T24 - Birgün gazetesi Pazar ekinde her hafta arkadaşı Hakan Aksay'a yazdığı mektupları yayımlanan Rusya vatandaşı Nataşa, bu hafta "bavul ticareti" konusunu ele alıyor ve Rusların Türkiye'deki Laleli deneyimini yorumluyor. Türklerin "dürüst olmayan ticaret" ve "Rus kadınlarına karşı kaba tavır" yüzünden bindikleri dalı kestikleri yorumunu yapan Nataşa, Rusya'nın çeşitli kentlerinde olduğu gibi Laleli'de de "bavul ticareti" anısına bir anıt dikilmesini öneriyor.
Sevgili Hakan,
Senin ara sıra Moskova’da aradığın geçmiş günleri, ben de bazen İstanbul’un değişik köşelerinde bulmaya çalışıyorum.
Doğup büyüdüğümüz ve okuduğumuz yerler elbette bambaşka. Ama sanki daha bilinçli seçimimiz olan “ikinci hayatımız”ın mekânlarının, onların her birinin bize neler ifade ettiğinin ayrı bir önemi var.
Geçenlerde Sultanahmet’te gezdim. Biliyor musun, oradaki yollar, çay bahçeleri, camiler ve müzeler beni bambaşka bir diyara götürüyor. Günlük karmaşadan kurtarıp yüceltiyor. Arındırıyor.
Sonra ani bir kararla Laleli’ye doğru yürüdüm. Laleli, genellikle pek gitmediğim bir yer. Nedenini fazla düşünmedim. Ama galiba orada bulunurken pek mutlu değilim. (Belki de bu mektupla bunun nedenini arıyorum.)
Ben Laleli’yi dikkatle incelerken, o bana hiç aldırmıyordu. Her zamanki telaşındaydı. Mağazalar, oteller, sokak satıcıları, alış veriş yapan, para harcayan ve para kazanan insanlar…
Yine de sanki eskiye göre biraz daha sakinleşmiş, hatta hüzünlenmiş gibiydi Laleli. Belki de asıl hüzünlenen bendim.
Eskiden buraları Ruslar’la kaynardı.
Hay Allah, bak ben de artık Türkler gibi herkese “Rus” diyorum. Rusça konuşan herkese.
Hatta eski sosyalist ülkelerden gelen herkese.
“Bavulcular”dan söz ediyorum aslında.
Aşırı derecede “pratik” olan elbiseleri, hatta bazen eşofmanları ile hep hayatlarının sıradan bir gününü yaşar gibiydi “bavulcular”.
Dışarıdan bakınca kaba, köylü, cahil, aceleci, şaşkın… Hatta kültürsüz…
Çoğu yüksek öğrenim mezunu o insanların birkaç yıl içinde Laleli’de onlarca milyar dolar bıraktığına şimdi kim inanır?..
* * *
90’lı yıllar… Sovyetler Birliği ve duvarlar yıkılıyor… Halk şaşkın… Dükkânların rafları boş… Mal yok, pahalılık çok… İnsanlar çaresiz…
Yaşama özgürlüğünün bu kadar zor hale geldiği o günlerde, iki “garip” özgürlük ile tanışmıştık: Ticaret yapıp para kazanma özgürlüğü ve yurtdışına çıkma özgürlüğü… Her ikisi de geçmişte “var gibiydi”, ama aslında “pek yoktu”…
O güne kadar ticaretle hiç uğraşmamış insanlar, doktorlar, mühendisler, öğretmenler, avukatlar… birçok meslekten onlarca insan sessiz sedasız bir deneme yaptılar… Yurtdışına, alışveriş yapabilecekleri bir yerlere gittiler. Ve taşıyabileceklerinden de fazlasını alıp geri getirdiler. Getirdiklerini yerel pazarlarda ve dükkânlarda sattılar. Ellerinde o zamanın ölçüsüne göre epeyce para kalmıştı.
Bu sessiz deneme, aslında bir devrimin başlangıcıydı.
“Bavul ticareti” veya “bavul turizmi” denilen olgu bizim için böyle başladı. “Bavulcular”; kayıtsız, gümrüksüz, vergisiz, alabildiği kadar, yüklenebildiği kadar (kargo ile yollama daha sonradan çıktı) malı alıp uçakla, trenle, gemiyle ve arabayla Rusya’ya getiriyor, Rus gümrükçünün ağız kokusunu (bazen rüşvet kaprisini) çekiyor, sonra yine tren, otobüs ve arabalarla kendi kentine dönüyordu. Ve burada elindekileri satıyordu.
Türk ve Rus satıcılar ve alıcılardan polislere ve gümrükçülere kadar çekilen aşağılamalar bir yana, bazen Rusya’da yollarda ve pazarlarda “bavulcular”a saldırılar oluyor, malları ellerinden alınıyor, soyuluyorlardı. Hatta içlerinden birkaçı öldürülmüştü. Düşünün onca çileyi çekip kısa süre sonra paraya çevireceği malları memleketine kadar getirmişken…
Çok çile çekti “bavulcular”, anlatılamayacak kadar çok…
Bugün onlardan bazıları artık büyük işadamı… Çoğu yine ticaretle uğraşıyor, ama daha sakin şartlarda… Bir kısmı da emekli, “bavulcu emeklisi”…
* * *
Sevgili Hakan,
Belki sen duymuşsundur, ama sanırım Türkler’in çoğu bilmiyordur; Yekaterinburg’da, Belgorod’da, Blagoveşensk’te ve başka kentlerde, hem yalnızca Rusya’da değil, öteki eski Sovyet cumhuriyetlerinde de “bavulcular” için anıtlar dikiliyor (sana bazılarının fotoğraflarını iletiyorum).
O fotoğraflara bakarken gözlerim doldu. “Bavulcu” olarak yaratılan tiplere iyi bak! Aydın yüzlü, özverili ve eğitimli insanlar… 90’lı yılların çilekeş yurttaşları… Şimdi onların geçmişi anıt olup ölümsüzleşti.
Bu anıtlarda Türkiye’nin izleri de var. Çünkü Rusya açısından “bavul ticareti” deyince akla ilk gelen ülkeler Türkiye, Polonya ve Çin’di…
Rusya’da yaşanan 1998 finans krizinin ardından “bavul turizmi” zorlaştı, devlet her şeyi denetlemeye ve bütün kazançlardan vergi almaya başladı. Ayrıca Dünya Ticaret Örgütü’ne üyelik görüşmelerinin hızlanmasıyla birlikte “bavulcular”ın fazla yaşama şansı kalmadı…
Ama o anıtlar sanırım çok uzun süre meydanlarımızdan sessizce haykırarak bize bir şeyleri hatırlatacak…
* * *
O yıllarda bizim için ”bavul ticareti”nin dünyadaki ana merkezlerinden biri Laleli idi.
Ruslar’ın bu yolla Türkiye’de bıraktıkları yıllık para, resmi rakamlarla bile 7-8 milyar doları buluyordu.
Ama Türkler bindiği dalı kesti. Ve “bavul ticareti” daha ölmeden “bavulcular”ı küstürdü.
Bunun iki ana etkeni vardı bence: Birincisi, dürüst olmayan ticaret (Türkiye’den getirilen veya gönderilen mallar arasında birçok tek kollu ceket, tek bacaklı pantolon ve yakasız gömlek çıkmıştı o dönemde…). Ve ikincisi, Rus kadınlarına karşı kaba tavır.
“Bavul” için gelen Rusya yurttaşlarının ezici çoğunluğu kadındı. Nedenini anlayamıyorum. Acaba erkekler “içerde” çok mu meşguldü ve işleri başlarından aşkındı? Yoksa bu çok bilinmeyenli denklemlerden çekinip görevi kadınlara mı bırakmışlardı?.. Bilmiyorum.
Türkler, bu kadınları yine 90’lı yıllarda Türkiye’ye gelen fahişelerle karıştırdı. Ve bu yanılgısında oldukça ısrarlı davrandı. Hatasının sonuna kadar zevkini çıkarmaya çalıştı.
Yıllar geçip de artık çok geç olduğu anlaşılınca, Lalelili işadamları tarafından çıkarılan bir dergi gözüme çarpmıştı. Kapağında aynen şöyle yazıyordu:
- “I am sorry Nataşa!”
İlginç, değil mi? Özür dilerken bile hakaret etmeyi herkes başaramaz!..
* * *
Türkiye’ye “bavul ticareti” için defalarca gelen, şimdi büyük bir şirket sahibi olan bir arkadaşım o günleri gözleri dolarak anıyor:
- Aklımda en fazla kalan şey hep aşağılanmamız. Alışverişten gümrük kapılarına kadar, her aşamada... Bavullar çoğunlukla uçakların içine (de) konulurdu. Çünkü fazla yük için verilecek paramız yoktu. Çoluğun çocuğun rızkıydı bu. Çevreden hep küçümseyen bakışlar hissederdim. Evet, en kolayı bizi kınamaktı. ‘Görgüsüz Rus işte, ne olacak!’ demekti…
Evet, Hakan, Ruslar ticareti, kapitalizm denilen şeyi biraz da Türkiye’de öğrendi. Ve o ticaretin çarpık yanlarını da…
Ruslar Türkiye’de çok kazandı. Ama en az kazandığı kadar, Türkler’e de kazandırdı. (Buralarda bazılarının “Ruslar’ı biz adam ettik, onlara ticareti öğrettik” diye böbürlendiğini çok duydum. Bence birbirimizden karşılıklı olarak çok şey öğrendik. Ama öğrenemediklerimiz de kaldı maalesef...)
Laleli’de gezintim sonuçlanırken kendimi biraz daha rahatlamış hissettim. Sonuç olarak tarihten bir kesitti bu. Yaşanması gerekiyordu ve yaşandı. Her zamanki gibi, geride pek çok ders bırakarak…
Ama… Madem burada bir tarih yatıyor... Madem Laleli, Türkler’in Ruslarla ve öteki eski sosyalist ülke halklarıyla temel tanışma yerlerinden biriydi… Madem burada onca ter döküldü ve onca para ile deneyim kazanıldı…
Ne dersin, burada da bir anıt dikmek gerekmez mi artık? Rusya ve öteki ülkelerden gelen ve Türkler ile “bavul ticareti” denilen tarihi olguyu yaratan herkes için ölümsüz bir ant?..
Sevgiyle kal!
Nataşa