Alev Karakartal
[email protected]
“...Savaşlar, çatışmalar, afetler, zulümler gizli kalmadığı gibi, insan hakları, evrensel değerler, demokratik haklar da artık gizli kalmıyor. Yerele sıkışmıyor. Bize düşen, tarihimizden, medeniyetimizden, inançlarımızdan aldığımız ilhamla, evrensel insan haklarını herkesten önce bizim kendimizin hayata geçirmesidir"... (Başbakan Erdoğan'ın 21 Şubat tarihli, Libya olaylarını ele aldığı grup konuşması(ndan)...
(Türk Tabipler Birliği'nın yaptığı açıklamada bin 469 kişiye ait kemik ve 114 toplu mezar tespit ettikleri belirtildi. Açılan 26 toplu mezarda ise 171 kişinin kemiklerine rastlandı. Birlik, bazıları daha önce açılmış, bazıları henüz açılmamış 7 toplu mezarda yapılan incelemeler sonucunda, yol kenarı, çöp ve kırsal alanlarda kimliği belirsiz binlerce cesedin bulunduğunu belirtmiş.)
"... Demokratik taleplerini dile getirenlere karşı, insaf dışı müdahalelerin yapılması şiddet sarmalını büyütür diyorum...Kardeşin kardeşi öldürmesi kan dökmesi bizim en büyük ızdırabımızdır. Buna batılı farklı bakabilir. Ama biz çok daha farklı bakıyoruz. Onun için halkların taleplerini göz ardı etme yanlışına düşmeyin. İnsanların hayatını kaybetmesinden, yaralanmasından büyük üzüntü duyarız." (Aynı konuşmadan)
(İnceleme heyetinin çalışmaları sonucunda yapılan açıklamada, "Olayın gerçek boyutları çok daha büyüktür" denildi, toplu mezarların Hakkari'den Tunceli'ye ulaşan çok geniş bir coğrafyaya yayıldığı belirtildi.)
"...Hele halkına şiddet uygulayan, talepleri bastırmak isteyen hiçbir yönetim istikrarını koruyamaz. Biz bölgemizde hem istikrar güven istiyoruz. Hem de özgürlüklerin karşılanması gerektiğini savunuyoruz. Bundan sonra da hakkı hukuku evrensel değerleri savunmaya devam edeceğiz." (Aynı konuşmadan)
(Birlik, yakınlarını çatışmalarda ya da faili meçhul cinayetlerde kaybetmiş olan ailelerin çoğunluğunun toplu mezarların açılmasını ve cenazelerinin teslim edilmesini istemediğini, fakat bazı kayıp yakınlarının ve görgü tanıklarının ‘baskı görme korkusuyla’ müracaat etmediklerini tespit etti. TTB'ye göre; ailelere yakınlarının cesetlerinin teslim edilmemesi, ‘veda hakkının’ tanınmaması, kronik bir travmaya yol açmakta ve acıları artırıyor.)
"...Bu noktada kendimizi özeleştiriye tabi tutmayı hayati derecede önemli görüyorum. İslam coğrafyasının, yoksullukla, insan hakları ihlalleriyle anılıyor olması, aynı şekilde inançlarımıza yönelik açık bir haksızlıktır. Bu sorunları gidermek, hepimize düşen ahlaki ve siyasi bir görevdir.” (Aynı konuşmadan)
********
Pek dindar biri sayılmam. Ancak hakim dini motifin İslam ve bunun Sunni mezhebi olduğu bir ülkede doğup büyümüş biri olarak, dini referanslara, hiç değilse "kültürel düzeyde" yabancı olmadığımı söyleyebilirim.
İslam'da da, bilebildiğim diğer dinlerde de (belki budizm hariç) "kıyamet" öngörüsünün üzerine epeyce kafa yormuştum zamanında. "Kıyametin kopması" mesela.. Dini açıdan asıl olarak işlerin artık tamamıyla şirazesinden kaydığı, dünyanın dünya, insanın da insanlıktan çıktığı bir anda, bir üst kudretin, belki de evrenin (doğanın) kendisinin biz fanilere biçtiği kader olarak tanımlanırken; damara dokunan, isyan ettiren kimi dünyevi durumlarda insanın kendi küçük kıyametinin koptuğu bilinmez mi?
Mesela, binbir acıyla doğurduğun, pamuklara sararak büyüttüğün, kötü söz söylerim de kalbi kırılır diye kalbinin titrediği evladının, belki gaddarca işkence gördükten sonra ya da bir kör kurşunla sona ermesi bir annenin "kıyamet"i midir? Yetmez derseniz; aynı annenin evladının ya da yüzünde gülümsemesiyle gencecik yüzünü hatırladığın yol arkadaşının, eşinin, hazırladığın son yemeği yarıda bırakıp gaiplere karışması yeter mi, kıyametin kopmasına? Hep arayarak, hep bekleyerek, hep umud ederek, hep yalvararak, hep ilenerek... Bir hayat, hayat olur mu bundan sonra? Sürer mi, sürdürülebilir mi?
Adalet mesela, hakkaniyet, sadece yaşayanlara, 'diri' olana ait bir hak, hukuk meselesi midir? Sonu bitmez bir bekleyişe ahkum edilen binlerce insanın başlarına gidip dua edebilecekleri bir mezar isteği, uymuyorsa diyelim muktedire, "ilahi adaleti" de mi umursamaz?
Başbakan'ın dini bütün biri olduğu dünyanın malumu, o da hiç gizlemiyor zaten. "Yaradılanı severim yaradandan ötürü" cümlesini konuşmaları içinde kaç kez kullandığını takip edebilen var mı artık? Bir yandan da ülkeyi yönetirken takındığı, duruma göre son derece pragmatik tavırlarından, gözünü diktiği tüm makamlara tek tek bayrağını dikerken gösterdiği ihtirastan ötürü, dünyevi yanının da güçsüz olmadığını biliyoruz.
'İnanan' bir 'insan' olarak Başbakan'ın kıyametinin kopması için kaç ölü beden daha fışkırmalı ülkenin sağından solundan? Kendi vatandaşlarına savaş açan, üzerlerine bomba yağdıran, "ülkeyi yangın yerine çeviririm" diye tehdit eden yarı delirmiş bir tirana "Kardeşin kardeşi öldürmesi kan dökmesi bizim en büyük ızdırabımızdır....Onun için halkların taleplerini göz ardı etme yanlışına düşmeyin" diye nasihat edebilen biri, muktediri olduğu topraklarda dökülen kanların; çöplüklere, asit kuyularına, karakol avlularına öylece atılıveren ölü bedenlerin sorumluluğundan "ama bizim zamanımızda değildi ki onlar" diyerek kurtulabilir mi mesela? Toprağın üstüyle altıyla memleketi saran çığlıkları hiç mi duymaz?
Bir ülke düşünün ki; oluk oluk kan akıtılan, gaddar bir iç savaş yaşamış, düşman (ya da 'sözde vatandaş') bellediği yurttaşlarını beşer onar, tıpkı evsel bir atık gibi çöplüklere gömmüş olsun... Gazetelerin soğukkanlılıkla toplu mezar haritaları verebildiği bir ülke bahsettiğim. Ve o ülkenin kıyameti bir türlü kopmasın. Ne 'inanan" Başbakan'ı ne de boş ve buz 'özde vatandaş' gözleri, "ama onlar da" deyip dozer kepçelerinde sallanan çürümüş bedenler karşısında dehşete düşmesin.
Sahi, kıyamet ne zaman kopar?