07 Mayıs 2018 10:17
24 Haziran'da gidilecek erken seçim kararının ardından partiler seçim kampnayalarına başladı. Kısa zamanda çok semene ulaşmak isteyen partiler manifestolarını tek tek açıklarken, il il gezmeye devam ediyor. Siyaset İletişim Danışmanı Dr. Gülfem Saydan Sanver partilerin seçim kampanyalarına ilişkin olarak, "Her seçmen kendi dünyasına hitap eden bir lider arıyor. “Bu da benim gibiydi” demek istiyor. Oy vermenin sınıfsal bir dayanışma olduğunu da düşünüyorum.Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın çok yokluktan gelmiş bir profilinin olması çok büyük karşılık buldu. Şimdi iyi iletişim yapılabilirse Muharrem İnce’yle de bu bağ kurulabilir. Meral Akşener de bu kesime hitap edebilirdi, ancak parti lideri olarak geçirdiği süre içinde bu hikâyeyi yazamadı. CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun yaptığı en büyük hatalardan biri de kendi hikâyesini çok geç yazdı. Ne zor şartlarda yaşamış bir insan olduğunu yeni öğrendik" dedi.
Sanver, gençlerin asık suratlı siyaset istemediğini belirterek, "Bu insanlara siz “Siyaset, siyaset” diye gidemiyorsunuz. Gençler asık suratlı siyaset istemiyor. Gençler, hiyerarşik, kategorik görev paylaşımlarıyla çevrelenmiş siyasetçiler istemiyor" diye konuştu.
Hürriyet'ten İpek Özbey'e konuşan Sanver'in söyleşisi şöyle:
Öncelikle şunu öğrenmek istiyorum; siyaset iletişimcisi ne iş yapar?
Siyaset iletişimi aslında disiplinler arası bir çalışma. Bunun bir siyaset, bir de iletişim ayağı var. Siyaset iletişimcilerini biz, Türkiye’de de yurt dışında da daha ağırlıklı olarak seçimkampanya dönemlerinde görüyoruz. Siyaset iletişimcisi siyaseti analiz eder. Daha çok partiler veya adaylarla çalışır. Adayın ya da partinin stratejisini oluşturur, hedef kitlelerini belirleyerek, doğru mesajların doğru kanallardan iletilmesini sağlar. En temel görevi seçim kazanmaktır.
-Türkiye yeni bir seçimin arefesinde; siyasal iletişimin doğru yapıldığını düşünüyor musunuz?
Zaman zaman doğru yapıldığı dönemler oldu. Fakat şu anda doğru yapan bir parti var mı diye sorarsanız; hayır yok. AK Parti aslında uzun yıllar bunu çok güzel bir şekilde yaptı. Biz siyaset iletişimcilerinin hep söylediği bir şey var: Siyaset iletişimini seçim kampanya dönemine bıraktığınız zaman bu çok geç bir dönem. Yurtdışında seçim sonrası yapılan anketler gösteriyor ki, insanların ciddi bir bölümünün karar verme süreçleri seçim öncesinde bitiyor.
-O kararı seçim propagandasıyla değiştirmek mümkün olmuyor mu?
Kısıtlı seçim süreci propagandası kararsız, değişken ve ‘oy vermeyi düşünmüyorum’ diyen seçmene yapılır. Eğer siz ideolojik bir seçmenin kararını değiştirmek istiyorsanız, seçim süreci bunun için yeterli bir süre değildir.
-Bugün Türkiye’de ne kadar ‘kararsız’ ve ‘değişken’ seçmen var?
Türkiye’de hiçbir zaman bunun bir araştırması yapılmadı. Benim sahada gördüğüm –ki çok sahada olmaya gayret ediyorum- seçim dönemlerinde seçmenler o kadar fazla propagandaya maruz kalıyor ki, sizin sesinizi o kalabalığın ortasında duyurmanız çok zorlaşıyor. Türk seçmeni çok akıllı ve sağduyulu. Normal zamanda gitmeyip, seçim döneminde kapısını çaldığınız vakit “Seçim için geldin, oyumu istemek için geldin” diye net bir şekilde söylüyor. Bu da eşittir, “Ben size güvenmiyorum” demek. Güvene dayalı bir ilişki kurmanız gerekiyor. Burada teşkilatlara çok iş düşüyor. Donanımlı teşkilat, seçim dışında da çalışır.
-Ve diyorsunuz ki, “Bu, bugüne kadar, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın başardığı bir şey”. Peki diğer partilerde durum nedir?
Sahada, aktif olabilme ve seçim dışında da çalışma Milli Görüş’ten beri sürdürülen bir şey. AK Parti, kurulduğunda bu mahalle örgütlenmesi sistemini bire bir örnek aldı. Benim doktora tezim 2007 karşılaştırmalı seçim kampanyası üzerineydi. O zaman şunu görmüştüm: Düzenli ilişki kuran AK Parti’ydi. Özellikle CHP ile arasındaki en büyük fark buydu. Bir eve gittikleri zaman çok hazırlıklı gidiyorlardı. Evin derdini daha önceden bildikleri için, ikincisinde de o evin derdini çözmeye gidiyorlardı. Fakat son yıllarda bu motivasyonun düştüğünü söyleyebilirim Erdoğan’ın, “Metal yorgunluğumuz” dediği tamamen buydu. CHP ise mağlubiyetlerinden bir takım şeyler öğrendi. Onlar da sahada AK Parti’nin ‘sahada sürekli seçmenle iletişim kuralım’ sistemini yapmaya çalıştı.
-Yapabildiler mi?
Tam olarak değil. Her örgütün kendi dinamiği var. CHP, seçim dışında hiç mi çalışmıyor, çalışıyor ama belki aynı etkide, aynı doğrultuda değil. Şu anda ciddi olarak sahada varlar.
-Bu seçimde kararsızlar ve değişkenlerin oyunu hangi mesajı veren kazanacak?
Bu kararsız ve değişken seçmenlerin tümü 25 Haziran sabahı Türkiye’sini görmek istiyor. Ertesi günün hayalini kurdurtamazsanız, 10 yıl sonra yapacaklarınızı anlatarak bir güven sağlayamazsınız. 25 Haziran sabahının hayalini kurdurtan kazanacaktır.
-2 milyona yakın genç ilk kez oy kullanacak. Liderler bu gençlerle ilgili nasıl bir tutum takınmalı?
Son dönemde gençlerden oy alan liderlere bakalım. Amerika’da Bernie Sanders, İngiltere’de Jeremy Corbyn… Bu liderlerin en temel özelliklerinden biri; eğitim politikalarıyla ilgili gençlere güzel vaatler verdiklerini görüyorum. Gelecekle ilgili söylemleri var. Biz hep tartışıyoruz ya, gençler apolitik diye. Apolitik değil aslında. Sadece dünya görüşlerindeki politizasyon eski nesle göre farklı. Çevreyle çok ilgililer. Ama çevre tanımları bildiğimiz siyaseten tanımlar değil. Örneğin onlar çevreyi ağaç üzerinden tanımlıyor. Siz onlara çevre politikalarıyla ulaşamıyorsunuz ama ağaç ya da ekoloji dediğiniz zaman ulaşabiliyorsunuz. Farklı bir dil konuşuyorlar. Mesela İngiltere’de İşçi Partisi’nin kampanyalarına bakıyorum, festivallerde geçtiğini görüyorum.
-Neden?
Çünkü gençler siyaseti ciddi bir şey olarak değil, günlük hayatlarının içinden davranışlarla algılıyor. Hayatının odak noktasındaki konularla ilişkilendiriyor. Biz gençlerle bir araya geldiğimizde şunu söylüyorlar: “Biz arkadaşlarımızla siyaset konuşmuyoruz, çünkü siyaset bölücü bir şey.” Bu çok farklı sosyo-ekonomik profil ve farklı ideolojiden gelen genç seçmenler aynı konuları aynı dilde konuşuyor. Siz onların kurduğu dili öğrenebilirseniz onlara ulaşırsınız. Genç seçmen kendini siyasi partilerin müşterisi olarak görmek istemiyor.
-Gençleri kimlik üzerinden tanımlayabiliyor muyuz?
Bu gençlerin her birinin kategorilere girebilecek dünya görüşleri var. Fakat o kategorilerde diğer seçmen gruplarına verdiğiniz mesajlar onlara geçmiyor. Muhafazakâr bir gençle, orta yaş muhafazakâr bir kadınla konuştuğunuz gibi konuşursanız olmuyor. Her ikisi muhafazakâr olsa da dil farklı. Kimlikler üzerinden değil, onların gündelik hayatlarına ilişkin, sorunlarına ilişkin bir söylem üretmeniz gerekiyor.
-Bugün bir siyasi partinin temsilcisi kapınızı çalsa da, “Ben bu gençlere nasıl ulaşırım” dese, nasıl bir yol gösterirdiniz?
Örneğin Obama’nın seçim kampanyasını ele alalım; Obama, gençlerden çok ciddi bir oy almıştı. Ekibine bakıyorum, metin yazarı, saha direktörü, dijital kampanya direktörü, hepsi 20’li yaşlarda. 30’lu yaşlarda tek bir kişi yok. Sanders’ın kampanyasına bakıyorum, onun da öyle. Bizde 40-50 üstü reklamcılar oturuyor, genç kampanyası yapmaya çalışıyor. O dili kullanmanız mümkün değil. Partinin ana stratejisini belirleyecekler elbette. Fakat genç kampanyası için genç ekip oluşturulmalı. Mesela geçen gün İYİ Parti, sosyal medyadan bir tweet attı, “25 Haziran’da Wikipedia’nın açılışına bekleriz” diyordu. Bu çok ilgi gördü… CHP’nin 15 vekilin transferinden sonra attığı “Çalışmadığınız yerden mi geldi beyler” dediği tweet de öyle.
-Onların dili dediğiniz biraz da esprili sosyal medya dili galiba…
Evet. Bu insanlara siz “Siyaset, siyaset” diye gidemiyorsunuz. Gençler asık suratlı siyaset istemiyor. Gençler, hiyerarşik, kategorik görev paylaşımlarıyla çevrelenmiş siyasetçiler istemiyor.
-Gençleri yakalamak siyasi partilere ne kazandıracak?
Gençler bir partiyi, bir lideri desteklemeye başladıkları zaman o lider ve parti görünür oluyor. Çünkü gençler sokakta ve hayatta. Bir rüzgâr oluşturuyorlar. 2 milyon genç olarak değil, etrafında yaratacağı rüzgâr olarak düşünün.
-Yüksek tansiyona oy veriyor mu seçmen?
Bakıyor ama oy vermiyor. Trafiği örnek alalım. Bir kavga görürsünüz, herkes durur, bakar ama kimse bir çözüm üretmez, müdahil de olmaz. Görgü şahidi yazayım deseniz bir kişi bulamazsınız. Seyircisi çok ama alıcısı yok.
-Yarışacak adayların seçmende karşılığı olan bir hikâyeye ihtiyacı var mı?
Her seçmen kendi dünyasına hitap eden bir lider arıyor. “Bu da benim gibiydi” demek istiyor. Çok ilginçtir, kadın seçmenler, liderler üzerinden çocuklarıyla ilgili hayaller kuruyor. Sosyo-ekonomik profili düşük bir seçmen, oradan gelmiş bir lideri görünce, kendi çocuğu için de hayal kurabiliyor. Oy vermenin sınıfsal bir dayanışma olduğunu da düşünüyorum. Örneğin Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın çok yokluktan gelmiş bir profilinin olması çok büyük karşılık buldu. Ekmeleddin İhsanoğlu’na bakalım. Muhafazakâr olduğu için muhafazakâr seçmenden oy alabileceği düşünüldü. Halbuki atlanan şuydu: Tayyip Erdoğan’ın muhafazakarlığı o sınıfla arasındaki bir referans sadece. Esas olan aynı sosyo-kültürel sınıfın insanları olmaları. İhsanoğlu ise farklı üst bir profil çizdi, bu nedenle muhafazakar bile olsa o seçmenle bir bağ kuramadı. Şimdi iyi iletişim yapılabilirse Muharrem İnce’yle de bu bağ kurulabilir. Meral Akşener de bu kesime hitap edebilirdi, ancak parti lideri olarak geçirdiği süre içinde bu hikâyeyi yazamadı. CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun yaptığı en büyük hatalardan biri de kendi hikâyesini çok geç yazdı. Ne zor şartlarda yaşamış bir insan olduğunu yeni öğrendik.
-Meydanları doldurmak ve bayrak asmak üzerinden yapılan propagandanın hala kıymeti harbiyesi var mı?
İnanmayacaksınız ama hâlâ en etkili yöntem bu. Siyaset tamamen bir güç gösterisi. Ve seçmen bu güç gösterisinden etkileniyor. Siz mitingi sadece bir meydanda doluşmuş insanlar olarak görmeyin. Üç adım gerisine gidin. Bir liderin o şehre gitmesi bir artıdır. Çünkü seçmen “Bana geldi” diyor. O parti teşkilatının o meydanı doldurmak gibi bir görevi vardır. O meydanı doldurabilmek için örgüt çalışır. Haber niteliği de taşıyor, akşam haberlerinde televizyona çıkma avantajı sağlıyor. Seçmenle aynı dili konuşabildiğini gösteriyor, söylemlerini, vaatlerini yerelleştirebiliyor. Bunu televizyonda yapamaz. Televizyonda tüm halka hitap ettiği için ortak bileşenler üzerinden daha genel mesajlar verebiliyor. Bayrak asmak da hem örgütün çalışma motivasyonunu artırıyor hem de parti seçmene “Burada ben varım” mesajı veriyor. Seçimin yaz dönemine de denk geldiğini düşünecek olursak bu güç gösterileri önemli.
-Sosyal medya ne kadar etkili?
Gençler üzerinde etkili. Sosyal medya seçmende motivasyon yaratmada çok etkili. Ama seçmeni ikna etme noktasında saha çalışmaları daha etkili.
-Partiler Türkiye’yi dolaşıyor. Bir ev düşünün, altı lider de aynı evi ziyaret edip, benzer vaatlerde bulunuyor. Hangisi etkili olur?
O eve ilk giden en etkili olur. Bir de o altı partiden hangisi o eve daha önce de gittiyse o avantajlıdır. O evin sorunu hakkında konuşan yarışı önde götürür. O evde hasta varsa, sağlıkla konuşuyorsanız seçmen etkilenir. Bunlar da ancak seçmenle düzenli ilişki kurulduğu zaman yapılabilir.
-Rakip seçmeni de kendi tarafına çekmek mümkün müdür?
Tabii ki mümkün. Siz rakibinizin herkes tarafından bilinen yanlışlarını tekrar ettiğiniz zaman puan kazanmıyorsunuz. Başarısızlığı nasıl başarıya çevireceğinizi anlatmalısınız. “Ne kadar yüksek sesle sorunu anlatırsam, o kadar oy toplayacağım” zannediliyor. Alakası yok. Sorunu dile getirmekten ziyade soruna çözüm üreten liderler başarıyı yakalıyor.
© Tüm hakları saklıdır.