değerlere ve demokrasiye üstün saydı, başka bir aday çıkarmaya yanaşmadı. Obama yönetimi, Hüsnü’nün adı etrafındaki kenetlenmeyi kırmak için Arap başkentlerini tek tek yokladı; nafile. Sonra, ‘Bari Müslüman bir aday için uğraşalım’ diye Türkiye’nin kapısını çaldılar; Zülfü Livaneli’nin adını zikrederek Ankara’ya UNESCO başkanlığına aday gösterip göstermeyeceğini sordular. Yine nafile. Ankara, ‘Livaneli çok iyi fikir ama Mısır’a karşı tavır alamayız’ deyip çıktı işin içinden. ABD’ye cevabında, diplomatik teamüle uyma kararlılığını ‘centilmenlik’ adına yücelten Türk Dışişleri, demokratik ilkelere sadakat göstermemesinin adını koyamasa da ‘Yahudi lobisine alet olamayız’ kabilinden veciz kelimeler, bazı diplomatlarımızın ağzından dökülebildi.”
İşte meselenin aslı budur.
Cumhurbaşkanlığı ve hükümet, meseleyi yanlış okudu.
Araplara karşı, Yahudi lobisi aday çıkarıyor zannetti.
Oysa sorun UNESCO ilkeleriyle, kitap yakarım diyen bir aday arasındaydı. Arap olmak bir engel teşkil etmiyordu.
Bugün Batı basınında, “Adayların hepsi tartışmalıydı” diyen ve sonucu eleştiren yazılar çıkıyor.
Böyle fırsatlar her zaman ele geçmez. Uluslararası makamlar için büyük mücadeleler verilir ve karşınıza çok güçlü adaylar çıkar.
Bu sefer talih Türkiye’nin yüzüne gülmüştü, zayıf ve tartışmalı adaylar vardı ama ne yazık ki Ankara durumu algılayamadı.
Bana adaylık vizesi vermedi.
Dün, Dışişleri Bakanlığı’nda çok üst düzeylerde görev yapmış emekli bir büyükelçi aradı ve “Senden bakanlığım adına özür diliyorum” dedi.
Ben de “Gerek yok” cevabını verdim. “Ben hiç kimseyi suçlamıyorum. Sadece Türkiye adına kaçırılan bu büyük fırsat için üzülüyorum.”
Cumhurbaşkanlığı danışmanı ve Dışişleri Bakanı da beni arayarak üzüntülerini bildirdiler. Bu durumda bakanlığın açıklaması biraz tuhaf kaçıyor.
Ama bakanlık yine bizim bakanlığımızdır, hafif bir buruklukla da olsa konuyu kapatıp, tartışmayı uzatmamakta yarar görüyorum.
Yoksa konu bizzat bakanla konuştuğumuz isimlere, kulislere, kimlerin telefon ettiğine, verilen cevaplara gelecek ki buna gerek yok.
İtiraf etmeseler bile onların da üzgün olduğunu tahmin ediyorum.