Kürt sorununu güvenlik penceresinden görmeye devam ederek 'açılım'ı içişleri bakanına devreden Erdoğan, sosyal adalet sözünden dönmüş oldu. Bazı Türk aydınlarsa, Türkiye tarihine büyük katkısı olan Kürtlerden sanki yeni keşfettikleri bir arkeolojik esermiş gibi söz ediyor...
Suriyeli Kürt yazar Hoşeng Ose ‘Kürt açılımı’nı Radikal’e değerlendirdi:
Bu adam yetenekli. Hakkında methiyeler ve şiirler düzülür. Manevra ve kurnazlığa yönelik şiddetli becerisi sebebiyle futbolcu da olabilir. Bazen kendisine ‘devletin kalecisi’ diyor. Bazen onu hücumun göbeğinde bulursunuz. Bazen de orta sahada veya kanatlarda. Fakat kalecinin kurnaz olması fayda getirmez. Türkiye Başbakanı Tayyip Erdoğan ne kadar da yetenekli. Zira gözleri yaşartan, yürekleri parçalayan etkili konuşmalar yapma noktasında korkunç bir güce sahip. Fakat Türkiye’de yapılan birçok siyasi ve kültürel konuşma daha ziyade baş ağrıtan, kulakları sağır eden, gözyaşı döktüren, duyguları harekete geçiren, gözleri kör eden ve basireti bağlayan ses ve sis bombalarına benziyor.
‘Kürtler var, Kürt halkı yok!’
Yetenekli adam Kürtlere açılımdan dem vuruyor ve kapıları, üzerine ağır kilitler koyarak onların yüzüne kapatıyor! Türkiye’de etnik, dinsel ve mezhepsel bir uygarlık mozaiğinden bahsediyor, Türkiye meclisinde büyük Kürt şair Ahmedi Hani’nin ‘mem-u zin’ dizelerine işaret ediyor, Şiwan Perver’i övüyor ve bir gün sonra “Türkiye tek halk, tek dil ve tek bayrak” diyor! Kürt sorununun barışçıl ve demokratik yolla çözülmesi projesini başlattığını, bu projenin kardeşlik, barış, sosyal adalet ve eşitlik projesi olduğunu ifade ediyor, sonra dosyayı İçişleri Bakanı Beşir Atalay’a teslim ediyor.
Yani Kürt sorununa hâlâ eskisi gibi güvenlik penceresinden bakılıyor.
Erdoğan’ın devletin Kürtlere ‘açılım’ını teröre son verme projesi olarak nitelemesi de bu durumu teyit ediyor. Erdoğan bu. Verdiği sözden dönüyor. Hatta sözlerine sahip çıkmıyor! Size onun yetenekli olduğunu söylemedim mi! Şu Arap atasözü kendisine ne kadar da uygun: ‘Gecenin sözlerini gündüz siler’. ‘Çoban ve kurt’ hikâyesi de Erdoğan’a uyar!
Türkiye’nin aydınları da Erdoğan’ın manevra yeteneklerinin ustalığının pek dışında kalmıyor. Onlar da Kürtlere açılım istiyor. Türkiye’de Kürtleri ‘keşfetmeleri’ hakkında yazıyorlar. Babaları Kürt bölgelerinde memur veya subaymış, Kürt komşuları varmış, bir gün araçlarıyla yoksul bir Kürt köyünden geçmişler, okul sıralarında Kürt arkadaşları olmuş! Yani Kürt dosyasıyla, sanki konu kendilerini hiç ilgilendir-miyormuş gibi, Türkiye’nin Kürtlere yönelik savaşının uzamasına aydın ve gazeteci olarak hiç katılmamışlar gibi üst bakışlı bir ilişki kuruyorlar.
Türkiye’deki Kürt varlığı ve bu varlığın siyasi, kültürel ve sosyal rolü hakkında sanki arkeolojik bir eserin veya unutul-mak üzere olan bir kültürün ayrıntıları keşfediliyormuş gibi konuşuyorlar! Türk aydını Kürtlerin Türkiye’nin geçmişi ve şu anındaki izlerini düşünürken sanki istemeye istemeye, korkuyla veya kafasına doğrultulmuş bir silah varmış gibi konuşuyor! Dolayısıyla aydınlar çok geçmeden Erdoğan ve Başbuğ’un ‘teröristlerin lideri ve terörist örgütle görüşmeyeceğiz’ sözlerini tekrarlıyor. “Kürtler var, ancak Kürt halkı yok! Kürtleri bireysel olarak seviyoruz ve cemaat olarak sevmiyoruz! Parçalanmış olarak seviyoruz, birlik halindeyken sevmiyoruz. Bir Kürt’ün ana dilini öğrenme hakkı vardır ve Kürt halkına ana dillerini öğrenme hakkını anayasa yoluyla temin edemeyiz” diyorlar.
İrlanda deneyimini unutmayın
“Kürtlerle diyaloğa evet ama PKK’yla diyaloğa hayır” diyorlar!? Güzel. Peki bu durumda Türkiye 25 yıl boyunca hayaletlerle mi savaşıyordu? Kendilerine sormuyorlar: Acaba İsrail ‘terörist’ Filistin Kurtuluş Örgütü’nü ve ‘terörist’ lideri Yaser Arafat’ı Filistin halkından ayırmakta başarılı oldu mu ki, Türkiye Kürtleri PKK’dan ve liderinden ayırmakta başarılı olsun? Güney Afrika kimle görüştü? Bir ‘terörist’ olan Nelson Mandela’yla değil mi? İrlanda kimle görüştü? Terörist ve teröristlerin lideri Gerry Adams’la değil mi?
Türkiye’deki sorun, hiç kimsenin kendisini aynada görmek istememesi. Kürtlere yönelik Türk ‘açılımı’ için söylenecek en hafif şey, bu açılımın Kürtleri boyun eğdirme ve onları teslimiyete sevk etme çabası olması. Bunu başaramadılar, başaramayacaklar ve üstelik böyle bir hayal kurmaları da gerekmiyor. Görünen o ki, Türkiye’nin siyasetçileri, askerleri ve aydınları gizlisi ve saklısıyla ülkelerine sadece uçurumun kenarına kayarken bakmayı alışkanlık edindi! Başlarını toprağa gömmeyi alışkanlık edindiler! Öcalan ve partisinin Türkiye’nin bütünlüğünü korumak adına Kürt haklarından epey ödün verdiğinin farkındalar, ancak bunu itiraf etme cesaretine sahip değiller. İsrail’in Filistin Kurtuluş Örgütü’yle ilişki biçimini, İrlanda ve diğer deneyimleri okuyorlar, ancak kendi medyalarında papağan gibi ‘teröristlerin lideri Öcalan’ demeye devam ediyorlar. Kürtlerin Türkiye’den değil, Türkiye’nin Kürtlerden özür dilemesi gerektiğini biliyorlar ve anlıyorlar. Tarih, şu an ve ortak çıkarlar bunu gerektiriyor. Kürtleri ayrılıkçılıkla suçluyorlar. Oysa Kürtleri buna sevk eden kendileri! Silahlar, askeri araçlar, Türk tankları ve bombardımanlar, inkâr ve tasfiye politikaları tehdidi altında Kürtlerden güven istiyorlar. Türkler sanki kendi kendilerine söyledikleri yalana inanıyor.
Türkiye geçmişin kölesi
Nihayetinde Türkiye’nin kendi Kürtleriyle ilişkisi konusunda şunu ifade etmek gerek: Mustafa Kemal Atatürk gibi tarihi bir Türk lider Kürtlere özerk yönetim vaat etmiş, onlara “Cumhuriyet Türk-Kürt ortaklığıdır” demiş ve vaatlerinden dönmüştü. Erdoğan veya bir başkası kim ki vaatlerini yerine getirsin?
Erdoğan, Başbuğ ve ekiplerinin, PKK ve lideri Öcalan’la ilişkide ‘yol ortası’ politikasını görmezden gelmeleriyle birlikte bu durum Türk liderlerinin Türkiye’nin bir çeyrek asır daha evlatlarının kan gölünde yüzmeye devam etmesini istedikleri anlamına geliyor. Bu durum Türkiye’nin geriye kaydığı anlamına geliyor ve Osmanlı saltanatının son günlerine benziyor. Yani savaşın bitirdiği bir ülkenin bir geleceğinin olmayacağını biliyorlar, ancak Türkiye’yi yeniden bölünmeye sürükleyenler de bizzat kendileri. Fakat kendi oligarşilerini bırakmaktan acizler. Erdoğan ve Başbuğ Türkiye’nin geçmişin esiri olarak kalması konusunda yetenekli ve profesyonel biçimde davranmaya devam ettikçe, Türkiye geleceğinin treni rayının dışında kalacak ve ters istikamette gidecek. Türkiye’de siz geçmişle doldurulmuşken geleceğe bakamaz ve ona doğru gitmeye çalışamazsınız! Geçmişin kölesi oldukça gelecek üzerine hoş sözler etmek hakkımız mı?