Kürtaj gemisi, güvenli kürtaj koşullarına erişimin kısıtlı olduğu ülkelere gidip, buradaki kadınları uluslarası sulara çıkararak bu hizmeti yasal çerçeveler içinde kadınlara sunmayı hedefliyor.
Türkiye’de de kürtaj uygulaması 10. haftaya kadar yasal olmasına rağmen kürtaja erişim konusunda halen birçok engel bulunmakta.
5Harfliler.com'da Hazal Atay imzası ve "Bir Kürtaj Gemisi Hikayesi: Kadınlar, Devletler ve First Lady’ler" başlığıyla yayımlanan (4 Eylül 2014) yazı şöyle:
Bu günlerde İrlandalı kadınlar dünyaya bir çağrı yapıyorlar. Gündemimizden hiç çıkmayan ve politikacıların da politik gündemlerinde kullanmayı bir o kadar sevdiği, kürtaj yasaklarına ve güvenli kürtaja erişiminin kısıtlanmasına karşı; kadınlar doğurganlıklarını düzenleme hakları olduğunu, istenmeyen gebelikleri sonlandırmayı seçebileceklerini ve bu kararların cübbeli bir takım adamlar tarafından değil de, yine kendileri tarafından alınacağını haykırıyorlar.
Maalesef, bu mesele bize de hiç uzak değil. Türkiye’de de kürtaj uygulaması 10. haftaya kadar yasal olmasına rağmen kürtaja erişim konusunda halen birçok engel bulunmakta. Üstelik, birçok devlet hastanesi yasal izne rağmen, altıncı yedinci haftadan sonra kürtaj yapmaktan çekiniyor. Yasalarla garanti altına alınmış olması gereken bu hakka iş uygulamaya gelince türlü engellemeler halihazırda devam ededursun, özel hastanelerde kürtaj hizmeti 1000 TL’den başlayan fiyatlarda veriliyor. Bunların hepsi uzun zamandır dile getirdiğimiz ve mücadelesini ettiğimiz konular. İrlanda’dan ve kürtaj kısıtlamalarının uygulandığı diğer birçok ülkeden farksız olarak, Türkiyeli kadınlar olarak bizler de uzun zamandır cübbeli adamlara, politikacılara ve bize ahlak dersi vermeye çalışan insanlara karşı “Bizim bedenimiz, bizim kararımız!” diye bağırmaktayız. Ama şimdi ben size başka bir meseleden bahsedeceğim. Bu; kadınların hakları olan kürtaj hizmetine erişiminde nasıl sınır tanımadıklarını gösteren bir hikaye. Bu, bir kürtaj gemisi hikayesi.
Women on Waves, yani Dalgalar Üstündeki Kadınlar, Hollandalı doktor Rebecca Gomperts tarafından kurulmuş bir örgüt. Rebecca daha önce de Greenpeace ile çalışmış bir doktor. Aslında, bu proje de o yıllarda aklına düşüyor. Temel soru şöyle: “Uluslararası protokollerin kadınlara bir hak olarak sunduğu kürtaj hizmetini, milli hükümetlerin yasakladığı ve kısıtladığı bir durumda, kadınlar bu hizmete nasıl ulaşır?” Çünkü biz kadınlar biliyoruzdur ki, biz kürtaj olmak istediğimizde kürtaj olmak istiyoruzdur. Bu esasen bu kadar basit bir meseledir. Yani biz kürtaj olmak istediğimizde ne yasaların değişmesini, ne mahkeme kararlarını, ne de politik tartışmaları bekleyemeyiz. Bu, acildir. İşte biraz da bu ehemmiyete inanarak Rebecca kendini kürtaj gemisinde bulmuş. Kürtaj gemisi, güvenli kürtaj koşullarına erişimin kısıtlı olduğu ülkelere gidip, buradaki kadınları uluslarası sulara çıkararak bu hizmeti yasal çerçeveler içinde kadınlara sunmayı hedefliyor. Kampanya; şimdiye kadar İrlanda başta olmak üzere, Polonya, Portekiz, İspanya ve Fas’ta gerçekleştirildi. Elbette ve maalesef, tüm kadınlara bu şekilde ulaşmak mümkün değildi ve aslında bu sorunu çözecek şey hükümetlerin kürtaja erişimi sağlamasıydı. Ancak biz kadınlar, bir yandan bunu talep ederken, bir yandan da yapılan çirkin tartışmalardan sıkılmıştık. Tecavüz mağduru kadınlar mahkeme önünde kürtaj olmak için “izin” beklerken, birilerinin “Doğur, devlet bakar” demesi sabrımızı taşırıyordu. Devletin bakmayacağını bildiğimiz çocuklar doğurmaya mecbur olmadığımız gibi, sunmadığı hizmetlerin de mağduru olmaya niyetimiz yoktu.
Ben Women on Waves ekibiyle Fas kampanyası sırasında tanışmıştım. Fas, WOW ekibinin gittiği ve kalabalık bir Müslüman nüfusa sahip ilk ülke olacaktı. Kampanya büyük bir ses getirdi. Gemiyle Fas’a girdikten sonra, düzenlediğimiz basın toplantısında daha önce de temas kurmuş olduğumuz doktorlardan biriyle bir tartışma yaşadık. Dr. Charaibi, bize karşı olmadığını ancak Fas’ın henüz o seviyede olmadığını söyleyip duruyordu. O seviye neydi bilmiyoruz; bildiğimiz şey ise Fas’ta da kadınların kürtaja erişiminin kısıtlandığı. İnandığımız şey de, kürtaj hakkımıza erişim için herhangi bir seviyeye erişmeyi beklemeyeceğiz. Gemi kampanyası biraz da bunun dışavurumuydu aslında. Biz hükümetlerimizi beklemekten sıkılmıştık, bu artık çoğu zaman kaybedilmiş bir savaştı. Haklar sadece talep edilerek değil, asıl mücadele edilerek alınırdı.
Biz bugün Türkiye’de kazanılmış bir hakkın devam eden mücadelesini yürütüyoruz. Türkiye’de kürtaj yasal olmasına karşın, kadınların bu hizmete erişiminde ciddi sıkıntılar mevcut. Geçtiğimiz günlerde bir devir teslim töreni gerçekleşti, artık yeni bir First Lady‘miz var. Yeni first lady’mizin kürtaj karşıtı olduğu haberleri çıktı. Sare Davutoğlu’nun da üyesi olduğu Hayat Sağlık ve Sosyal Hizmetler Vakfı, gerçekten de kürtaj karşıtı çalışmalarıyla biliniyor. Feministler kürtaj hakkı için ayaklanırken, bu vakıf enteresan bir video yayınlamıştı. (bknz: http://www.hayatvakfi.org.tr/Kurtaj.aspx) Videonun bir bölümünde, kalabalık bir insan grubundan tek tek yüzler siliniyor ve ses eşlik ediyor: “Düşünün ki görünmeyen bir el, bu kalabalığa dalıp, her üç kişiden birini yok ediyor. Ölüm piyangosunun kime vuracağı hiç belli değil, İnsanlar yanı başındakilerin yok edildiğinin farkına varmadan yaşamayı sürdürüyor.” Videoyu izleyince ister istemez soruyorum; acaba “Her kürtaj bir Uludere’dir” diyen Erdoğan mı bunlardan ilham almış, yoksa onlar mı Erdoğan’dan. Ama tabi bu biraz da “yumurta mı tavuktan çıkar, tavuk mu yumurtadan” hikayesi. Video’da yok edilen yüzler, hep erkek yüzleri. Unutulan ise, yine kadınlar ve onların yok sayılan hakları ve iradeleri. Önümüzdeki zaman bize ne getirir bilinmez; kürtajla ilgili yaratılan algının trajikliği karşısında -hele de bu videodan sonra- durumun iyiye gideceği konusundaki umutlarımız azalıyor. Ancak buna karşılık, İrlanda’da, Türkiye’de, orada burada devam eden ve sınır tanımayan kadın dayanışması da arttıkça, devletler ne yaparsa yapsın, sağlıklı kürtaj koşullarına erişim mücadelesi de büyüyor.