T24 - 12 Eylül 1980 öncesi yaşanan kanlı olayların tanıkları yaşadıklarını anlattı. Balgat, Piyangotepe, Bahçelievler katliamlarını ve suikastları soruşturan dedektif Naim Tatar, dönemin Ankara Cumhuriyet Savcı Yardımcısı Doğan Öz soruşturmasındaki ayrıntıları ve bilinmeyenleri dile getirdi.
Cumhuriyet gazetesi yazarı Işık Kansu'nun "Kan Denizindeki Mercek" adıyla başlattığı yazı dizisinin ilk bölümü şöyle:
Türkiye 12 Eylül’e doğru zorla itilirken ülkenin geleceği, kendi gençlerine vurduruldu. Memleket, ağır yaralı duruma düşünce de üstüne çöktüler. Kan yitimi o gün bugündür sürüyor. Siyaseten de, toplumsal gerginlik açısından da. Yitirdiğimiz, hatta unutulmaya yüz tutan en önemli yanımız ise, hiç kuşkusuz bağımsız davranabilme, bağımsız yönetebilme ve bağımsız düşünebilme yetimizdi.
12 Eylül öncesinde yaşadığımız, at izinin it izine karıştığı, devletin kirli işlere bulaştığı kan denizinde sorumluluklarını gereğince yerine getiren, içine düşürüldüğümüz pis oyunların ortaya çıkarılmasında önemli işlevler üstlenen, canını dişine takmış kamu görevlileri de vardı.
İşte onlardan biridir cinayet masası dedektifi Naim Tatar.
Bütün tanıklıklarını anlattı, o tanıklıklar ki kendisinden ömrü boyunca öç alınmasına neden oldu.
Dedektif Naim Tatar’ın da görev aldığı ekip, 1978 yılında Ankara Emniyet Müdürlüğü Cinayet Masası’nda ağır suçlara bakan dedektiflerden oluşturuldu. Ekip, özellikle “sağ terör” olaylarına bakıyordu. Özellikle ülkücüler olmak üzere, sağ terör yapılanmalarının örgütlenme şekilleri, örgütlerindeki isimler ve yöneticiler konusunda uzmanlaşmışlardı. Cumhuriyet gazetesinde polis-adliye muhabiri olarak göreve başladığımız 1978 yılında tanıştığımız dedektif Naim Tatar ekibi şöyle tanımladı bize:
“8 kişiden oluşan bir ekiptik. Adımız o dönemde ‘komünist’e çıkmıştı, ama bizim işimiz polislikti. Ekibin üçü Pol-Der’li (o dönemde sol görüşlü polislerin kurduğu dernek), üçü ülkücü, ikisi de Adalet Partiliydi. Ama, polislikte taraf olmaz. Polis çift kişiliklidir. Polisin bir kendi siyasal kişiliği vardır, bir de görev kişiliği vardır. Görevinde yansız olmak zorundadır. Polisliğin gereği ne ise onu yapar. Dürüst olduğumuzu o zamanki birçok çevre de kabul ediyordu. Mesela, o zamanki Ankara Valisi Durmuş Yalçın, bize çok güveniyordu, dürüst olduğumuzdan dolayı. Durmuş Yalçın özel görevler de veriyordu. Örneğin, o dönemin Ahlak Masası’ndaki polislere güvenmez, arada sırada fuhuş ve kumarhane operasyonları düzenletirdi bize.”
Dedektif Naim Tatar bize Ankara’da yaşanan ve toplumsal belleğimize hüzün, acı ve nefretle kazınmış olayları anlatırken “Geldik gidiyoruz, gelecek kuşaklar bizim yaşadıklarımızdan bir parça ders alırlarsa ne mutlu bize” demeyi de unutmadı.
12 Eylül 1980 öncesi yaşanan kanlı olayları kontrgerillanın yaptığını dönemin Başbakanı Bülent Ecevit’e bir rapor olarak ileten Doğan Öz, silahlı saldırıda yaşamını yitirmişti
Ankara Cumhuriyet Savcı Yardımcısı olarak görev yapan Doğan Öz, dönemin Başbakanı Bülent Ecevit’e ilettiği bir raporda, 12 Eylül 1980 öncesi yaşanan kanlı olayların ardındaki gücün kontrgerilla olduğunu ifade etmiş, kontrgerillanın da CIA yönlendirmesiyle TSK’ye bağlı Özel Harp Dairesi ile ilintisi olduğunu dile getirmişti. Doğan Öz, ülkücü eylemcilerin çoğunlukta olduğu Ankara Cebeci’deki Site Yurdu’nun aranmasını gerçekleştirdikten hemen sonra 24 Mart 1978’de evinden çıkıp Kızılırmak Caddesi’nde arabasına bindiğinde silahlı saldırıya uğramış ve can vermişti.
- Dedektif Naim Tatar’ın anlatımıyla Doğaz Öz soruşturması:
Balistik raporuna göre, Doğan Öz olayında kullanılan silah, Demirlibahçe’de sol görüşlü bir öğrencinin ülkücü bir genç tarafından öldürülmesi olayında kullanılan silah ile aynı çıkmıştı. O silahın peşine düştük. Şahıs Nevşehir’in Kozaklı cezaevinden çıktığı zaman onu aldık oradan. Hatta peşimize ülkücüler düştü. Kovaladılar bizi arabayla ama yakalayamadılar. Şahsı yakaladık getirdik. Sorguladık. O silahı, Hüseyin Demirel ve Hüseyin Kocabaş adlı kişilerden aldığını ve olayı onların organize ettiğini söylemişti. Hüseyin Demirel’in daha sonra Bulgaristan’a kaçakçı Abuzer Uğurlu’nun yanına kaçtığını öğrendik. Hüseyin Kocabaş gitmemişti, buradaydı, onun peşine düştük. İzmir’de, Ankara’da, Balıkesir’de çalışmalar yaptık ama yakalayamadık. Olayı, Bahçelievler katliamı soruşturmasını sürdürürken çözdük. Bahçelievler katliamı sırasında öldürülen 7 TİP’li öğrenciyi uyutmak için kullanılan eterin özelliği bakımından Ankara Numune Hastanesi’nde kullanıldığını saptadık. Oradaki depo sorumlusu olan Kadir Temur’u sorguladık. Bize eteri, Ankara Ticaret ve Turizm Yüksek Öğretmen Okulu öğrencilerinden İbrahim Çiftçi’ye verdiğini söyledi. Çiftçi’yi okulda yakaladık. Çiftçi, Doğan Öz cinayetini işleyen kişiye çok benziyordu. Olayla ilgili iki görgü tanığı vardı. Bir tanesi kapıcı, bir tanesi de öğretim üyesiydi. Çiftçi, 8-10 kişinin arasına konuldu ve onlara gösterildi. Kapıcının rengi, İbrahim Çiftçi’yi görür görmez bembeyaz oldu. “Buydu, buydu” dedi. Tuttu yakasından çekti “buydu” dedi, yani kesin teşhis yaptı. Diğer Orta Doğu’daki öğretim üyesine (Daha sonra Ecevit hükümetlerinde Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı olan Ziya Aktaş- I.K.) gösterdik, onda da renk değişimi oldu, o da sarardı. Fakat bize “Ben nasıl söyleyeyim, benim ailem var, çoluğum çocuğum var” dedi. Teşhisi yapmak istemedi, yapmadı. Tutanaklara bu şekilde geçti ve savcılığa sevk ettik. İbrahim Çiftçi polisteki ifadesinde ve mahkemesindeki ifadesinde olayı kabul etti. Zaten olaydaki püf noktası da teşhisten çok olay yerindeki izlerdi. Arabanın camından şoför mahalline doğru üç el ateş edilmişti. İbrahim Çiftçi bunları tam olarak söyledi. Mahkeme tutukladı. Yargılandı, ceza verildi, Yargıtay’dan döndü, mahkeme direndi, tekrar bozuldu, en sonunda mahkeme Yargıtay’ın kararına uymak zorunda kaldı ve Çiftçi serbest kaldı. O davadan serbest kalınca Bahçelievler katliamı davasından da yargılanmadı. Daha sonra da duyduğum kadarıyla işadamı oldu, zengin oldu. Nasıl oldu bilemiyorum ama, birtakım güçler tarafından korunduğu kesindi.