Önde gelen yabancı basın organları ‘küreselleşmenin geri vitese taktığını’, küresel sermayenin ülkesine geri dönmeye başladığını, her hükümetin kendi şirketlerini desteklediğini yazıyor.
“Artık kapitalizm ayakta kalmak için devlete mecbur olduğunu kabul ediyor, devletler bankacıların maaşlarına kadar burunlarını sokuyor. Geçen hafta, Financial Times, Wall Street Journal, The Economist, ‘küreselleşmenin geri vitese taktığını’, küresel sermayenin ülkesine geri dönmeye başladığını, her hükümetin kendi şirketlerini (parayı alıp dışarı gitmemek koşuluyla!) desteklediğini, sokaklara dökülen işçilerinin taleplerine kerhen de olsa kulak vermeye çalıştığını, ABD dâhil birçok ülkede “yerli malı kullan” kampanyalarının başladığını aktarıyordu: Korumacılık ve ticaret savaşları riski gittikçe artıyor” diyen Ekonomist Ergin Yıldızoğlu küreselleşmenin krizle birlikte nasıl bir değişime uğradığını anlattığı yazısında satır arasında kalanlara, yani söylenmeyenlere de dikkat çekiyor. İşte Ergin Yıldızoğlu’nun kendi sitesinde yayınlanan yazısı (www.erginyildizoglu.blogspot.com / 12.2.2009):
‘Bildiklerini Sizlere Söyleselerdi...’
Davos tartışmalarını izler, medyaya yansıyan yorumları okurken, aklıma Bob Beckman (1934-2007) geldi. Beckman, 1970’lerde küçük yatırımcılara yönelik önerileriyle dikkatleri çekmişti, özellikle de 1987 krizinde borsada yüzde 25 gerilerden yönettiği portföyün getirisi yüzde 300 arttığında... Beckman’ın krizlerde ayakta kalabilmenin yollarını tartışan çok ilginç kitapları da vardı.
Kapitalizmin krizleri üzerine doktora tezimi yazdığım yıllarda, Beckman’ın çalışmaları arasında, beni en çok “Olanlar daha önce de oldu. Ama sizi yönetenler, sırtınızdan büyük servetler yapanlar, bunu size söylerlerse sizi yönetemezler” uyarısı etkilemişti.
1990’larda “küreselleşme”, 2007’de “kriz” tartışmaları başladığında hep, Beckman’ın ne kadar haklı olduğunu düşündüm.
Küreselleşme ve kriz
“Küreselleşme”, 1990’ların başında günlük söyleme sokulduğunda, yepyeni, önlenemez, geri çevrilemez, dışında kalınamaz bir süreç olarak sunuldu. Bu büyük iddiaların yanı sıra, ulus devletler,“ulusal ekonomiler” artık önemini kaybetti, hatta Tayyip Bey’in de geçen yıl vurguladığı “Yatırımın yerlisi yabancısı olmaz” iddiaları da öne sürülüyordu. Bu iddiaların temelindeyse, biri ekonominin, ikincisi insanın doğasına ilişkin, krizin ışığında bakınca, inanılmaz derecede abartılı duran iki varsayım vardı. Piyasalar aşırılıklarını kendi kendilerine düzeltirler, bu yüzden devletin piyasadan uzak durması gerekir. İkincisi, piyasa aktörleri akılcı beklentilerle davranan insanlardır.
Mali kriz 2007 yılında başladığından bu yana piyasaların kendi pisliklerini kendilerinin temizleyemeyeceği ortaya çıktığında, devlet müdahalesi, hatta birçok durumda devletleştirmeler gündeme gelince, bu iki varsayım, gözlerimizin önünde çöktü. Davos tartışmaları bu çöküşün nihayet bilinçlere çıktığı yerdi. Kimi televole ekonomistlerinin, nafile bir çabayla iddia ettiği gibi Davos’takiler salt ideolojik hezeyanlar değildi… İdeolojinin çatlağından sızarak kendini dayatan “gerçek”, bizzat ideolojinin üretildiği yerdeki, egemen fantezileri dağıtıyordu, o kadar!
Artık kapitalizm ayakta kalmak için devlete mecbur olduğunu kabul ediyor, devletler bankacıların maaşlarına kadar burunlarını sokuyor. Geçen hafta,Financial Times, Wall Street Journal, The Economist, “küreselleşmenin geri vitese taktığını”, küresel sermayenin ülkesine geri dönmeye başladığını, her hükümetin kendi şirketlerini (parayı alıp dışarı gitmemek koşuluyla!) desteklediğini, sokaklara dökülen işçilerinin taleplerine kerhen de olsa kulak vermeye çalıştığını, ABD dahil birçok ülkede “yerli malı kullan” kampanyalarının başladığını aktarıyordu: Korumacılık ve ticaret savaşları riski gittikçe artıyor.
Söylenmeyenlere gelince…
Önce, küreselleşmenin yeni bir olgu olmadığı, finansallaşmayla, krizle ilişkisi bizlerden saklandı. Her “küreselleşmenin” sonunda yaşandığı gibi yine bir mali kriz gelip kapıya dayanınca, önce ABD ev piyasasında basit bir kaza olarak sunuldu. Sonra, ev piyasası krizi, kredi krizine dönüştü, ABD belki hafif bir resesyon yaşardı ama, küresel resesyon söz konusu değildi. Küresel resesyon da geldi kapıya dayandı… Bu kez, “Olsun merak etmeyin resesyon küresel ama depresyona dönüşmeyecek…”
Bizi yönetenler hep bizi uyutmaya çalışıyorlar. Fare insanın kulağını yerken acımasın, uyanmasın diye üflermiş…
Nihayet geçen hafta, ya deniz bitti ya da siyasilerin sinirleri iflas etti. Önce İngiltere Başbakanı Gordon Brown dünya ekonomisinin depresyonda olduğunu ağzından kaçırdı. Tam dil sürçmesi filan diyorlardı ki, pazartesi günü, IMF Başkanı’nın “Bütün gelişmiş ülkeler depresyonda” saptaması gazetelere düştü. Şimdi de, belki depresyon ama “büyük depresyon değil” diyorlar.
Gerçi, 2008’de yüzde 6.2 büyüyen dünya ekonomisi 2009’da yüzde-2.1 (toplam daralma yüzde 8.3; yaklaşık 4.5 trilyon dolar) gerileyecekmiş; küresel hava kargo trafiği, aralıkta, önceki yıla kıyasla yüzde 23 düşmüş; çevre ülkelere giden sermaye, 2007’de 929 milyar dolardan bu yıl 165 milyara gerileyecekmiş. Standard & Poors 500 indeksinin son 10 yılın, yılık ortalama (reel) getirisi (yüzde -5.1), 1929 krizini izleyen on yılın, yıllık ortalama getirisinden (yüzde -2.8) çok daha düşükmüş (New York Times, F. Norris, 08/02); daha önceki resesyonlara kıyasla bu yıl ABD ekonomisinin toparlanması gerekirken, daralma devam ediyormuş… Olsun, bunlara da bir açıklama bulurlar…